Desteği İçin Türkiye’ye Minnettarız

Kırım Tatarlarının lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun, 3 Mayıs 2014’te Kırım’a girişinin yasaklanması üzerine çok sayıda Tatar, Rusya yanlısı milislerin oluşturduğu kontrol noktasına yürüdü.
Kırım Tatarlarının lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun, 3 Mayıs 2014’te Kırım’a girişinin yasaklanması üzerine çok sayıda Tatar, Rusya yanlısı milislerin oluşturduğu kontrol noktasına yürüdü.

Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, Kırım Tatarlarının sürgünden sonra başlattığı geriye dönüş hareketinin sembolüdür. Henüz bebekken ayrıldığı Kırım’a 45 yıl sonra dönmeyi başarmış ve halkına öncülük etmiştir. Hayatının dörtte birini zindanlarda veya çalışma kamplarında geçiren, davası uğruna işkencelere maruz kalan Kırımoğlu, Derin Tarih’in sorularını cevapladı.

Kaynak: Derin Tarih, Mayıs-2021

Konuşan: Metin Taha Yılmaz

_____________________________________________

Kırım’ın tarihî serüveninden bahsederek söze başlayalım. Geçmişten günümüze, yaşananlar nasıl özetlenebilir?

Kırım Tatar halkının tarihi çok dramatiktir. Çünkü toprağımız Kırım birçok devletin dikkatini çekti ve bu devletler buraya sahip olmak istediler. 1783 yılında bizim devletimiz Kırım Hanlığı yok oldu. Ruslarla Osmanlıların yapmış olduğu savaş neticesinde Küçük Kaynarca Antlaşması (1774) imzalanmıştı. O antlaşmada Ruslar, “Kırım, Osmanlılardan tamamen bağımsız bir devlet olacaktır” dediler. Fakat daha sonra Ruslar bu antlaşmaya uymayarak Kırım’a girdiler. O zaman Osmanlı başka devletlerle savaştaydı. Yani Kırım’ı kurtarmaya veya yardım etmeye imkânı yoktu. Neticede Kırım Hanlığı yıkıldı ve Kırım Tatarlarına, yani Kırım Türklerine çok büyük baskılar yapıldı. Kırım Tatarları da Osmanlı Devleti topraklarına göç etmek zorunda kaldılar. Böylelikle 1917’de Bolşeviklerin iktidarı başladığında, biz artık millî toprağımızda bir azınlık haline gelmiş durumdaydık.

1917 öncesinde, Kırım’daki Tatar nüfusu ne kadardı?

Eski zamanlarda nüfus sayımları olmuyordu ama benim tahminlerime göre ve yazarlarımızdan Ahmed Özenbaşlı’nın Çarlık Hâkimiyetinde Kırım Faciası kitabında da dediği gibi, Kırım Hanlığı savaş zamanında 200 bin kadar asker çıkartabiliyordu. Buradan hareketle Kırım Hanlığı’nın nüfusunun iki ilâ iki buçuk milyon kadar olduğunu tahmin edebiliriz. 1917 itibariyle ise, bizler artık Kırım Yarımadası’nın toplam nüfusunun yüzde 25’ine düşmüştük.

1920-21 yıllarında, Bolşevikler zamanında suni açlık baş göstermişti. O zaman başka milletler de etkilenmişti bundan, lakin en çok kaybı Kırım Tatarları verdi. 100 bine yakın insan açlıktan öldü. Sonraki en büyük facia da 2. Dünya Savaşı’nın sonunda Kırım Tatarlarının topyekûn sürgün edilmesi ve soykırıma uğratılmasıdır. O yıllarda, yani 1944-46 yılları arasında bizim yaptığımız araştırmalara göre halkımızın %46’sı açlıktan, hastalıklardan ve diğer sebepler neticesine vefat etti. Sürgün edildiğimiz yerlerde, yani Özbekistan’da, Kazakistan’da, Sibirya’da halkımız gün yüzü görmedi, üstüne üstlük ağır işlerde çalıştırıldılar. Ancak 1953’te Stalin öldükten sonra ortam biraz yumuşadı. O zaman Kırım Tatar halkından hayatta kalanlar vatanlarına dönmek için mücadeleye giriştiler. Mücadelemiz silahla değildi, sadece demokratik yollarlaydı ve Sovyet rejiminin son yıllarına kadar devam etti. Gorbaçov zamanında biraz serbestlik oldu. Moskova’daki Kızıl Meydan’da nümayişler ve mitingler ile taleplerimizi bütün dünyaya bildirme imkânımız olmuştu. Neticede 1980’li yılların sonlarında, büyük zorluklar çekse de Kırım Tatar halkı öz vatanına dönebilmeyi başardı.

