Yolda yardıma neden kimse koşmuyor, güven duygusu ne zaman kayboldu

Arşiv
Arşiv

Yollarda el kaldıranlara, arabasını sağa çekip kaputunu açanlara kimse durmuyor artık. Kimse sormuyor yolda tek başına bekleyene paranı mı kaybettin, araban su mu kaynattı, motor mu bozuldu diye.

Kanuni Sultan Süleyman, meşhur fermanlarından birinde değirmenlerde tavuk beslenilmesini yasaklar. Değirmenci, yalnızca tek bir horoz besleyebilir o da sabahları onu uyandırabilsin diye. Çünkü Sultan, değirmenciye öğütülsün diye bırakılan her bir buğday tanesini devlete bir emanet olarak görür. Çiftçinin buğdayı, arpası dahi güvence altına alınmıştır. Birkaç tavuğun yiyeceği buğdaydan ne olur denilmemiş, mizan kurulmadan önce en ince hesaplar bu dünyada yapılmıştır.

Esnaflar, pazarcılar, sokak satıcıları; meyveleri, sebzeleri, bakliyatı tam ağırlığıyla müşterilerine satabilmek için ürünlerinin içine koydukları kapların da ağırlıklarını hesaplamışlar, yani darılarını almışlardır. Birkaç domatesten, birkaç avuç nohuttan ne olur denilmemiş, hesaba çekilmeden kendilerini hesaba çekmişlerdir.

Süleyman Peygamber, bir gün kanadı kırık bir kuşla karşılaşır. Kuşu avucuna alır ve sorar ”Kanatların var, uçabilirdin. Neden kaçmadın?” Acılı kuş tüm masumluğuyla yanıtlar “Kanadımı kıran adamın üzerinde dervişlik hırkası vardı, zarar vermez diye kaçmadım.” Süleyman Peygamber kısasa kısas olarak adamın yakalanıp, kolunun kırılmasına karar verir. Kuş hemen bu karara itiraz eder ve şöyle söyler “Kolunu kırmayın, hırkasını çıkartın! Onunla kandırıyor.”

Vakti zamanında Sina Çölü yakınlarında yaşayan bir tüccarın kum renginde dillere destan bir atı varmış. Bu nadide atı her gören ondan satın almak istese de adamı bir türlü ikna edemezlermiş. Hele içlerinde bir tanesi varmış ki tüccar satmaya razı olsa bile, ata sahip olacak parası yokmuş. Fakat buna rağmen her fırsatta atı uzaktan seyreder, iç geçirmekle yetinir ve bir taraftan da ata sahip olacağı günün hayalini kurarmış. Tüccar bir gün kum rengi atıyla yolculuğa çıkmış. Bunu haber alan açgözlü adam da tüccarın dönüş yoluna gizlenmiş. Uzaktan tüccarı görünce de hemen hasta numarası yapıp kendini yere atmış. Tüccar adamı çölün ortasında, vasıtasız ve yerde yatar bir hâlde görünce atından atlayıp adamın yanına koşmuş. Adamı doğrultup, heybesinden çıkardığı matarayı uzatmış. Hasta numarası yapan adam matarayı aldığı gibi tüccarın başına sert bir şekilde vurmuş ve tüccarın kalkmasına fırsat vermeden atın üzerine büyük bir sevinçle yerleşmiş. Yerde çaresiz ve perişan bir vaziyette kalan tüccar, hırsızın arkasından büyük bir şaşkınlıkla seslenmiş “Beni kandırarak atımı elimden aldın. Ama ne olur bunu hiçbir yerde anlatma. Çünkü bundan sonra hiç kimse çölde susuz kalanlara, hasta olanlara yardım etmez.”

O hırsız bu taktiği gittiği her yerde başka hırsızlara da anlattı. Onlar da tabii başka hırsızlara. Bu şekilde kandırılan tüm mağdurlar da başka masumlara anlattılar nasıl dolandırıldıklarını. Tahta kapıların yerini şimdi çelikleri, şifrelileri aldı. Kamerada gördüğümüzü tanımıyorsak kapıyı açmıyoruz. Site güvenlikleri kimlik sormadan adım dahi attırmıyor içeriye. Yollarda el kaldıranlara, arabasını sağa çekip kaputunu açanlara kimse durmuyor artık. Kimse sormuyor yolda tek başına bekleyene paranı mı kaybettin, araban su mu kaynattı, motor mu bozuldu diye.

Değirmenlerde tavuklara gerek kalmadı yani. Art niyetliyse insan, tavuğun yiyeceği miktardan daha fazla saman ekliyor buğdayın içine. Sararmasını engelleyip, un beyaz kalsın diye katkı maddeleri koyuyor. “Darasını almaya” ancak sözlüklerde, tarih kitaplarında, dönem filmlerinde ya da eski mahallelerin bakkallarında rastlıyoruz.

Evet, belki şimdi avcılar hırka giymiyorlar. Ama hepsinin üstünde kamuflaj yelekler var, rahat rahat ormanda gizlenebilmek için. Hepsinin ağzında birer düdük var, taklit ettikleri kuş sesleriyle avlarını yanlarına çekebilmek için. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sözleriyle kapatalım:

“Cahilsin, okur öğrenirsin. Gerisin, ilerlersin. Adam yok yetiştirirsin. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur.”

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.