27 Mayıs CHP’nin iktidarı geri alma girişimi

27 Mayıs, askerlerin siyasetin tamamen merkezinde, Genelkurmay karargahının da hep iktidarda kalan bir siyasi parti gibi çalışmaya başladığı bir siyasal dönemi başlatmıştır.

Mayıs 1950… Türkiye için dönüm noktası olan o gün! Bu tarihte Demokrat Parti'yi iktidara getiren seçimler gerçekleşmiş, İttihat ve Terakki'den 1950'lere kadar iktidarı elinde tutan Cumhuriyet Halk Partisi, halkın oyu ile iktidardan uzaklaştırılmıştı. CHP, devlet ile içiçe geçmiş nev-i şahsına münhasır bir siyasi partiydi. DP ise yerleşik iktidar odakları tarafından dışlanmış olan geniş kitleyi temsil etmeye soyunmuştu. Parti, dinî-geleneksel değerlerine yabancılaşan azınlık tarafından zulme uğramış, adam yerine konmamış, “mağdur" ve “mazlum" bu kitleden söz ediyor, onu temsil ettiği iddiasını dile getiriyordu. “Yeter, söz milletindir" şiarı, bir değer olarak tanınmak isteyen sıradan insanın, önemsenme ve kendini ifade etme kararlılığını dile getiriyordu.

Cumhuriyetçi modernleşme/batılılaşma projesine karşı olmayan DP, tıpkı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ya da Serbest Fırka gibi, CHP'nin temsil ettiği tarzı yine batılılaşma paradigması içinde kalarak eleştirdi. Partinin hilafet ya da saltanatı geri getirmek gibi bir amacı olmadı. Dinsizlik propagandası olarak laiklik anlayışı eleştirildi; ancak dinî hayat üzerindeki devlet kontrolü kaldırılmadı. Bu arada parti, kendisini “ehven-i şer" olarak görüp destekleyen dinî hassasiyetleri yüksek kesimle arasına mesafe koymayı da ihmal etmedi.

DP'liler yeni rejimin batılılaşmacı felsefesi içinde yetişmiş, yerleştirilmek istenen “modern" hayat tarzını en azından temsiline soyundukları kitleye nazaran çok daha fazla içselleştirmişlerdi. DP'nin Batılı hayat tarzına yabancı, dindar, geleneksel değerleri öne çıkaran, kadına toplumsal hayatta ikincil bir yer veren, köylü ve taşralı, eğitim düzeyi düşük insanları bünyesinde toplayan bir parti olduğu görüşü seçmen tabanı açısından bir ölçüde -ama sadece bir ölçüde- gerçeklik payı taşısa da, bu tespit, üst yönetim kadroları açısından doğru değildi.

DP modernleşmeyi millî iradenin üstünlüğü ve ekonomik kalkınma ile özdeşleştiriyordu. Sıradan insanın jandarma ve tahsildar baskısından kurtulması ve bir değer olarak tanınması yeterli değildi. O insanın yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve yıllarca ihmal edilmiş bu kitleye hizmet götürülmesi de en az bu kadar önemliydi.

DP, özellikle 1950'li yılların ilk yarısında, CHP'den rahatsızlık duyan tüm kesimlere hitap etmeyi deneyen bir kitle partisiydi. Toprak sahiplerinin bir kısmı, özel sektörün önünün açılmasını isteyen iş adamları, köylüler, özgürlük isteyen entelektüeller, din ve vicdan hürriyeti üzerindeki sınırlandırmaların hafifleyebileceğini ümit eden dindarlar, CHP ile ilişki kur(a)mayan aşiretler ve Kürt kökenliler ve gayrimüslimler DP'ye yönelmişlerdi. Parti, CHP'ye karşı çıkan tüm toplumsal kesimleri bünyesinde barındırmayı denemekle birlikte, iş adamı ve toprak sahipleri ile küçük köylünün çıkarlarının ifadesi ve doyurulmasına öncelik vermişti.


DP nerede hata yaptı?