Rus devleti, sürgünü ve Kırım Tatarlarına yapılanları kendi halkına nasıl izah etti?

Ruslar bizi sürgün ettikten sonra Kırım Yarımadası’nda Tatarlara karşı büyük bir propaganda yaptılar. “Bunlar Rus düşmanları”, “bunlar hainler” dediler. Rusya’dan bizim vatanımıza getirilen ve yerleştirilen Ruslar da bu propagandayı memnuniyetle karşılıyorlardı. Bu durum onlara manevî bir rahatlık veriyordu. Çünkü ölüme gönderilen insanların evlerinde yaşıyor ve onların eşyalarını kullanıyorlardı. Neticede vatanımıza döndüğümüz zaman oradaki nüfus bizi böyle sıcak karşılamadı tabii ki. Fakat biz buna bakmadık ve vatanımıza akın ettik.

Kırım’da nasıl karşılandınız?

Kırım, o zaman Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlıydı. 1991 yılında Sovyetler Birliği tamamen dağıldıktan sonra Ukrayna kendi bağımsızlığını ilân etti ve Kırım Tatarlarının işi çok daha kolay oldu. Çünkü Ukrayna, Kırım Tatar halkının haksız olarak sürgün edildiğine inandığından, “biz Ukrayna Devleti olarak onların kendi vatanlarına dönmesi için, kendi millî hayatlarını kurmaları için her türlü desteği vereceğiz” şeklinde açıklamalar yaptılar. Fakat bizim Kırım Yarımadası’ndaki problemimiz şuydu ki, biz orada azınlıktık. Üst yetkili kişiler hâlâ eski zihniyeti devam ettiriyorlardı ve bu bize çok zorluk çıkartıyordu. Ukrayna Devleti bu durumda maalesef bize yeteri kadar yardımcı olamadı. Eğer o zamanlar Ukrayna’nın bu millî politikası doğru tatbik edilebilseydi, Kırım Tatarları orada yeterince güçlenmiş olsaydılar ve hâlâ sürgünde olan insanlarımız Ukrayna Devleti’nin desteğiyle gelmeyi başarabilseydiler, belki de 2014 işgali -%100 olmasa da- Ruslar için çok daha zor olurdu. Ama Ukrayna tarafından bazı hatalar maalesef yapıldı.

Şu anda Kırım’daki Tatar nüfus ne kadar?

Son verilen rakamlara göre, 280 bin kadardı fakat bizim tahminlerimize göre 300 bin civarında. Fakat işgalden sonra yapılan aşırı baskılar neticesinde pek çok insanımız vatanlarını terk edip Ukrayna’nın diğer kısımlarına göçmek zorunda kaldı.

Bu süreçte Türkiye ile nasıl bir münasebetiniz oldu? Türkiye’den beklentileriniz nelerdir?

Rus askerlerinin Kırım’a girdiği 2014 yılında ve sahte referandumun yapıldığı hengâmede biz Kırım Tatar Millî Meclis Başkanı Rıfat Çubarov ile beraber Türkiye’ye gitmiştik. Sayın Recep Tayyip Erdoğan o gün İzmir’deydi, biz de İzmir’e gittik ve durumu kendisiyle epeyce konuştuk. Ben Türkiye’den beklentilerimizi dile getirdim. Türkiye, Kırım işgalinin en başından itibaren bu işgali tanımadığını farklı platformlarda defalarca ifade etti. Uluslararası kaideler doğrultusunda Rusya’nın işgal ettiği toprakları terk etmesi ve Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün sağlanması gerektiğine dair açıklamalar yaptı. İşte biz buna minnettarız. Bundan fazlasını istememiz de Türkiye’yi zor duruma sokmak olurdu. Türkiye’nin manevî desteğini her an hissettik, minnettarız. Sadece manevî destek değil tabii ki, Türkiye elinden geleni yapmaya çalışıyor. Mesela Kırım’ı terk etmek zorunda kalıp da Ukrayna’ya göçmek zorunda kalan insanların konut problemlerini, kültürel ve eğitimle ilgili ihtiyaçlarını halletmek için uygulamaya konulan bazı projeler var. Ayrıca Türk diplomatları NATO ve Birleşmiş Milletler toplantılarında daima söz alıp Kırım Tatarlarının dramına dikkat çekiyorlar ve Kırım’ın toprak bütünlüğünü koruması yönünde görüşlerini dile getiriyorlar. Bu da elbette bizim için büyük bir destek ve yardımdır.

Siz Rusya’nın Kırım’ı işgal edeceğine ihtimal veriyor muydunuz?

