İlimler Akademisi de kül oldu
Ana caddede yangından sonra inşa edilen yapıların en görkemlisi, Tokatlıyan Otel ve restoranı idi. Adından anlaşıldığı gibi Ermeni asıllı bir kişi tarafından inşa ettirilen bu bina tamamen Batı üslubundaki mimarisiyle göze çarpıyordu.
Ana caddeden girişi sağlayan iki kapısının da üzeri, batıdaki bazı saray usulü otellerde olduğu gibi arabadan inip içeri girecek olan müşterilerin yağmurdan ıslanmamaları için renkli camlardan yapılmış markiz denilen saçakla korunmuştu. Binanın alt katında, bazen düğün törenlerinin de yapıldığı büyük bir salon vardı.
Cadde üzerinde ise büyük bir kafeterya bulunuyordu. Bu şekilde kullanıldığı süre boyunca Beyoğlu’nun kimi aristokrat ileri gelenleri bu kafeteryanın camlarının önündeki masalarda otururlar, önlerindeki yaya kaldırımından akan kalabalığı seyrederken içkilerini veya kahvelerini yudumlarlardı.
Tabii yoldan geçenler de onlara bakardı. (Beyoğlu’nun batı üslubunda yapılmış en muhteşem otelleri Pera Palace (Pera Palas) ile Tokatlıyan Oteli idi.)
Yakın tarihlerde Tokatlıyan Oteli gerekli değişiklikler yapıldıktan sonra sıradan bir iş hanına dönüştürüldü. Ana cadde üzerinde azınlık mensubu zenginlerden bazı kişilerin de konakları bulunuyordu. Büyük yangından sonra inşa edilen bu yapılardan biri, Galatasaray Lisesi’nin karşısına isabet eden ve uzun yıllar Beyoğlu postanesi olarak kullanılan yapıdır.
Oldukça gösterişli bir iç süslemesi olan bu binanın esas sahibi, hatırımda kaldığına göre, bir Ermeni zengini idi. İstanbul’da ilk radyo yayınları yapıldığında da bu binanın üst katının kullanıldığı bilinir.
Ancak yakın tarihlerde bu gösterişli yapı, içinde gerekli düzeltmeler yapıldıktan sonra PTT müzesine dönüştürülmüştü. İkinci özel bir konak da Taksim’e doğru Tokatlıyan’ı geçtikten sonra yer alan bir yapıydı.
Bu, Fransız tiyatrosu da denilen tiyatro binasının yanında yükselen ve bir Rum zenginine ait olan özel bir konak olup uzunca bir süre, bilhassa II. Dünya Harbi sırasında ABD’nin haber servisi olarak kullanıldı. Yakın tarihlerde yeniden Yunan devletine geçerek Yunan konsolosluğu yapıldığı bilinmektedir.
Bu bölgede bütünüyle yok olan yapılardan biri de İstanbul Rumlarının bir tür batıdaki İlimler Akademisi’nin benzeri olarak tasarladıkları ve 1860’lara doğru kurdukları Yunan edebiyat kurumu Hellenicos Philologicos Syllogos (İlimler Akademileri)’dur.
Her yıl batıdaki akademilerde olduğu gibi konferans salonunda çeşitli konularda yerli veya batıdan gelmiş yabancılara konuşmalar yaptırılan, yıl bitiminde de bunların metinleri ciltler halinde yayınlanan kurumun İstanbul’un Rum zenginlerinin bağışlarıyla toplanmış büyük bir de kütüphanesi vardı.
1870 yangınının alevleri içinde bu kurumun da binası, zengin kütüphanesi ve o tarihe kadar basılmış yıllıklarının tüm stoku ile yandı. Bu felaketten sonra aynı müessese yine Rum zenginlerin bağışları ile Tokatlıyan Oteli’nin arkasındaki sokakta, Dor üslubunda bir cepheye sahip olarak yeniden inşa edilerek tekrar zengin bir kütüphaneye sahip olurken ilmî çalışmalar da sürdürülmüş ve yıllığın ilaveleriyle birlikte basılmasına devam edilmiştir.
