Divan şiiri Türkçenin altın çağı mıdır?

Divan Şiiri
Divan Şiiri

İspanyol edebiyatının 16.-17. yüzyılları 'Altın Çağ' (Golden Age) diye geçer kitaplarda. Aynı şekilde Latin, Rus ve Hint edebiyatlarının da Altın Çağlarından söz edilir. Peki, Türk edebiyatının Altın Çağı var mıdır? Konunun uzmanlarına yönelttik bu merak uyandıran soruyu. İşte sizin için derlediğimiz cevaplar:​

İngilizler adeta kutsal bir ağaca tutunur gibi okur ve severler Shakespeare'i. Ve sevgilerini abartırlar. Nerede okuduğumu hatırlamıyorum, bir İngiliz edebiyatı uzmanı, Shakespeare'in bir şiirinde geçen bulut tasvirinin İngiltere'nin hangi bölgesinde ve yaklaşık saat kaçlarda görünebileceğine dair bilimsel meteorolojik verileri kullanmıştı. Kıskanmıştım doğrusu. “Bizim şairlerimiz öksüz mü?" demiştim içimden kopan çığlıkta, “neden onlar bu ilgiden mahrumlar?"



Bu soruları sorar sormaz hafıza denizinde kulaç atmaya başlıyoruz. Karşılaştığımız en cesametli gemi, elbette Divan şiiri oluyor. Kendinden önceki edebiyatımızı da, kendisinden sonrakileri de gölgesiyle kapatan bu gemi çoktan kaptansız kalmışsa da, bugün dilimize girmiş birçok beyit ve deyimden tutun da Bâkî, Nedim, Nâbî gibi çocuklarımıza koyduğumuz isimlere varıncaya kadar gölgesini günümüzün toprağına sermeyi başarmış görünüyor.

Öyleyse Divan şiirine 'Türk şiirinin Altın Çağı' diyebilir miyiz?

Günay Kut, bir yüksek sınıf edebiyatı olarak Divan edebiyatının Türk edebiyatı ve kültüründeki müstesna yerinden ve seyrinden bahsederken, Talât Sait Halman böyle bir kategorileştirmenin doğruluğunu sorguladı. İskender Pala, Divan edebiyatının sahip olduğu güçlü ve ışıltılı şiir birikimini, Cihan Okuyucu ise ses ve musikî zenginliğini ele aldı. Ataol Behramoğlu ise sorumuza bir şaire yakışır ilginç bir soruyla karşılık verdi.
Prof. Dr. Günay Kut “Divan edebiyatı kendi türünde şiir ve nesrin altın çağıdır”

                                    Divan edebiyatı Türk şiirinin altın çağıdır” diye hüküm vermek oldukça iddialı bir söylemdir. Bu herkese göre değişebilir. Benim kişisel görüşüme gelince: Divan edebiyatı bir yüksek sınıf edebiyatıdır. Türklerin İslamiyeti kabulünden sonra, özellikle Oğuz Türkleri Anadolu'ya geldiklerinde Türkçenin resmî ve edebî yazı dili olması aşamasında verilen eserlerin dilinin Türkçe ağırlıklı olduğu malumdur.

Klasik Divan edebiyatını oluşturan edebî malzeme, mesela İslam mitolojisi, Kur'an, hadis, fıkıh gibi dinî bilgiler, İslam musikîsi, hat sanatı, edebî sanatlar, aruz, edebî türler ve Firdevsî'nin 11. yüzyılda kaleme aldığı İran'ın millî destanı 
Şehnâme gibi Yakın Doğu kültürü ve edebiyatına ait bütün bilgiler Divan edebiyatının arka planını oluşturdu. Bu arka planın muhteviyatı içinde özellikle İran edebiyatı önemli bir yer tutmuş ve Divan edebiyatının gelişmesinde model olmuştur. Fakat bunu taklit olarak düşünemeyiz. Bu edebiyat kendi zamanının yaşam tarzı içinde gelişmiş her türlü siyasî, sosyal ve psikolojik değişmelere paralel olarak gelişmiştir. Bu değişmeler 15.-18. yüzyıllarda devam etmiştir.