Bir devletin nasıl hareket edeceğini düşündüğünüz zaman, ilk akla gelen nokta o devletin menfaatleri oluyor. Eğer bu açıdan meseleye bakacak olursak, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna ile arasını bozması ve Kırım’a girmesi pek mantıklı görünmüyordu. Ama yaptı işte. Çünkü Putin realist davranmıyor; kendi milletini, halkını ve devletini düşünmüyor. Hamasi davranıyor. Diğer halkların üzerine basarak yükseltmeye çalışıyor. Fakat insanlar şimdi uyanmaya başladı. Çünkü Batı tarafından uygulanan yaptırımların tesiri çok büyük. Rusya’nın ekonomisi perişan durumda. Eğer Putin neticelerini bilseydi bütün bu adımları atmazdı.

2008 yılında Rusya Gürcistan’a girdi. Buranın bir kısmını işgal edip bir kukla cumhuriyet kurdu. Birleşmiş Milletler teşkilatı olsun, dünyadaki diğer teşkilatlar olsun sessiz kaldılar. Bundan dolayı Putin çok cesaretlendi. Zannetti ki, şimdi Kırım’ı da işgal edecek ve bu işgal de sessiz sedasız gerçekleşecek, herkes tanıyacak… Ama öyle olmadı. 27 Mart 2014 tarihinde bu mesele Birleşmiş Milletler’de tartışıldığı zaman 100 ülke karar aldı ve bu karara göre Rusya Kırım’ı boşaltmak zorundaydı. Rusya’yı destekleyenler Kuzey Kore ve Ermenistan gibi hiçbir değeri ve mahiyeti olmayan ülkelerdi.

Biliyorsunuz 2014 yılında Ukrayna’nın durumu çok karışıktı. Cumhurbaşkanı Rusya’ya kaçtı ve içişleri bakanlığında, istihbaratında, savunma bakanlığında çok fazla Rus ajanı vardı. Amerikan istihbaratı CIA’nın verdiği bilgiye göre çalışanların %30’u Rus ajanıydı. Putin zannetti ki, kendi istediği adamı iktidara kolaylıkla getirebilecek, o adam da işgali resmen tanıyacak, Kırım’ın Rus toprağı olduğunu kabul edecek ve böylelikle mesele çözülecek… 2014 yılında Ukrayna’nın ordusu yoktu. Savunma bakanı o zaman parlamentoda açıklama yapmıştı. Sözlerini hâlâ hatırlarım. Dedi ki: “Sözde 40 binlik askerimiz var fakat pratik olarak 5-6 bin kadar ancak vardır. Bütün tanklarımız, uçaklarımız, motorlarımız her şeyimiz çalınmış.” İşte böyle bir durumdaydık. Fakat halk ayaklandı gönüllü askerî birlikler kuruldu ve neticede Rusları durdurduk. Yani Putin’in beklediği şey olmadı.

Bundan sonra ne olacak, öngörünüz nedir?

Şimdi ne olacak bilmiyoruz. Bizim sınırımız Ukrayna’nın sınırında. Bizim bütün sınırları savunmaya yetecek gücümüz yok. Rusya 110 bine yakın asker getirmiş. Tankları ve seyyar hastaneleri de yanlarında. Yani savaşa hazırlandıkları kesin. Elbette Ukrayna topraklarına girmeyi planlıyorlar. Gerçekten de böyle yapacaklar mı, yoksa bu bir şantajdan mı ibaret? Yoksa bizi korkutmaya mı çalışıyorlar? Bütün bunlara araştırmacılar ve analistler kesin bir cevap veremiyorlar. Putin Ukrayna’ya girmek gibi bir akılsızlık yapacaksa, Ukrayna’nın mevcut durumu 2014’teki gibi değil. Söylediğim gibi, o zaman bizim askerî bir birliğimiz yoktu fakat şimdi Ukrayna’da 240 bin kadar asker var.

Buradaki insanların hakları nasıl korunabilir?

Kırım Yarımadası’nın mevcut durumunu farklı dönemlerdeki haliyle kıyas etmek mümkün. Kırım çok farklı dönemlerden geçti. Stalin zamanı, Kruşçev zamanı veya Gorbaçov zamanı gibi. Fakat şimdiki durum Stalin zamanına çok benziyor. Elbette Rusların işgaline karşı ne kadar ses çıkarılırsa, bizim için o kadar iyi. Elbette ki hapse atmalarını veya baskı yapmalarını durdurmayacak ama azalabilir. Onların cinayetleri ne kadar dile getirilirse o kadar faydası olur.

