Gücün küstahlığı ve neo-oryantalizm

Derin Kitap
Derin Kitap

Derin Tarih dergisinde her ay dosya konusu üzerinden bir kitabı tanıtan Prof. Dr. Mimi Kemal Öke, ZacharyLockman'dan Hangi Ortadoğu? Oryantalizm - Tarih - Siyaset kitabını kritik etti.

Bu ay Derin Kitap'ta tanıtmak üzere karşımda Amerikalı bir yazarın Ortadoğu'yla ilgili bir kitabını görünce “Aman! Eyvah!” diye tepki verdim ilkin. Şu Amerikalılar onca üniversite kürsüleri, Starbucks kafeleri ritmiyle her sokakta kurmayı sürdürdükleri 'düşünce merkezleri' (think tank) sayesinde yarım asırdan beri Ortadoğu üzerine nice bilgiçlikler taslıyorlar. Ne var ki nihai analizde -11 Eylül sonrasında gördüğümüz gibi- duvara toslamaktan kendilerini alamıyorlar. Eskiden mesleki zaruret icabı bu tür kitapların her birini okuyordum ama bezmiştim hani!

Zachary Lockman, Hangi Ortadoğu? Oryantalizm- Tarih-Siyaset, çev: Burcu Birinci, Küre Yayınları, İstanbul, 2010.
ABD'nin dış politika allameleri bir alemdir; bilimi diplomasiye payanda kılmak için yaparlar; yaptıkça da batarlar. Tıpkı Irak'ta olduğu gibi… “İşte onlardan biri daha” dedim içimden. Yanılmışım! Zira Zachary Lockman'ın Hangi Ortadoğu? Oryantalizm - Tarih - Siyaset kitabı farklı bir çalışma çıktı. Türkçeleştirilmiş adıyla Zekeriya Lokman Bey'in eseri meğer yukarıda özetlediğim gözlemlerime tercüman olmaktaymış!

Bizde bile baş gösteren bir eğilimin ifrata vardırılmış boyutuna ABD'de rastlanır: İstihbaratçı bilim adamları taifesi. Hoş, ABD'nin 'derin devleti' de bu akımı teşvik ve finanse etmektedir. Bu ülkede nedense uluslararası ilişkiler uzmanları, hatta antropologlar bile devletin jeopolitik operasyonlarında ve açılımlarında görev almaya pek meraklıdırlar. Dış politikayı ya yönlendirmeye ya da ona meşruiyet kazandırmaya çalışırlar.

Lockman bu tespitle söz başı yapıyor sağ olsun. Amerikan diplomasi yazımında 'bilgi' ile 'güç' arasındaki ilişkiden dem vuruyor. Son derece samimi bir dille şunları itiraf ediyor:

“Bu (dış politika) hüküm yanlışları ve hataları Birleşik Devletlerin Vietnam'daki yıkıcı müdahalesine referansla gücün küstahlığı (imgeleme bana ait - MKÖ) olarak açıklanabilir. Kabaca söylenecek olursa, kendini aşırı beğenmiş güç onu kullananları, etraflarında olup biteni tutarlı bir şekilde kavramalarını engelleyerek ve onlara karşı çıkanların kararlılıklarına yol açarak aptallaştırır (s. 384-385).”

İşin kötü tarafı, bu 'kibir' ve onun neden olduğu dış siyaset uğursuz kehanetlerini doğurmaya da amirdir. Çünkü karşı taraf da bu literatürden etkilenmektedir. Karşı taraf, yani bu çalışmada konu edilen Ortadoğu coğrafyası (Amerikan diplomasi yazımının sayesinde) Washington'a 'basite indirgenmiş algılamalar, çoğu yanlış anlamalar ve komplo teorileri' ışığında (s. 18) bakmaktan kendini kurtaramamaktadır. Sonuç, diplomaside daha fazla kriz, gözyaşı ve kandır.

Lockman, bu neo-Oryantalist yaklaşımın arka planına iniyor. Doktorasını Mısır'da yapan, Ortadoğu'daki işçi sınıfının sorunlarıyla ilgilenen Zekeriya Bey, New York Üniversitesi'ndeki kürsüsünden gerçek Ortadoğu'yu anlatmaya çalışmakta. Bunun için de sahte ve sanal Ortadoğuların bilimselliğini sorgulamayı kendisine vazife bilmiş.