Hayatla bağlantılı olarak gelişen ve bu doğrultuda konularını seçen Divan edebiyatı aslında bir yüksek zümre edebiyatıdır. Zevki iyice incelmiş, zengin bir kültürle beslenmiş bir edebiyattır. 18. yüzyılın sonuna kadar varlığını devam ettiren ve her konuda kütüphaneler dolusu eser bırakan bu edebiyat, bugünkü dilimizde kullandığımız pek çok mecazî ve sembolik söylemleri ile etkisini devam ettirmektedir. Gül ve bülbül üzerindeki söylemler, çiçeklerin isimleri ile yapılan her türlü sanatsal benzetmeler, sevgili tasvirleri, binlerce deyim, benzetme ve mecazî anlatımlarla hâlâ yaşamaktadır.


400 yıl kadar sanatkârlarımız sonuç olarak aynı şeyi söyledikleri halde en güzelini söylemek amacı ile sanatı adeta süzgeçten geçirerek sanatı sanat için yapmışlardı. Aynen Kanuni'ye atfedilen 


Kadd-i dildâra kimi ar'ar dedi kimi elif 
Herkesin maksûdu bir ammâ rivâyet 

muhtelif beytinde ifade edildiği gibi... Sonuç olarak bu edebiyat, kendi türünde şiirin ve de nesrin (inşâ) altın çağını meydana getirmiştir.
Prof. Dr. Günay Kut “Divan edebiyatı kendi türünde şiir ve nesrin altın çağıdır” Divan edebiyatı Türk şiirinin altın çağıdır” diye hüküm vermek oldukça iddialı bir söylemdir. Bu herkese göre değişebilir. Benim kişisel görüşüme gelince: Divan edebiyatı bir yüksek sınıf edebiyatıdır. Türklerin İslamiyeti kabulünden sonra, özellikle Oğuz Türkleri Anadolu'ya geldiklerinde Türkçenin resmî ve edebî yazı dili olması aşamasında verilen eserlerin dilinin Türkçe ağırlıklı olduğu malumdur. Klasik Divan edebiyatını oluşturan edebî malzeme, mesela İslam mitolojisi, Kur'an, hadis, fıkıh gibi dinî bilgiler, İslam musikîsi, hat sanatı, edebî sanatlar, aruz, edebî türler ve Firdevsî'nin 11. yüzyılda kaleme aldığı İran'ın millî destanı Şehnâme gibi Yakın Doğu kültürü ve edebiyatına ait bütün bilgiler Divan edebiyatının arka planını oluşturdu. Bu arka planın muhteviyatı içinde özellikle İran edebiyatı önemli bir yer tutmuş ve Divan edebiyatının gelişmesinde model olmuştur. Fakat bunu taklit olarak düşünemeyiz. Bu edebiyat kendi zamanının yaşam tarzı içinde gelişmiş her türlü siyasî, sosyal ve psikolojik değişmelere paralel olarak gelişmiştir. Bu değişmeler 15.-18. yüzyıllarda devam etmiştir. Hayatla bağlantılı olarak gelişen ve bu doğrultuda konularını seçen Divan edebiyatı aslında bir yüksek zümre edebiyatıdır. Zevki iyice incelmiş, zengin bir kültürle beslenmiş bir edebiyattır. 18. yüzyılın sonuna kadar varlığını devam ettiren ve her konuda kütüphaneler dolusu eser bırakan bu edebiyat, bugünkü dilimizde kullandığımız pek çok mecazî ve sembolik söylemleri ile etkisini devam ettirmektedir. Gül ve bülbül üzerindeki söylemler, çiçeklerin isimleri ile yapılan her türlü sanatsal benzetmeler, sevgili tasvirleri, binlerce deyim, benzetme ve mecazî anlatımlarla hâlâ yaşamaktadır. 400 yıl kadar sanatkârlarımız sonuç olarak aynı şeyi söyledikleri halde en güzelini söylemek amacı ile sanatı adeta süzgeçten geçirerek sanatı sanat için yapmışlardı. Aynen Kanuni'ye atfedilen Kadd-i dildâra kimi ar'ar dedi kimi elif Herkesin maksûdu bir ammâ rivâyet muhtelif beytinde ifade edildiği gibi... Sonuç olarak bu edebiyat, kendi türünde şiirin ve de nesrin (inşâ) altın çağını meydana getirmiştir.
Prof. Dr. Cihan Okuyucu “Divan edebiyatımız zekânın son merhalesidir”