14 Mayıs'a cevap tam 10 yıl sonra, 27 Mayıs darbesiyle geldi. 27 Mayıs eski güç ve prestijini kaybeden askeri/sivil bürokrasinin bazı kesimleriyle CHP'nin iktidarı geri alma teşebbüsü olarak görülebilir. Darbeye gidiş sürecinde CHP önderliğindeki muhalefet cephesi -bu cephenin önde gelen diğer unsurları basın ve üniversitedir- hükümeti, Tek Parti idaresine doğru yönelmek, oy almak için irticaya destek vermek ve ülkeyi yeniden kapitülasyonlar devrine götürmekle suçladı. Bu gerekçeler daha sonra darbeciler tarafından 27 Mayıs'ı meşrulaştırmak için aynen kullanıldı.

27 Mayıs'a gidiş sürecinde DP, yaptıkları ve yapamadıklarıyla kaybettikleri ayrıcalıklarını demokrasi dışı yollarla geri almak için mücadele eden kesime kozlar verdi. DP, demokrasiyi pratikte meclis çoğunluğunun iradesi anlamına gelen milli iradenin -neredeyse- sınırsız egemenliği olarak yorumlamıştı. Milliyetçi popülist temalara dayalı homojen cemaatçi toplum tasavvuru, partinin çoğulculuğu kabullenmesini zorlaştırdı. Öte yandan, topluma doğru yolu gösteren koruyucu, kutsal devlet anlayışından da kopamadı.

Basın ve üniversite ile birlikte, zenginleşen ülkenin refah düzeyinden yeterince pay alamadığını düşünenler, hükümetin kontrolsüz genişlemeci iktisat politikalarının yarattığı iktisadî sıkıntılardan rahatsızlık duyanlar, CHPli oldukları -ya da DP'ye yeterince yakın olmadıkları- için zarar gören iş adamlarının bir kısmı da CHP'ye yöneldi. Başlangıçta Silahlı Kuvvetler'in bir kesimi, ordunun modern silahlarla donatılarak gençleştirilebileceği beklentisiyle DP'yi desteklemişti. Ancak kısa bir süre içinde durum değişti. Çünkü TSK'nın önemli bir kesimi sivil iktidarı kabul etmeye hazır değildi. Hükümetin ordu ile ilişkilerinde, olsa olsa nezaketsizlik denilebilecek davranışları ise askerlere yönelik hakaretler olarak resmedildi.

DP'liler milli iradeyi hazmedemediğinden şüphe duymadıkları muhalefetin tüm davranışlarını ve genel olarak hükümete yöneltilen eleştirileri milli birlik ve beraberliği bozmaya, devlet otoritesini sarsmaya matuf hareketler olarak algıladılar. Muhalefete toleransı zaafiyet belirtisi olarak algılayan hükümet, muhalefetin üzerine sertlikle gitmeye çalıştıkça muhalefet daha fazla sertleşti. Böylece her iki tarafı daha da keskin hale getirecek olan bir kısır döngünün içine girildi. Uzlaşmanın milli iradeye ihanet etmek olduğunu düşünen DP'liler, bu kısır döngünün her şeyden evvel kendilerine zarar verdiğini anlamakta zorlandılar.

Haydi görev başına! 27 Mayıs sabahı Hürriyet gazetesinde sür manşetten verilen darbe tebliği.
Militarist zihniyetin geri dönüşü

Darbe ile birlikte, askeri ve sivil bürokrasi ve onların sivil destekçilerinin çıkarlarını garanti altına almaya yönelik politikalar uygulanmaya başlandı. Bir yandan DP'liler yargılanırken, diğer yandan 27 Mayıs'ı gerçekleştiren koalisyon kendi içinde çatışma yaşadı. Uzun süreli bir askeri rejim arzu edenler, askeri/sivil bürokrasinin son sözü söyleyeceği bir vesayet rejiminin bu kesimin çıkarlarına daha iyi hizmet edeceğini düşünenler tarafından tasfiye edildiler ve –sınırlı- demokrasiye dönüş böylece mümkün oldu. Seçmen çoğunluğunun gücünü sınırlandırma ve askeri/sivil bürokrasinin ayrıcalıklı konumunu tahkim etme, yeni rejimi oluştururken hep akılda tutulan iki önemli gaye idi.

