Adriyatik’te bir Osmanlı Cumhuriyeti

Yıl 1800. Adriyatik’te Osmanlı-Rus himayesinde, anayasası İstanbul’da yazılmış, bayrağı İstanbul’da çizilmiş bir Cumhuriyet rejimi…

anlı tarihinin en tartışmalı ittifaklarından biri olan 1798 Osmanlı-Rus İttifakı'nın nedeni, Fransa'nın Mısır'ı işgaliydi. Bu ittifak öylesine sıra dışıydı ki, Fransa'nın kurt Dışişleri Bakanı Talleyrand haberi duyunca koltuğuna yığılıp kalmıştı; zira Osmanlıların, “geleneksel düşman" Ruslar ile “geleneksel dost" Fransa'ya karşı ittifak edecekleri hiç aklına gelmemişti. Fransız maslahatgüzarı (Çeşitli sebeplerden ötürü büyükelçi atanmayan/atanamayan bir ülkeyle diplomatik ilişkileri yürütmek üzere görevlendirilen kişi) Pierre Ruffin ise hapsedildiği Yedikule Zindanı'nın penceresinden Rus gemilerini görünce, Sultan'ın Yeniçeriliği kaldırmak için Rusları İstanbul'a davet ettiğini sanmıştı. Peki, Osmanlıların bu gerçekçi dış politikası ne amaç güdüyordu?

Fransızlara karşı savaşın ana cephesi olan Mısır'da müttefik İngiltere'nin desteği sağlanırken, ikinci cephe olan Adriyatik'te ortak bir Osmanlı-Rus filosunun görevlendirilmesine karar verilmişti. Zira Fransa Kralı Napolyon, Mısır Seferi'nden bir sene evvel Venedik Cumhuriyeti'ne son vermiş ve Adriyatik'te Venedik mülkiyetinde bulunan Yedi Adalar'ı (İyon adaları: Korfu, Zenta, Kefalonya, Aya Mavra, İtaki, Çuka, Pakso) işgal etmişti. İşte Osmanlı-Rus filosunun amacı, Fransızları bu adalardan çıkarmaktı.

Nihayet Osmanlı-Rus filosu 1799 yılının Mart ayında Yedi Ada'yı Fransızlardan temizledi. Burada Birleşik Yedi Ada Cumhuriyeti (Cezayir-i Seba-i Müctemia Cumhuru) adında, Osmanlı-Rus himayesinde, anayasası İstanbul'da yazılmış, bayrağı İstanbul'da çizilmiş bir Cumhuriyet rejimi kurdular.

Bu Cumhuriyet, varlığını 1807 Tilsit Antlaşması'na kadar koruyarak, Fransızlara karşı bir tampon devlet görevi gördü. Bu adalar, 1807 ile 1812 yılları arasında tekrar Fransa hakimiyetine geçti ve devamında uzunca bir süre İngiltere korumasında kaldı.

Kuşbakışı Yedi Ada Cumhuriyeti Haritada Yunanistan'ın solundaki turuncu renkli adalar (Korfu, Zenta, Kefalonya, Aya Mavra, İtaki, Çuka ve Pakso) Yedi Ada Cumhuriyeti'ni (Septinsular Republic) gösteriyor.

Anayasa: Jakobenlere karşı liberaller


Yeni Cumhuriyet'in kurulmasına dair Rus- Osmanlı Antlaşması 3 Nisan 1800'de imzalandı. Cumhuriyet'in kuruluşu St. Petersburg'da (18 Ekim 1800) ve İstanbul'da (6 Kasım 1800) olmak üzere iki ayrı resmî törenle müjdelendi. Yeni kurulan Cumhuriyet'e bir anayasa hazırlanması için Fransa'nın ihtilal prensiplerinin tasvip edilmesi beklenemezdi. Zira İstanbul ve St. Petersburg zaten Fransa ile savaş halindeydi.