                                    Bir edebî geleneğin değeri, temsil ettiği estetik seviye yanında kullanım alanı ve süresiyle de ölçülür. Bu kıstasla ele aldığımızda, Divan şiirinin yaklaşık 6 asır Türk-İslam coğrafyasının tamamında hükümran olan tek edebî gelenek olduğu görülmektedir. 

Hegel'e göre “Şiir, iç veya dış dünyadan gelen güzellik ihsasının doğurduğu hayret hissine lisanın güzelliğini kullanarak beden verme sanatıdır”. 

Sesi iyi kullanma, şiirle ilgilenen birçok düşünürün ilgisini çekmiştir. Eflatun bazı seslerin bazı mefhumları daha iyi anlattığını düşünür. Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret'in 's' harfini serinlik ve dinî huşuyu, 'ş' harfini şiddet ve gürültüyü, 'l' harfini hayali, 'n'harfini hüznü ifade etmek için kullandığını ileri sürer. 

Divan şairlerinin bu ve buna benzer oyunlardan istifade ile şiiri bir musikî cümlesi haline getirmekte çok başarılı oldukları genel bir kabuldür. Öyle ki, eski lisan, Yahya Kemal'in ifadesiyle “Üstad elinde serteser (baştan başa) âhenk” olmuştur. O, Nedim'in “Ayağın sakınarak basma aman sultanım / Dökülen mey kırılan şişe-i rindân olsun” beytinin ikinci mısraında hiçbir kelimenin sırasının değiştirilemeyeceğini ileri sürer. Yine yeni şiirin dile tasarruf konusunda eskilerle yarışamayacağını itiraf eder. 

Bu fikirler çerçevesinde Divan şiirine baktığımızda şairlerimizin lisanın imkânlarını çok iyi kullandıkları ve güzel şiiri ilhama bağlayan Edgar Allen Poe'den ziyade emeğe atfeden Paul Valery'nin tarifine uygun tarzda emek ve bilgi mahsulü bir şiir tarzını benimsedikleri söylenebilir. 

Klasik şiirde emek ve estetik her şeyi belirler. Bu itibarla Necip Fazıl'ın şiirden beklediği her şey onda mevcuttur: O kelam tarzı ki “Ne söyledi?” yerine “Nasıl söyledi?” kaygısından başka gaye tanımaz. İşte bu kelam tarzının ismi şiirdir. Hiçbir şiirde “Ne söyledi?” yok, “Nasıl söyledi?” vardır. O, bu fikirleriyle şiirde mutlaka anlam aranmasına karşı çıkan George Boas'la birleşir. Yahya Kemal buradaki tarife uygun olarak eski şiirimizi ses ve lirizm bakımından bütün milletlere faik bulur: “Hiçbir millet Fuzuli ve Nedim ayarında iki büyük lirik şair gösteremez.” 

Bütün klasik sanatlar gibi Divan şiiri de şekle büyük önem verir. Acaba ideal şiir için şekil ne derece lüzumludur? Necip Fazıl, şu sözleriyle şekli hem lüzumlu bulur, hem de onu aşmayı üstün şiirin şartı sayar: “Üstün sanatkâr, şekil ve kalıbı da şekilsizliğe ve kalıpsızlığa yakın bir istiklal tasarrufuyla icat ve ihya makamındadır.” 