27 Mayıs'ı Türk siyasetindeki birçok anti-demokratik gelişmenin asli sebebi olarak görmek doğru değildir. Ancak 27 Mayıs, cılız olsa da yeşermekte olan demokratik siyaset yapma geleneğine darbe vurmuştur. Darbe, askerlerin siyasetin tamamen merkezinde oldukları, Genelkurmay karargâhının da hep iktidarda kalan bir siyasi parti gibi çalışmaya başladığı bir siyasal dönemi başlatmıştır. TSK'yı her yönden ayrıcalıklı bir zümre haline getirecek birçok adım bu dönemde atılmış, militarist zihniyet geri dönmüştür.

27 Mayıs'ın 10 zararlı mirası
27 Mayıs, sonraki darbe teşebbüsleri ile 12 Mart ve 12 Eylül darbelerine ilham kaynağı oldu. DP Hükümeti'nin kolaylıkla devrilmesinden cesaret alan birçok hırslı subay, benzer bir eylemi tekrarlamaya soyundu.
Darbenin başarısı sivillerin bir kısmında askerleri etkileyerek kolay yoldan iktidara gelme ya da iktidarı elinde tutma eğilimlerini teşvik etti. 1960'ların sol Kemalizmi, 2000'li yılların ulusalcılığı bu eğilimin en göze çarpan örnekleri oldular.
Kendisini, hakiki güç odağı olarak algılanan askerlere göre konumlandırma yoluyla kişisel/ kurumsal menfaat temini, politikacıdan bürokrata, iş adamından gazeteci ve akademisyene kadar birçok sivilin normal karşıladığı bir davranış biçimine dönüştü.
Bekleneceği gibi, 27 Mayıs en büyük etkiyi DP'yi destekleyen kitle üzerinde yarattı. Başbakan ve iki bakanın idam edil(ebil)mesi, bu partiyi destekleyen toplum kesimlerinde ve daha sonra bu geleneği temsile soyunan siyasetçilerde derin bir “güçsüzlük" duygusuna yol açtı. 14 Mayıs ile canlanan öz güven büyük yara aldı.
İktidarı, ordu ile güç paylaşma sanatı olarak gören siyaset anlayışı, sol ve komünizm karşıtlığının yarattığı Adalet Partisi-TSK yakınlaşmasının da etkisiyle kökleşti.
Ülkede son sözü askerlerin başını çektiği bürokratik (atanmış) kadronun söylediğine ve bunun kısa dönemde değişmeyeceğine inanılması, sağ siyasette zaten yaygın olan günü kurtarma reflekslerini güçlendirerek ahlâki değerlerin bir yana itildiği siyaset pratiklerinin kökleşmesine yol açtı.
Kısa dönemde kârlı çıkmış görünse de, CHP de uzun dönemde darbeden olumsuz etkilendi. DP döneminde bir ölçüde devlet partisi olma hüviyetinden uzaklaşmaya başlayan parti, darbe sonrasında hem darbenin müsebbibi olarak görüldü, hem de askeri rejimin uygulamalarından sorumlu tutuldu. Bu yüzdendir ki CHP 1957 seçimlerinde aldığı % 41.1 oy oranını yeniden ancak 1977 seçimlerinde görebildi.
27 Mayıs, Kemalist çevrelerde “nasıl olsa ordu parti çizgisinde" rahatlığı yaratarak CHP'nin sahici siyaset yapan, halkla ilişki kurabilen bir parti olmasını zorlaştırdı.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda var olmakla beraber 1950-60 döneminde bir ölçüde geriletilmiş olan militarist zihniyet ile onu besleyen kural ve pratikler tüm ağırlığıyla geri döndü.
Gariptir 27 Mayıs'ı “Hürriyet ve Anayasa Bayramı" olmaktan çıkaran, AP hükümetleri değil, 12 Eylül rejimi oldu. Siyaset tehlikeli bir faaliyet olarak algılandığından, yetenekli ve dürüst birçok isim siyasetten uzak durmayı tercih etti. Bu da Türk siyasetinin nitelikli kadrolardan uzun süre mahrum kalmasına yol açtı.