İngilizlere meydan okuyan alperen: Özbekler Tekkesi

Özbekler Tekkesi
Özbekler Tekkesi

Bir zamanlar edebiyat ve musikiî erbabının iştirak ettiği, meşk ve sohbet cemiyetlerinin toplandığı, bilim ve dinin hemhal olduğu bir irfan denizi orası. Şimdi müze olacağı günü bekliyor. Sabır ve sükûnetle.

Bazı mekânlar vardır, ruhu asırlar öncesinden bir şeyler söylemek ister gibidir. Kulak versek, hatıralarını fısıldamak üzereyken yakalarız onları. Özbekler Tekkesi işte bu gizemli mekânlardan. Bir zamanlar edebiyat ve musikî erbabının iştirak ettiği, meşk ve sohbet cemiyetlerinin toplandığı, ilim ve dinin hemhal olduğu bir irfan denizi...

Hac yolculuğuna çıkan Türkistanlıların, Özbekistan'dan İstanbul'a uzanan seyahatlerinde bir buluşma ve ziyaret noktasıymış burası. Gelenek olduğu üzere Özbekistan ve diğer Türk ülkelerinden gelen hacı adayları, Halifeden sembolik olarak icazet almak için İstanbul'a düşürürlermiş yollarını. Esasen Türkistanlı hacılar adına kurulmuş olan Özbekler Tekkesi, İstanbul'da Yesevî kültürünü yaşatmasının yanında şeyhlerinin ebru, hat ve musikîye ilgileri sayesinde tam bir kültür, sanat ve bilim merkezi haline gelmiş.

Tekke mevlevi dergahı kandillerde ve muharremde okunan mevlit, zikir ve dağıtılan Özbek pilavı, aşuresi ve Uygur ve Çağatay Türkçesiyle söylenen ilahileri ve ebru sanatçılarıyla meşhurdu.
Rivayet o ki, padişah tebdil-i kıyafet gezerken Çamlıca'da kurulmuş olan çadırlar dikkatini çekmiş. Sormuş, soruşturmuş ve Özbek hacı adaylarının kendisinden icazet almak üzere geldiklerini, Eyüp Sultan'ı ziyaret ettikten sonra yola revan olacaklarını öğrenmiş. Bunun üzerine kafile başkanı Nakşi şeyhine, her yıl konakladıkları bu mekânda bir tekke yaptırmayı vaad etmiş. Derhal bir vakıf kurulmuş ve Özbek şeyhi, Hac dönüşünde vakfın başına atanmış.

Tekkenin 1752-53 yıllarında Maraş Valisi Abdullah Paşa tarafından kurulduğu ve çeşitli dönemlerde yapılan ilavelerle günümüze ulaştığı biliniyor. 'L' şeklinde bir plana sahip olup harem, selamlık, mutfak, derviş odaları, mescid ve tevhidhâneden oluşur. Alt katı moloz taş örgülü, üst katları ise tamamen ahşaptan inşa edilmiş. Tekkenin 6. postnişini Şeyh Mehmed Sadık Efendi, anayurdu Buhara'da öğrendiği ebru sanatını Özbekler Tekkesi'nde hem icra etmiş, hem de oğulları İbrahim Edhem ve Mehmed Salih Efendilere öğretmiş. Şeyh İbrahim Edhem Efendi'nin babasından öğrenip pîri haline geldiği ebru sanatının yaşatılıp öğretilmesi adına önemli hizmetlerde bulunduğu bilinir. Hezarfen, yani 'bin sanat sahibi' olarak anılan İbrahim Edhem Efendi, dergâhta tasavvufî terbiyenin yanı sıra ebru ve hat sanatları ile marangozluk, oymacılık, doğramacılık, dökmecilik, tornacılık, dokumacılık ve matbaacılık gibi birçok meslekle iştigal etmiş.

Tekkenin kuyusundan su çekebilmek için makine, küçük bir litografya (baskı) aygıtı, 3 beygir gücünde buharlı makine ve büyüklü küçüklü birçok gerecin de mucidi olan İbrahim Edhem Efendi, icatlarından dolayı 1867'deki Paris Sergisi'nde ödül almış.

Şeyh Efendi'nin hünerleri bu kadarla sınırlı değil. Osmanlı Sarayı için dokumacı, tornacı ve tesbih imalatçıları yetiştirmiş; işsizlere şemsiye sapı ve porselen tamiri yapmayı öğretmiş. Bir dönem Sultanahmet Sanat Enstitüsü müdürlüğü yapmış. Osmanlı'da ilk kurşun boruyu döktüğü ve Tophane Askerî Okulu'nun kurucularından olduğu da rivayetler arasında.

Bunca hünerinin yanında Özbekler Tekkesi'ni devrin tasavvuf, kültür, sanat, bilim ve fikir adamlarının toplandığı bir kültür merkezi haline getirmesi asırlarca unutulmayacak bir hizmettir.

1829'da tekkede doğan İbrahim Edhem Efendi'nin ebrudaki ünü saraya dek ulaşmış ve eserleri, Abdülaziz'i bir hayli etkilemiş.

17. ve 18. yüzyıllarda yaşayan Şebek Mehmed Efendi ve Hatib Mehmed Efendi'den sonra unutulmaya yüz tutmuş olan ebru sanatı, Şeyh Sadık Efendi ve oğlu İbrahim Edhem tarafından canlandırılmış. Necmeddin Okyay, Abdülkadir Kadri, Sami Okyay, Sacit Okyay, Mustafa Düzgünman, Ahmet Düzgünman ve Niyazi Sayın eliyle günümüze ulaşmış.

Kurtuluş Savaşı yıllarında ise Özbekler Tekkesi, Anadolu'ya asker ve cephane göndermede gizli bir üs ve hastane olarak hizmet verdi. Miili Mücadele yanlısı aydınlarının, askerlerin buluşma yeriydi. Aralarında İsmet İnönü, Halide Edib Adıvar, Adnan Adıvar, Yunus Nadi, Mehmet Âkif Ersoy gibi isimlerin de bulunduğu kişiler, Karakol Cemiyeti üyesi de olan Şeyh Ata Efendi (ki daha sonra Mustafa Kemal'i temsilen Türkistan’a Enver Paşa ile görüşmeye gönderilmişti) döneminde yine burada saklanmış ve Anadolu'ya geçmişti.
İstanbul'da Yesevî rüzgârı
Özbekler Tekkesi, Orta Asya-Türkistan tasavvuf kültürünün, özellikle Nakşibendi tarikatına ait edeb, erkân ve zikir geleneğinin yaşatıldığı bir ocak olması hasebiyle ayrı bir öneme sahip. Hususiyetlerinden biri de, tekkede pişirilip derviş ve konuklara ikram edilen Özbek pilavı. Bayram günleri, Mevlidler ve Kadir gecelerinde tekkenin 'matbah-ı şerif'inde büyük kazanlarda 'Destuuur' denilerek pişirilen pilavla aşağı yukarı 300 kişi doyurulurmuş. Havuçlu, etli ve ince kıyılmış portakal kabuklu Özbek pilavı ikramı sonrasında mescid- tevhidhanede yatsı namazına kadar mevlid ve Çağatay-Uygur Türkçesiyle ilahiler okunurmuş. Özbek Türklerine ait 'çapan' adı verilen mahallî kıyafeti giyinmiş tekke şeyhi tarafından tevhidhanedeki bir sandıkta muhafaza edilen sakal-ı şerif, salavat-ı şerifeler ve dualarla ziyaret edilirmiş.

Cumhuriyet'in kurulmasından sonra kültür merkezi olarak önemini sürdüren tekkede devrin başlıca musikî ustaları ve tasavvuf aşıkları misafir edilmiş, sohbetler ve meşkler icra edilmiş. Dergâhın son postnişini Necmeddin Özbekkangay hayattayken Hafız Ali Üsküdarî, Hafız Celal Özdenses, Neyzen Süleyman ve Ulvi Erguner, Neyzen Akagündüz Kutbay, ebruzen ve neyzen Niyazi Sayın, hafız, naathan ve kudümzen Kani Karaca, kemençeci Cüneyt Orhon, neyzen Ömer Erdoğdular, Prof. Uğur Derman, merhum Nezih Uzel gibi ünlü isimler tekkede musikî meclisleri oluşturuyorlarmış. Necmeddin Özbekkangay'ın musikîye ve diğer sanatlara ilgisi de, bendirzen ve neyzen olan oğulları Edhem ve Sadık Özbekkangay'a intikal etmiş. Edhem Bey'in kızları Eda Hanım ebruyu, Seda Hanım ise tezhibi tercih ederken, oğlu Necmettin Özbekkangay ney üfleyerek ecdad geleneğini yaşatıyor.

Milli Mücadele'nin Anadolu kapısı
Özbekler Tekkesi siyasî tarihimizde de önemli bir yere sahip. Ata Efendi zamanında tekke İstanbul'dan Anadolu'ya silah, adam ve mühimmat kaçırılmasında bir üs, ayrıca gizli posta merkezi ve yaralı Türk askerlerinin tedavi edildiği bir hastane olarak hizmet vermiş. İsmail Fazıl Paşa, Celaleddin Arif, İsmet (İnönü), Mehmed Akif ve Halide Edib'in de aralarında bulunduğu çok sayıda kişinin Anadolu'ya geçmek için onun çatısı altına sığındıkları bilinir.

Bir ara İngilizler tarafından tutuklanan Ata Efendi'nin Enver Paşa ile görüşmek üzere Mustafa Kemal'i temsilen Türkistan'a gönderildiği de rivayetler arasında. Halide Edip, Türk'ün Ateşle İmtihanı'nda Anadolu'ya geçerken kocası Dr. Adnan (Adıvar) ile birlikte Özbekler Tekkesi'nde saklandıklarını, bizzat dergâhın şeyhi ve yakınlarının kendilerine yardımcı olduklarını anlatır.

Anıtlar Yüksek Kurulu'nca tarihî eser statüsüne alınan Özbekler Tekkesi'nin mescid-tevhidhane, mutfak ve selamlık bölümleri, İbrahim Edhem Efendi'nin torunlarından işadamları Nasuhi ve Ahmet Ertegün'ün yardımlarıyla 1983'te onarılmıştı. Türkiye'nin ilk Washington Büyükelçisi

Münir Ertegün'ün oğlu olan, Amerika'nın müzik devi Atlantic Recording Corporation'un eşbaşkanı Ahmet Ertegün'ün katkılarıyla tekkenin harem bölümü de restore edilerek 1994'te hizmete açılmıştı. Münir Ertegün Vakfı olarak bir süre hizmet veren tekke, daha sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devredildi. Edhem Özbekkangay babasının vefatından sonra ailesiyle selamlık bölümünde ikamet ediyor, böylece tekkedeki eserleri muhafaza ediyordu. Özbekler Tekkesi son olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edildi.

Bugün ne durumda mı? Tarihî, siyasî ve manevî dünyamızda vazgeçilmez bir yere sahip olan bu 'Gazi tekke', müze olarak hatıralarını konuşturacağı günleri bekliyor. Sabırla ve sükûnetle…