Şair somut bir güzelin değil, bizatihi güzelliğin peşindedir. Diğer taraftan klasik şiir bilgi, kültür ve zevke hitap eder. Bu sebeple Kaya Bilgegil'in “En hassas, en kültürlü, en kompleks bir insanı tatmin edebilen şiir en mükemmel şiirdir” tarifine uygun özelliktedir. Ona göre bu şiirin bütün büyük taraflarını tek başına temsil eden şair de Şeyh Gâlib'dir. 

Acaba Divan şiiri modern insanı ifade edebilir mi? Sabahattin Eyüboğlu'na göre “Fuzuli'nin şiir telakkisi ve sanat ahlakı bütün muhteva ve şekil değişmelerine tahammül edecek sağlam esaslara dayanmaktadır”. Yahya Kemal, klasik şiirimizi estetik seviye bakımından diğer bütün güzel sanatlardan daha yüksek bulduğunu şöyle ifade eder: “Lirizm, zarafet, zevk harikaları gösterdik. Daima bu itikadda bulundum ki Avrupalıların anlayamadıkları eski şiirimiz, anlayıp sevdikleri ve hatta bize sevdirdikleri diğer sanatlarımızdan, mesela mimarimizden daha yüksek bir kıymettedir.” 

Kendi fikrimizi ifade etmek için son sözü bu şiirin anlaşılmasında büyük payı olan Ali Nihad Tarlan'a bırakalım: “Divan edebiyatımız medeniyet alemine büyük bir iftiharla sunabileceğimiz bir sanat mahsulüdür. Onun içinde insan zekâsı kendi yolunda varabileceği son merhaleye varmıştır”.
Prof. Dr. Cihan Okuyucu “Divan edebiyatımız zekânın son merhalesidir” Bir edebî geleneğin değeri, temsil ettiği estetik seviye yanında kullanım alanı ve süresiyle de ölçülür. Bu kıstasla ele aldığımızda, Divan şiirinin yaklaşık 6 asır Türk-İslam coğrafyasının tamamında hükümran olan tek edebî gelenek olduğu görülmektedir. Hegel'e göre “Şiir, iç veya dış dünyadan gelen güzellik ihsasının doğurduğu hayret hissine lisanın güzelliğini kullanarak beden verme sanatıdır”. Sesi iyi kullanma, şiirle ilgilenen birçok düşünürün ilgisini çekmiştir. Eflatun bazı seslerin bazı mefhumları daha iyi anlattığını düşünür. Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret'in 's' harfini serinlik ve dinî huşuyu, 'ş' harfini şiddet ve gürültüyü, 'l' harfini hayali, 'n'harfini hüznü ifade etmek için kullandığını ileri sürer. Divan şairlerinin bu ve buna benzer oyunlardan istifade ile şiiri bir musikî cümlesi haline getirmekte çok başarılı oldukları genel bir kabuldür. Öyle ki, eski lisan, Yahya Kemal'in ifadesiyle “Üstad elinde serteser (baştan başa) âhenk” olmuştur. O, Nedim'in “Ayağın sakınarak basma aman sultanım / Dökülen mey kırılan şişe-i rindân olsun” beytinin ikinci mısraında hiçbir kelimenin sırasının değiştirilemeyeceğini ileri sürer. Yine yeni şiirin dile tasarruf konusunda eskilerle yarışamayacağını itiraf eder. Bu fikirler çerçevesinde Divan şiirine baktığımızda şairlerimizin lisanın imkânlarını çok iyi kullandıkları ve güzel şiiri ilhama bağlayan Edgar Allen Poe'den ziyade emeğe atfeden Paul Valery'nin tarifine uygun tarzda emek ve bilgi mahsulü bir şiir tarzını benimsedikleri söylenebilir. Klasik şiirde emek ve estetik her şeyi belirler. Bu itibarla Necip Fazıl'ın şiirden beklediği her şey onda mevcuttur: O kelam tarzı ki “Ne söyledi?” yerine “Nasıl söyledi?” kaygısından başka gaye tanımaz. İşte bu kelam tarzının ismi şiirdir. Hiçbir şiirde “Ne söyledi?” yok, “Nasıl söyledi?” vardır. O, bu fikirleriyle şiirde mutlaka anlam aranmasına karşı çıkan George Boas'la birleşir. Yahya Kemal buradaki tarife uygun olarak eski şiirimizi ses ve lirizm bakımından bütün milletlere faik bulur: “Hiçbir millet Fuzuli ve Nedim ayarında iki büyük lirik şair gösteremez.” Bütün klasik sanatlar gibi Divan şiiri de şekle büyük önem verir. Acaba ideal şiir için şekil ne derece lüzumludur? Necip Fazıl, şu sözleriyle şekli hem lüzumlu bulur, hem de onu aşmayı üstün şiirin şartı sayar: “Üstün sanatkâr, şekil ve kalıbı da şekilsizliğe ve kalıpsızlığa yakın bir istiklal tasarrufuyla icat ve ihya makamındadır.” Şair somut bir güzelin değil, bizatihi güzelliğin peşindedir. Diğer taraftan klasik şiir bilgi, kültür ve zevke hitap eder. Bu sebeple Kaya Bilgegil'in “En hassas, en kültürlü, en kompleks bir insanı tatmin edebilen şiir en mükemmel şiirdir” tarifine uygun özelliktedir. Ona göre bu şiirin bütün büyük taraflarını tek başına temsil eden şair de Şeyh Gâlib'dir. Acaba Divan şiiri modern insanı ifade edebilir mi? Sabahattin Eyüboğlu'na göre “Fuzuli'nin şiir telakkisi ve sanat ahlakı bütün muhteva ve şekil değişmelerine tahammül edecek sağlam esaslara dayanmaktadır”. Yahya Kemal, klasik şiirimizi estetik seviye bakımından diğer bütün güzel sanatlardan daha yüksek bulduğunu şöyle ifade eder: “Lirizm, zarafet, zevk harikaları gösterdik. Daima bu itikadda bulundum ki Avrupalıların anlayamadıkları eski şiirimiz, anlayıp sevdikleri ve hatta bize sevdirdikleri diğer sanatlarımızdan, mesela mimarimizden daha yüksek bir kıymettedir.” Kendi fikrimizi ifade etmek için son sözü bu şiirin anlaşılmasında büyük payı olan Ali Nihad Tarlan'a bırakalım: “Divan edebiyatımız medeniyet alemine büyük bir iftiharla sunabileceğimiz bir sanat mahsulüdür. Onun içinde insan zekâsı kendi yolunda varabileceği son merhaleye varmıştır”.
Prof. Dr. Talât Sait Halman “Dört başı mamur denecek kaside ve mesnevi yok”