440 sayfadan oluşan bu incelemesinde tabi ki Oryantalizme değinip bu konuda yazan Edward Said'i anıyor. Amerikan yüzyılının gaflarına ve neden olduğu kargaşalara eğilerek günümüze uzanan bir kronoloji içinde Ortadoğu'yu yazan uzmanları tenkit ediyor aynı zamanda. Ona göre, yanılgıların kaynağında ciddi ontolojik kabuller var. Başka bir deyişle, Amerikan mantığı, ona şekil veren dünyayı algılama prizması… Hepsini deşifre ederek, adım adım ilerliyor. “Ortadoğu'daki ABD siyasetini şekillendiren hayallerin ve vehimlerin (imleme bana ait – MKÖ) bir kısmından, bunları destekleyen bilgi biçimlerinden ve uzun bir geçmişi olan yorumlayıcı çerçevelerden” (s. 9) bahsediyor. Bunu da başarıyla yapıyor. Tebrike şayan!

Şunu da teslim etmek lazım ki, ABD'de Lockman'ın eleştirdiği ekollere rağmen diplomasi yazımında büyük dönüşümler yaşanmakta, artık daha üretken ve saygıdeğer yorumlara rastlanabilmektedir. Lockman da onlardan biri…

Kültürel etik ihtiyacı
Bilgi güçtür derler ya, o gözlükle bakarsanız dış politikayı bir güç ve iktidar mücadelesi olarak görmekten başka çaremiz yok. Bunun adı da realizmdir ve açtığı yaralar tarihçe malumdur. Oysaki bilgi bence erdemdir. Daha erdemli bir toplum / dünya kurmak için bilgiye / bilgeliğe başvurursunuz. Bu paradigma değişimi, moralist (ahlakçı) bir yaklaşımdır. Küçümsenmiş olsa da, bugün uluslararası ilişkilerde küresel etiğe her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğu bir gerçektir.

J. F. Kennedy anılarına Fazilet Mücadelem adını vermişti. ABD'nin hangi derin devletinin kendisini vurduğu anlaşılamadan hayata veda etti. ABD Watergate'lerini köpürterek iç siyasetini dezenfekte ettiğini filmlerde bile ilan ediyor da nedense bu arınma (ıstıfa) bir türlü dış siyasete sirayet edemiyor. Vietnam politikalarına kıyasıya vuruluyor; ama Irak'ın bir başka tür Vietnam olduğu itiraf edilemiyor.

Yine de Zekeriya Bey'in bu çalışmaları türünden yayınlar artarsa ileride ABD'nin bir ihtimal doğruyu bulabileceğini düşünebilir miyiz? Düşünmeliyiz çünkü Amerikalılar uluslararası sistemde Büyük Şeytan ya da Çirkin Amerikalı olarak anılmak istemiyorlar olsa gerek! Yoksa Bush'un politikalarına karşı Amerika'nın yarısı vaktiyle niye protesto amacıyla sokaklara çıkmış olsun ki? Bu da bizi “Hangi ABD?” dedirtmeye getiriyor. Artık ABD de “Hangi Ortadoğu?” derken kendisinin “hangi Amerika” olduğuna karar vermeli.

Mesele bu boyutuyla bir kimlik sorunsalıdır. Dış politika, bir ülkenin uluslararası sisteme yansıyan kişiliği, kimliği ve ruhunun aynasıdır! O aynada kendini görmek ve tartmak lazımdır. Lockman, bu aynayı başarıyla tutuyor diyelim ve ekleyelim: Ortadoğu, yani bir anlamda İslam ile ilgilenen yabancıların münafık zümresinden kabul edilmesine karşıyım. Onların çalışmaları da bir yerde bize ayna tutmuyor mu?
Bonus:
Johannes Pedersen, İslam Dünyasında Kitabın Tarihi, çev: M.M. Karagözoğlu, Klasik Yayınları, İstanbul, 2012.
İşte ele alacağım ikinci eser de onlardan biri. 1883 ile 1977 yılları arasında yaşamış Danimarkalı teoloji uzmanı Johannes Pedersen'in ilk baskısı 1946'da, İngilizce edisyonu ise 1984'te yapılan İslam Dünyasında Kitabın Tarihi dilimize kazandırıldı.

Klasik bir eserle karşı karşıya olduğumuzu belirtmeliyim. İslam dünyasında bilgi, bilim ve edebiyatın rolünü kitap üzerinden anlatan, kısa, özlü ve anlaşılır bir dille yazılan bu çalışma okuruna İslam aleminde kitapların nasıl telif ve tashih edildiğini, çoğaltıldığını, ciltlendiğini, resimlenip satıldığını öykülendiriyor.

Kitabı ilginç kılan özelliklerden biri de taklit ve korsan neşirler karşısında alınan tedbirleri ve fiyatlarını dahi belirleyen ölçüleri içermesi. Herkesin kitap yazabilme cüretini gösterdiği günümüzde Pedersen'in araştırmasını okuyanlar herhalde ellerine kalemi almadan önce bir kez daha düşüneceklerdir gibime geliyor.