Her ne kadar Osmanlıların Fransız İhtilali'ni iyi anlamadıkları iddia edilse de bu doğru değildir. Osmanlılar, tıpkı müttefikleri İngiltere ve Rusya gibi, ihtilalin dünya düzenini bozup ayakları baş eylediğini düşünmekte ve hem Yedi Adalar'da, hem de Avrupa'da eski düzenin yeniden tesisini elzem görmekteydiler. İhtilalin faturasını ise “jakoben taifesi"ne kesiyorlardı. Jakobenler, daha evvel Fransa'da ortaya çıkıp türlü fitne ve fesada teşebbüs ettikleri için kahrolmaları umulan kitleydi. Haliyle Yedi Adalar'ın tutucu soylu sınıfını kendi doğal müttefikleri sayarak Cumhuriyet idaresini Venedik döneminde olduğu gibi bu aristokratlara bırakmak istiyorlardı. Gelgelelim yerel halk aristokratların idaresinden nefret ediyordu.

Adriyatik'teki Rus filosunun amirali Uşakov, sadece soyluların temsil edildiği bir parlamentonun yeni Cumhuriyet'te istikrarı sağlayamayacağını düşündüğünden hazırladığı geçici anayasada, Çar'ın iradesiyle ters düşmek pahasına, halk ve eşrafa parlamentoda sınırlı da olsa temsil hakkı tanıdı. Bu geçici anayasa Osmanlı ve Rus saraylarında bir skandal olarak görüldü. Müttefik hükümdarlar bu anayasanın ihtilal prensiplerinden fazlaca etkilendiği ve “liberal" olduğu kanısındaydılar. Soylular ise Rus ve Osmanlı saraylarına temsilci heyetleri göndererek bu geçici anayasayı protesto ettiler.

Sonuç olarak, Rus Çarı Paul'ün de onayıyla, taraflar kalıcı anayasanın ya da Osmanlıların tabiriyle “nizam-ı dahili"nin İstanbul'da yazılmasına karar verdiler.

“Fransızların fesat tohumları temizlenmelidir!"


Anayasanın yazımı aşamasında temel prensip, Yedi Adalar'da Venedik dönemindeki idare tarzının yeniden kurulmasıydı. Hatta adanın asilzadeleri, yeni anayasaya Fransız İhtilali ilkelerini sokmamaları konusunda uyarılmıştı: Yedi Adalar Fransızların saçtığı fesat tohumlarından -ihtilal prensiplerinden- kurtarıldığı gibi hâlâ kök salmış tohumlar varsa onlar da temizlenmeliydi.

Osmanlılar ise anayasayı Cumhuriyet'in iç işlerini düzenleyen bir “nizam-ı dahili" veya “nizamname" olarak değerlendiriyordu. Cumhuriyet Osmanlılara bağlı bir devlet olduğu için dış işleri bir beratla düzenlendi. Buna göre Cumhuriyet, savaş zamanında Osmanlıların düşmanlarıyla işbirliği yapmayacak, barış zamanında da Balkanlardan adalara sığınan haydutları teslim edecekti ki, bu adalar asırlardır haydutların sancağı idi. Ancak bu berat, Osmanlıların hakimiyetini pekiştirdiği için Rus müttefiklerin protestolarına neden oldu.

Fransızlarla savaş halinde olan Osmanlı'nın, yeni kurulan Cumhuriyet'in anayasasında Fransa'nın ihtilal prensiplerine yer verilmesini tasvip etmesi beklenemezdi.

Yedi Ada artık Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası haline geldiğinden, Garp Ocakları'na bağlı korsanların Cumhuriyet'in tüccarlarına saldırılmaları yasaklandı ve bu tüccarlara ticari imtiyazlar tanındı. Cumhuriyet'in İstanbul, İzmir, Halep, Akka ve İskenderiye gibi en mühim ticaret şehirlerinde hızla konsolosluklar açmasına bakılacak olursa, bu ticari imtiyazların Yedi Ada'yı zenginleştirdiği kolaylıkla söylenebilir. Öyle ki, Karadeniz'e çıkan gemilerin sayısı 1803'te tam 37 iken 1804'te 100'e ulaşmıştı.