                                    Derginizin ilginç sorusu, nice kültürlerde olduğu gibi, bizde de genlere sinmiş olan genellemelerin illetlerine neşter vuruyor. Sanatlara ilişkin değerlendirmelerde çoğu zaman kategorik yargılar uyguluyoruz. “En güçlü müzik senfonik müziktir, koral yapıtlarda kofluk vardır” diye kestirip atanları düşünün. “Empresyonist resimle kıyaslanınca soyut Japon sanatı nedir ki?” gibi bir tercih, hatalı sayılmaz mı? “20. yüzyıl tiyatrosunda en başarılı türün yaratıcısı Brecht'tir” hükmü tartışmaya çok açık değil midir? Sanat değerlendirmelerinde 'en' diye sıralama yapmak, sık sık yanılgıya götürür. 

Divan şiirimiz, 'altın' olarak tanımlayabileceğimiz çok sayıda gazel ve rubai vermiştir elbette. Oysa dört başı mamur denecek kaside ve mesnevi yoktur bence. 

Şiir tarihimizin çağlarını 'altın', 'gümüş', 'bronz' gibi spor kefelerine koymak bir anlam taşır mı? Tek bir Divan şairimizin eserlerinin baştan sona ışıldadığını söylemek akla yakın olmaz. Selçuklu döneminin dâhisi Yunus Emre de, kendi başına, başlı başına bir 'altın çağ'dır. 20. yüzyılın ilk yarım yüzyılı (örneğin 1910-1960) Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Nazım Hikmet, Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Cemal Süreya vb. 'altın' gibi bir çağ sayılmaz mı? Halk şiirimizin en güçlü örneklerinden derlenecek bir antoloji de, özgün bir 'altın çağ' yapıtı olmaz mı? 

Edebiyat değerlendirmelerinde bence uzun bir çağa, tek bir üstada, belirli bir poetikaya en yüksek payeyi kesin hükümlerle vermek yanlıştır. Baş tacı etmemiz gereken, münferit şiir şaheserleridir. Edebî tarihimizin her döneminde ışıltılı zaferleri gerçekleştirmiş olan şiirlerimiz olmuştur. Onları övmeli, onlarla övünmeliyiz.
Prof. Dr. Talât Sait Halman “Dört başı mamur denecek kaside ve mesnevi yok” Derginizin ilginç sorusu, nice kültürlerde olduğu gibi, bizde de genlere sinmiş olan genellemelerin illetlerine neşter vuruyor. Sanatlara ilişkin değerlendirmelerde çoğu zaman kategorik yargılar uyguluyoruz. “En güçlü müzik senfonik müziktir, koral yapıtlarda kofluk vardır” diye kestirip atanları düşünün. “Empresyonist resimle kıyaslanınca soyut Japon sanatı nedir ki?” gibi bir tercih, hatalı sayılmaz mı? “20. yüzyıl tiyatrosunda en başarılı türün yaratıcısı Brecht'tir” hükmü tartışmaya çok açık değil midir? Sanat değerlendirmelerinde 'en' diye sıralama yapmak, sık sık yanılgıya götürür. Divan şiirimiz, 'altın' olarak tanımlayabileceğimiz çok sayıda gazel ve rubai vermiştir elbette. Oysa dört başı mamur denecek kaside ve mesnevi yoktur bence. Şiir tarihimizin çağlarını 'altın', 'gümüş', 'bronz' gibi spor kefelerine koymak bir anlam taşır mı? Tek bir Divan şairimizin eserlerinin baştan sona ışıldadığını söylemek akla yakın olmaz. Selçuklu döneminin dâhisi Yunus Emre de, kendi başına, başlı başına bir 'altın çağ'dır. 20. yüzyılın ilk yarım yüzyılı (örneğin 1910-1960) Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Nazım Hikmet, Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Cemal Süreya vb. 'altın' gibi bir çağ sayılmaz mı? Halk şiirimizin en güçlü örneklerinden derlenecek bir antoloji de, özgün bir 'altın çağ' yapıtı olmaz mı? Edebiyat değerlendirmelerinde bence uzun bir çağa, tek bir üstada, belirli bir poetikaya en yüksek payeyi kesin hükümlerle vermek yanlıştır. Baş tacı etmemiz gereken, münferit şiir şaheserleridir. Edebî tarihimizin her döneminde ışıltılı zaferleri gerçekleştirmiş olan şiirlerimiz olmuştur. Onları övmeli, onlarla övünmeliyiz.
Ataol Behramoğlu “İlle de bir altın çağ aranacaksa, 20. yüzyıl ne güne duruyor?”

                                    Dili Türkçe olmayan bir şiir neden Türk şiirinin altın çağı olsun? Türk şiiri altın çağını, Yahya Kemal'in İstanbul Türkçesi senteziyle başlayan, Nâzım Hikmet'in çığır açıcılığıyla süren, pek çok güçlü şairin yanı sıra Fazıl Hüsnü Dağlarca, Melih Cevdet Anday gibi evrensel önemde şairlerin yetiştiği 20. yüzyılda yaşadı. İlle de bir altın çağ aranacaksa, bu hiç kuşkusuz 20. yüzyıldır. Divan şiiri çağdaş şiirimiz için olsa olsa bir mecaz atölyesi, bir çalışma ve inceleme alanıdır.
Ataol Behramoğlu “İlle de bir altın çağ aranacaksa, 20. yüzyıl ne güne duruyor?” Dili Türkçe olmayan bir şiir neden Türk şiirinin altın çağı olsun? Türk şiiri altın çağını, Yahya Kemal'in İstanbul Türkçesi senteziyle başlayan, Nâzım Hikmet'in çığır açıcılığıyla süren, pek çok güçlü şairin yanı sıra Fazıl Hüsnü Dağlarca, Melih Cevdet Anday gibi evrensel önemde şairlerin yetiştiği 20. yüzyılda yaşadı. İlle de bir altın çağ aranacaksa, bu hiç kuşkusuz 20. yüzyıldır. Divan şiiri çağdaş şiirimiz için olsa olsa bir mecaz atölyesi, bir çalışma ve inceleme alanıdır.
Prof. Dr. İskender Pala “Duygular hiçbir şiirde Divan şiiri kadar derin anlatılmamıştır”