1923’te bu kurumun çalışmaları durdurulmuş, kütüphanesine ve binasına el konulmuş, kitaplar bir süre sonra Ankara’ya götürülerek TBMM’nin kütüphanesinin esası olmuştur. Bu binanın uzunca bir süre Beyoğlu Sulh mahkemesi olarak kullanıldığını biliyoruz. Bir müddet sonra da anlaşılmaz bir işlemle bina yıktırıldı, yeri arsa halinde bırakıldı.
Cadde yeniden yapılanıyor
Evvelce adı Cadde-i Kebir olan, Fransızların ve Levantenlerin ise Fransızca olarak Grande Rue de Pera olarak adlandırdıkları Pera, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren İstiklal Caddesi olarak anılmaktadır. 1870 yangınından sonra bu caddenin sol tarafında büyük bazı binaların yapımına girişilmiştir.
Bunlardan biri de Ağa Camii’den sonraki yerde yükselen, Rumeli hanı denilen ve Mabeyinci Ragıp Paşa tarafından yaptırılmış iş yeridir. En alt katında, bugün sahip değiştirmiş olarak bütünüyle kullanılan, İstanbul’a yerleşmiş bir Fransızın kurduğu Rebul Eczanesi bulunuyordu.
Buradaki bir diğer ünlü müessese de Beyoğlu’nun Türkler tarafından kurulan ve son derece az rastlanır müesseselerinden biri olan ünlü Abdullah Efendi Lokantası’ydı. Uzun yıllar işletildikten sonra bu lokanta Boğaz’da başka bir yere taşındı.
Batı mimarisine uygun olarak bölgede inşa edilen iş yerlerinden biri de İngiliz elçiliğinden Galatasaray önüne gelen kavisli yolun kenarında bulunan ve Aynalı Pasaj olarak adlandırılan alışveriş merkezidir. Bir yanının üstü kapalı yolun iki tarafında karşılıklı dükkanlar yapılmış, bu dükkanları ayıran payelerin yüzeylerine ayna konulduğundan Aynalı Pasaj diye adlandırılmıştır.
1874’te Ohing adlı bir Ermeni tarafından mimar Pulgher’e yaptırılan binadaki dükkanlarda genellikle müzik aletleri ve bunlar için gerekli aksesuar ile notalar, ayrıca kadın el işlerine gerekli malzemeler satılırdı.
Yangından sonra ana cadde üzerinde inşa edilen önemli büyük yapılardan biri de Lüksemburg adındaki bir sahne binası idi. Bu büyük yapı 1930’larda yıktırılıp yerine Saray Sineması inşa edilerek uzun yıllar semtin en modern sinema ve sahne yeri olarak kullanılmıştır.
Yeni Ar Sokağı girişinin sağ tarafında yangından hemen sonra yapılan bir tiyatro binası vardı ki, sonra burası Eclair/Ekler adıyla sinemaya dönüştürülmüştü. 1932 olaylarından sonra adı Şark sinemasına dönüştürülen bu son derecede köhne bina ancak dördüncü beşinci vizyon denilen çok eski filmlerin gösterildiği bir yer olarak bir süre kullanıldı.
1932 olaylarının aslı şudur: 1930’lu yıllarda milliyetçi olan üniversite gençliği Beyoğlu’ndaki eğlence yerleri ve mağazaların yabancı isimlerle tanınmasına karşı çıkmış ve şiddetli bir gösteri yaparak bazılarının vitrinlerini kırmışlar, isim levhalarını söküp indirmişlerdi. Böylece diğer sinemalar gibi Ekler Sineması’nın da adı değişerek Şark Sineması olmuştu. Yangından sonra bir tiyatro binası da eski adı Artistik iken Sumer’e dönüştürülmüş olan çok modern bir mimariye sahip sinema binasının bitişiğinde bulunuyordu.
Fransız tiyatrosu olarak bilinen bu binanın içine, yine Fransız pasajı denilen bir pasajdan geçilerek gidilirdi. Bu yapı da uzun yıllar İstanbul Şehir Tiyatrolarının komedi kısmını misafir ettikten sonra bir hayli süredir kullanılmadan kapalı bir halde durmaktadır.