Kırım topraklarında Rusça konuşan, Rusça düşünen insan çoktur. Ukrayna’da da aynı şekilde. Zaten Ukrayna’nın yüzde 17’si etnik olarak Rus’tur, özellikle doğu tarafları Ruslaşmıştır. Açıktan açığa Rusya taraftarı olduklarını söylemeseler de, gönüllerinde Rusya’ya muhabbet vardır. Kırım’da da böyledir. Çünkü oradaki insanların büyük çoğunluğu, vaktiyle Rusya’dan getirilmiştir. Propagandanın gerçekten çok büyük tesiri var. Biz bu meselede maalesef geri kalmış bir durumdayız. Ruslarla propaganda alanında rekabet etmek imkânsız. Propagandaya dünya kadar para sarf ediyorlar. Ben arşivime Kırım ile alakalı toplam 67 dilde yazılmış bütün makaleleri topladım. Bakıyorum ki birçok makalede Kırımla ilgili yazılan malumatlar Rusya’dan alınmış. Durum böyle olunca, dünyada Rus taraftarlarının sayısının artması gayet tabiidir.

Kırım’ın tarihî eski isimlerinin geri verilmesini istiyoruz ve bununla ilgili bir projemiz var. Bu bizim için gerçekten çok önemli. Çünkü biliyorsunuz 1944 yılındaki sürgünden, Kırım Muhtar Cumhuriyeti kaldırıldıktan ve Kırım Rusya’nın bir bölgesi olduktan sonra toplamda 1.118 kasabanın, şehrin vs. ismi Ruslaştırılmıştı. Bizim talebimiz eski adlarının geri verilmesidir. Buna karşı çıkanlar da var. Fakat yine de ümit ederiz ki, kabul edilir.

Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu Kimdir?

Türkiye kamuoyunda Mustafa Cemiloğlu veya Mustafa Cemil Kırımoğlu diye tanınan Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun Abdülcemil Bey ile Mahfüre Hanımın oğlu olarak 1943 yılında doğdu. Henüz bebek iken ailesi ile birlikte 1944’te Kırım’dan sürgün edildiler. Bu nedenle çocukluğu Özbekistan’ın Andican bölgesinde geçti. Rus dilinde orta öğrenimini tamamlayan Kırımoğlu, Taşkent Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı bölümüne girmek için müracaat etti ancak “Sovyetlere sadık olmayan bir milletin mensuplarını bu fakülteye almıyoruz” diyerek reddetmeleri üzerine bir fabrikada işçi olarak çalışmaya başladı.

1962 yılında Taşkent Ziraat Mekanizasyon ve Sulama Entitüsü’ne girdi. 3 yıl sonra Sovyet gizli haber alma teşkilatı KGB’nin isteği üzerine, Komünist Parti ve Sovyet Devleti aleyhinde propaganda yaptığı gerekçesi ile okuldan atıldı. Bir süre sonra askere çağrılınca Kırımoğlu, “Mademki bu ülkede Kırım Tatarlarının hiçbir vatandaşlık hakları yok, öyleyse askerlik borcumuz da yoktur. Vatanından vahşice sürülmüş ve vatanı olmayan bir insan, bu devlette neyi müdafaa edecek? Buna güvenmeyen bir devlete sadık kalacağıma dair askerlik yemini edemem” diyerek askere gitmeyi reddetti. Bunun üzerine 1.5 yıl hapse mahkûm edildi.

Kırım Tatarlarının durumu ve hakları hakkında mektuplar ve makaleler yazarak Sovyetler Birliği’nin zulmünü dünyaya duyurmaya çalıştı. Bu yüzden 1969 yılında ikinci defa tutuklanarak 3 yıl hapse mahkûm edildi. 1974 yılında tekrar tutuklanan Kırımoğlu, Sibirya’daki bir çalışma kampına gönderildi. Sonraki yıllarda bu ceza tekrarlandı. Hayatı tutuklamalar, hapis cezası ve çalışma kamplarıyla geçti.

Buna rağmen asla pes etmedi. Kırım Tatarlarının 1987 yılında Moskova Kızıl Meydan’da yaptığı gösteriyi arkadaşlarıyla birlikte organize etti. Dünyada büyük yankılar uyandıran bu gösterinin ardından 1989 yılında Taşkent’te kurulan Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilatının başbakanlığına seçildi. Kırımoğlu’nun çalışmaları ve direnişleri sonucunda 1991 yılında Millî Kurultay Kırım Türklerinin bağımsızlığı ilan etti. Kırım Türklerinin en üst yetkili organı olarak 33 kişilik Kırım Tatar Millî Meclisi kuruldu; başkanlığına da Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu getirildi. Ukrayna Parlamentosu’ndaki milletvekilliği görevi ve Kırım Tatarlarının haklarını arama mücadelesi devam etmektedir.