                                    Divan şiiri, hiç şüphesiz Türk şiirinin altın çağını temsil eder. 300 yıl içinde refte refte gelişerek kıvam bulmuş bir şiirdir. Çok iyi işlenmiş ve klasik üsluba bürünmüş, 600 yıl kimliği temsil etmiştir. Divan şiirinin içinde bu milletin bütün geçmişi anlatılır. Sanatıyla, düşüncesiyle, hukuku ve iktisadıyla, dili ve inancıyla, töresi ve geleneğiyle... 

Sanatlı bir dili vardır ve idealisttir. Duygu ve heyecanlar hiçbir şiirde Divan şiiri kadar coşkulu ve derin anlatılmamıştır. O, aşkın has bahçesidir. Biriktirdiği şiir geleneği başka hiçbir dönemde bu kadar ışıltılı olmamış, ondan sonra güçlü bir şiir birikimi oluşamamıştır. Gerek mazmunlar dünyası, gerek anlam derinliği açısından ziyadesiyle zengindir. Türk medeniyetinin en güzel sözleri Divan şiiriyle söylenmiştir. Karacaoğlan ve Yunus Emre gibi şairleri dışarıda bırakırsak, bu dönemi edebî anlamda güçlü kılan Divan şiirdir. Fuzuliler, Bakiler, Galipler… Her bakımdan müstesna ve kaliteli şairler… Anlam içinde anlam, söz içinde söz. Katman katman sanat, basamak basamak ilham… Divan şiiri elbette ki Türk edebiyatının altın çağını temsil eder.
Prof. Dr. İskender Pala “Duygular hiçbir şiirde Divan şiiri kadar derin anlatılmamıştır” Divan şiiri, hiç şüphesiz Türk şiirinin altın çağını temsil eder. 300 yıl içinde refte refte gelişerek kıvam bulmuş bir şiirdir. Çok iyi işlenmiş ve klasik üsluba bürünmüş, 600 yıl kimliği temsil etmiştir. Divan şiirinin içinde bu milletin bütün geçmişi anlatılır. Sanatıyla, düşüncesiyle, hukuku ve iktisadıyla, dili ve inancıyla, töresi ve geleneğiyle... Sanatlı bir dili vardır ve idealisttir. Duygu ve heyecanlar hiçbir şiirde Divan şiiri kadar coşkulu ve derin anlatılmamıştır. O, aşkın has bahçesidir. Biriktirdiği şiir geleneği başka hiçbir dönemde bu kadar ışıltılı olmamış, ondan sonra güçlü bir şiir birikimi oluşamamıştır. Gerek mazmunlar dünyası, gerek anlam derinliği açısından ziyadesiyle zengindir. Türk medeniyetinin en güzel sözleri Divan şiiriyle söylenmiştir. Karacaoğlan ve Yunus Emre gibi şairleri dışarıda bırakırsak, bu dönemi edebî anlamda güçlü kılan Divan şiirdir. Fuzuliler, Bakiler, Galipler… Her bakımdan müstesna ve kaliteli şairler… Anlam içinde anlam, söz içinde söz. Katman katman sanat, basamak basamak ilham… Divan şiiri elbette ki Türk edebiyatının altın çağını temsil eder.