Yedi Ada Cumhuriyeti Anayasasının kapağı: 1800'de Osmanlı himayesinde kurulan Yedi Ada Cumhuriyeti'nin, yukarıda kapağı görülen 1803 tarihli anayasası Padişah tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe girmişti.
Hicri tarih bayrağa nasıl yazıldı?


Yedi Ada Cumhuriyeti' nin bayrağını belirlemek de kayda değer bir sürece sahne olmuştur. O dönemde Osmanlıların “bandirya" dedikleri bayrak/bandıra, dost gemileri düşman gemilerden ayırmaya yarayan yegane işaretti. Eski Venedik düzenine dönüldüğü için mantıken Yedi Ada tüccarlarının ismi var cismi yok Venedik bayrağını kullanmaları gerekirdi; oysa Avusturya, Venedik tarih olduktan sonra bu bayrağı kendi gemilerinde kullandı. Bu nedenle yeni bir bayrak şarttı.

Anayasa gibi bayrak meselesi de İstanbul'da karara bağlandı. Ve tıpkı anayasa tartışmalarında olduğu gibi bayrak konusunda da Osmanlılar, Fransız İhtilali prensiplerini akla getiren sütun ve demet gibi simgelere karşı çıktılar. Ayrıca dini hassasiyetlere de saygı gösterilmeliydi. Böyle olunca, soylular heyetinin önerdiği bayrak, fondaki lacivert rengin yeşile çalması nedeniyle reddedildi. Zira yeşil, Müslüman rengiydi. Osmanlılar karşı öneriyle, mavi fon üzerine Venedik'in sembolü olan St. Marco aslanının resmedildiği bir bayrakla çıkageldiler. Bu bayrak Osmanlı hakimiyetini simgeleyen kırmızı bir şeritle çerçevelenmişti. Heyet bu bayrağa, Yedi Ada'nın birliğini simgelemek için yedi sütun ekleyince Osmanlılar yine karşı çıktılar; çünkü sütunlar ihtilal simgelerini akla getirmekteydi. Kaldı ki, bu bayrak neredeyse “tasvir suretini kesb" etmekteydi; yani resme benziyordu. Bu ise Osmanlı Devleti için dinen caiz değildi.

Sonunda, Osmanlıların önerdiği bayrak ufak tefek değişikliklerle kabul edildi. Sütunlar oka çevrildi. İlginçtir ki, Çar Paul, bir iyi niyet göstergesi olarak, Cumhuriyet'in kuruluş tarihi olan Hicri 1214 tarihinin, bayrağı dolaşan kırmızı şerit üzerine Osmanlı hakimiyetini simgelemek amacıyla yazılmasını önermiştir.

  • Anayasa'ya Osmanlıca bir karşılık gerek!
  • 19. yüzyılda anayasal düşüncenin gelişimi açısından Yedi Ada Cumhuriyeti'ne bahşedilen anayasanın önemi yadsınamaz. Yabancı kavramların dilimize asıl halleriyle girdikleri bir gerçektir. Oysa bizde anayasaya Fransızcadan mülhem “konstitüsyon" denmez. Bu durumda, Meşrutiyet devrinde ilan edilen anayasanın adı olan “Kanun-ı Esasi" nereden gelir? Dubrovnik'e asırlardır verilmekte olan “dahili nizam" ile Yedi Ada'ya verilen “nizam-ı mülkiye" bu cumhuriyetlerce ve Avrupa nezdinde anayasa olarak kabul edilmekteydi. Zamanla Osmanlı milletlerine verilen dahili nizamlar da “nizamname" diye anılmış ve ilgili milletçe anayasa olarak kabul görmüştür (örneğin, Ermeni Nizamnamesi). İşte karşılıklı hak ve yükümlülükler ile siyasete katılımın kurallarını belirleyen bu nizamnamelerin değişerek esas kanuna dönüşmesi sonucu, Osmanlı “konstitüsyon" kelimesinin karşılığını kendi siyasî kelime dağarcığında “Kanun-i Esasi" olarak bulabilmiştir.
Yedi Ada'dan Monte Cristo'ya… Yanya valisi Tepedelenli Ali Paşa, İtaki ve Pakso adalarının fethinde Arnavutluk kıyılarındaki kaleleri ele geçirmekle görevliydi. Zamanla güçlenerek Osmanlı Devleti'ne isyan etti ancak başarılı olamadı. Lord Byron ve Victor Hugo, eserlerinde önemli bir tarihi figür olan Ali Paşa'dan bahsederler. Alexandre Dumas'nın Monte Cristo Kontu'ndaki karakterlerden biri de Tepedelenli'nin kızıdır.
Anayasa daha katılımcı hale getirildi


Yedi Ada'nın ahalisi “Bizans Anayasası" adını taktıkları yeni anayasadan, berattan ve bayraktan hoşnut olmamıştı. Zira onlar Osmanlı-Rus himayesi altında eski Venedik düzenini canlandıran tutucu bir anayasanın şekillendirdiği bir Cumhuriyet istemiyorlardı. Ahali sadece Rus himayesini kabul eden, nispeten daha katılımcı bir anayasa ile idare edilen bir Cumhuriyet'ten yanaydı. Bu yüzden çıkan ayaklanma 1802 yılı boyunca sürdü. Osmanlılar için adalardaki isyancılar, artık söylemeye gerek yok, “jakobenlerdi." Korfu'daki bu “Yakobin güruhu (Jakoben grubu) umur-ı cumhuru (halkın işlerini)" kendilerine mal etmek “fikr-i fesadıyla (kötü düşüncesiyle)" ihtilal çıkarıp “dahili nizamı (anayasayı) idare-i umur (devlet yönetimi)" sefillerin elinde kalmıştı. Bunlar, “idare-yi mülkü (yurt idaresini) avam-ı nassın (cahil halkın)" eline vermenin peşindeydiler. Nihayetinde, 1803 yılında mevcut anayasa daha katılımcı olacak şekilde değiştirildi ve Cumhuriyet, Osmanlıları Adriyatik'te Fransız tehdidine karşı korumayı 1807'e dek sürdürdü. Sonrasında sırasıyla Fransa ve İngiltere'nin egemenliği altına giren Yedi Ada bugün Yunanistan sınırları içindedir
  • “Sefil Halk Kitleleri" idareye katılamaz!
  • Anayasanın hazırlanması sürecinde Osmanlı ile Yedi Ada'nın asilzadeleri arasında şöyle bir diyalog geçer: Osmanlı Heyeti: Venedik vaktine tatbik olunsa güzel olmaz mı ve ol-zaman suret-i nizamları ne vechle idi? Yedi Ada Heyeti: Venedik vaktinde cari olan nizamda iki nev kaide vardır ki birisi senato erbabı asilzadegan zümresinden olub esafil-i nasa müdahele itdirilmez ve diğeri asilzadegândan bir hanedan münkariz olur ise ol hanedan muattal olmamak içün kendüsü ve babası ve büyük babası ashab-ı hıreften olmayan birisi anın yerine nasb ile hanedan itibar olunur. Hasılı keyfiyet-i idare-i cumhuriye Dubrovnik Cumhuru'na müşabihdir. Görüldüğü üzere Osmanlı tarafı Venedik dönemindeki idare tarzını sorduklarında soylular heyeti eskiden senato üyelerinin sadece asilzadelerden seçilip “halkın sefil kısmının" idareye karıştırılmadığını belirtirler. Bir asil ailenin soyu tükenirse senatodaki yerini, üç kuşağı da esnaf ve zanaatkâr olmayan biri alır. Böylece, günümüzde orta sınıf tabir edilecek kesimin idareye katılmaya layık görülmeyen “sefil halk kitleleri" olarak görüldüğü ortaya çıkar.