Yangın arazisinde ana cadde üzerine yapılan iki büyük ve mimarî bakımdan değerli bina vardı ki bunlardan biri Cercle d’Orient (Serkldoryan) binası olup bugün caddenin en gösterişli mimarî yapılarından biridir. Altında dükkanlar, çeşitli mağazalar, hatta bir de pasaj bulunan bu yapının içinde batıdaki opera binalarından eksik bir tarafı olmayan son derecede muhteşem bir sahne binası bulunuyordu.
Önceleri adı Opera iken sonra İpek’e dönüştürülen bu sahne binasının iki yan duvarında saray hayatını tasvir eden, gayet büyük ölçüde temsilî fresko resimler vardı. Üstündeki tonozda da kristal camlardan muazzam üç avize bulunuyordu. Maalesef bu muhteşem seyir binası iki yangın geçirerek bütün bezemelerini ve zengin süslemesini kaybetti; bu haliyle uzun yıllardan beri durmaktadır.
Serkldoryan binasının diğer katları zengin süslemeli muhteşem salonlar halindedir. Bunlar da Beyoğlu’nun eski zenginleri, ki bunlar genellikle azınlıklar ve yabancılardan meydana geliyordu, buralarda akşamları şömine karşısında koltuklara gömülüp sohbet ederler veya briç oynarlardı.
Avrupaî Beyoğlu
Yeni Ar Sokağı’nda ise Melek adı verilen diğer bir sinemanın girişi bulunuyordu. Bu sinemanın sahne binası, bitişiğindeki İpek Sineması’nın sahnesine doğru uzanırdı. Bunun da içi, öteki kadar olmasa da oldukça bezemeli idi. Son günlerde uzun yıllardır kullanılmayan bu sinema binasının da bozulup iş hanına dönüştürülmesi yolunda tasarılar öne sürülmekte, bazı kuruluşlar da bu projelere şiddetle karşı çıkmaktadırlar.
Büyük yangından sonra eski yangın yerinde, İstiklal Caddesi ile Tarlabaşı Caddesi arasındaki sahada, artık ahşap evler değil, küçük çapta kâgir evler yapılmıştı. Bunların sahipleri veya burada ikamet edenler çoğunlukla şehrin azınlıklarına mensuptu. Bunlar, yabancı veyahut Levanten büyük iş adamlarının yanlarında çalışan hizmetlilerden oluşuyordu.
Bu sokaklar ve evler Cumhuriyet dönemine kadar geldi. Fakat bir süre sonra bazı sokakların karakterinin değiştiği görülür. Osmanlı devrinde Galatasaray yakınındaki Katolik St. Antoine Kilisesi’nin arkasındaki bir mahallede yerleşmiş olan genel ev semti, Abanoz Sokağı adı verilen yere geçti. Yıllarca bu sokağın karşılıklı iki sıra halinde uzanan evleri, İstanbul’un en ünlü ve en merkezî genel ev bölgesi olarak tanındı. Fakat 1950’li yıllardan sonra bu sokak temizlenerek normal yerleşime açıldı.
Varlıklı ekalliyet mensuplarının gerek cadde üstünde, gerekse arka sokaklarda yaptırmış oldukları oldukça iddialı ve içleri zengin bir surette bezenmiş konakları da vardı. Bunlardan biri, yangından az sonra yapılmış olan bir Rum’un konağı olup Tokatlıyan Oteli’nin arkasındaki bir sokakta bulunuyordu.
Bu bina Cumhuriyet devrinde uzun yıllar Beyoğlu Emniyet Amirliği olarak kullanıldı. Küçücük ağaçlı çiçekli bir iç avlusu vardı ve bu avlunun dip duvarına yuvarlak kemerli bir niş, nişin içine de antik bir başsız mermer heykel yerleştirilmişti.
İşte Beyoğlu tarihinde büyük ve önemli bir felaket olarak kabul edilen 1870 yangını hakkında özetlenen bilgiler bunlardan ibarettir.
Beyoğlu’nun Avrupaî bir görünüm kazanması bu yangın sebebiyledir. Yangından önce tamamen ahşap binalardan oluşan bu semt, yangından sonra hızla çeşitli ölçülerde kâgir binalarla doldurulmuş ve bu haliyle günümüze kadar gelmiştir.
Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım