İstanbul’un barut mahzenleri Ermeni ve Rum bekçilere emanet edilirdi

İstanbul'un barut mahzenleri
İstanbul'un barut mahzenleri

İstanbul’un pek çok barut mahzeni asırlar boyunca Ermeni ve Rumlardan seçilen 76 bekçi tarafından korunmuştu. Mevlevihane Yenikapısı ve Silivri Kapısı arasında sıralanan bu mahzenleri geceleri Ermeni ve Rum bekçiler beklerdi.

Osmanlı zaferlerinin tartışmasız en meşhur, en yürekli ve en acar iki kardeşi kimdir? Etten ve kemikten bir çift faniye kaymasın zihinleriniz; zira top ve baruttan bahsediyorum. Hal böyle olunca Osmanlı savaş sanayisinde top ve barut üretimi hiç süphesiz önemli bir paya sahiptir. Devlet gerekli hammaddeler açısından şanslıydı. Öyle ki, top üretiminde kullanılan kalay hariç tüm hammaddeler ülke sınırları içinde temin edilebiliyordu.

Çabuk nemlendiği gibi bir anda alev alıp büyük patlamalara neden olabilen barutun ana maddeleri kükürt, odun kömürü ve güherçile toprağı denilen potasyum nitrat açısından zengin, sarı renkli bir topraktı. Hatta 1686 yılında kuşatma altındaki Budin (bugünkü Budapeşte) kalesinin baruthanesine bir top güllesi isabet edince infilak eden baruthane kenti harap etmişti. Böylece Avusturya Habsburgları Budin'i rahatça ele geçirebilmişlerdi.

Baruthaneler Osmanlı İmparatorluğu'nun dört bir yanına yayılmıştı: İstanbul, Selanik, Budin, Gelibolu, İzmir, Kahire, Bağdat… Buralarda barut üretimi kadar barutun mahzenlerde güvenli şekilde saklanması da hayatî derecede önemliydi. Dolayısıyla Osmanlılar baruthane bekçilerini güvenilir kişilerden seçmek zorundaydılar. Hele ki bu mahzenler payitaht olan İstanbul'da ise…

Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde mevcut birçok belge bu konuda ilginç bilgiler vermektedir. İstanbul'un pek çok barut mahzeni asırlar boyunca Ermeni ve Rumlardan seçilen 76 bekçi tarafından korunmuştu. Mevlevihane Yenikapısı ve Silivri Kapısı (bugünkü Yenikapı ve Kazlıçeşme sahil şeridi) arasında sıralanan bu mahzenleri geceleri onlar beklerdi. Stratejik açıdan mühim yerler olduğu için belli güvenlik önlemleri alınmıştı.

Bekçiler kendi meslek örgütlerine sahiplerdi ve başlarında, içlerinden biri kethüda olarak bulunurdu. Bekçi olabilmek için kendilerine Cebecibaşı aracılığıyla bir izin beratı verilirdi; çünkü bu mahzenler Cebehane-i Amire Ocağı'na bağlıydı. Böylece çalışma hakkı, yani 'gedik' elde ederlerdi.

Görevlerini layıkıyla yapmalarını garanti altına almak için bekçiler birbirlerine kefil olmak ve isimlerini içeren imzalı bir defteri devlete sunmak mecburiyetindeydiler. İçlerinden biri öldüğünde yerine yine Ermeni ve Rum tebaasından biri tavsiye üzerine berat ile bekçi atanırdı. Kethüdaları öldüğünde ise içlerinden biri bekçilerin onayıyla yeni kethüda yapılırdı. Mesela vefat eden İbraham oğlu Ohan'ın yerine Ohannes oğlu Sekyas bekçilerin “makbulü olub hidmet-i lâzımesinin rüyetine istihkakını haber virmeleriyle” denilerek 23 Ocak 1791'de kethüdalık makamına getirilmişti (Cevdet Askeriye, 8061).

Sanat eseri mi barutluk mu? 18. yüzyıla ait gümüş kaplama bu barutluk basit bir gereçten ziyade bir sanat eseri adeta.
Gayrimüslimler için seçkin bir meslek
Barut mahzenlerini koruma karşılığında devlet bu bekçileri bazı yükümlülük ve vergilerden muaf tutardı. Gayrimüslimlerden alınan cizye vergisini baruthane bekçileri daha düşük miktarda öderlerdi. Diğer gayrimüslimlerin aksine bekçilerin kıyafetlerine karışılmazdı (Cevdet Askeriye, 24264).

Öte yandan, zaman zaman suiistimallere rastlanırdı. Bir örnekte, Arapkir sancağının Sivas kazasına bağlı Eğin kasabasından gelme bir Ermeni bekçi, Eğin'de oturan evladı ve karısından yetkililerin zorla bazı vergileri tahsil etmeye çalıştıklarından şöyle yakınıyor:

“…kasaba-yı mezkure [söz konusu kasaba] sakinlerinden bazı kimesneler icra-yı garez ve nefsaniyetleri ve berat-ı alişanın şurutuna [şartlarına] mugayir hareket itmelerine binaen… ıyalimden ve zevcimden 'tekalifi ver' deyu gunagun rencide ve gadr sevdasında olmalarıyla…” (Cevdet Askeriye, 10963, 2 Zilhicce 1201/15 Eylül 1787).

Çeşitli vergi muafiyetleri bu mesleği birçok gayrimüslim için seçkin bir meslek haline getirmiş olmalıydı. 1743 yazında yapılan denetlemede 76 bekçiden 56'sının beratlarını intikal yoluyla aldıkları ortaya çıkmıştı. Yani taşıdıkları beratlar başkalarına aitti ve üzerlerinde kendi isimleri yazmıyordu (Cevdet Askeriye, 50649, 22 Ağustos 1743). Demek ki, ölen bekçilerin akrabaları veya bir nedenle bekçiliği bırakanlar beratlarını kendi tanıdık ve akrabalarına herhalde hava parası karşılığında devrediyorlardı. Aynı sorunun 1752'de de ortaya çıkması bu kanımızı güçlendiriyor (Cevdet Askeriye, 24264).

Bir başka örnekte ise Artin oğlu Lutfi'nin beratını Magak oğlu Karabet'e teslim ettiğinden bahsedilmekte. Değinilmese de bu berat devri para karşılığı yapılmış olmalıydı (Cevdet Askeriye, 2846, 30 Ağustos 1761). 1787'de vefat eden bir bekçinin -başka bir Artin- 40 küsur sene bu görevi ifa etmiş olması bu mesleğin ne kadar revaçta olduğunu göstermektedir (Cevdet Askeriye 12677).

Hasıl-ı kelam Osmanlı İmparatorluğu'nda gayrimüslimler, İstanbul'daki baruthane mahzenlerine bekçi atanacak kadar ortak yaşamın bir parçasıydılar. Osmanlı geçmişimizi anlamak için din ve etnik farklılıkların ötesine bakmak ve günümüzün azınlık sorunlarını çözmek adına bu geçmişten neler öğrenebileceğimizi düşünmek kaçınılmaz görünüyor.