İstanbul'un yeraltındaki su hazneleri: Çukurbostanlar

» Mescidin 5 asırlık nöbeti: 
Yavuz Sultan Selim Camii önündeki çukurbostanda yer alan ve 16. yüzyılda yapıldığı bilinen mütevazı mescidin dili olsa da konuşsa!
» Mescidin 5 asırlık nöbeti: Yavuz Sultan Selim Camii önündeki çukurbostanda yer alan ve 16. yüzyılda yapıldığı bilinen mütevazı mescidin dili olsa da konuşsa!

Bizans dönemi boyunca uzun süre içlerine su doldurulmadığı anlaşılan ve bilhassa geç döneme doğru üzüm bağlarının yetiştirildiği bilinen, Türk devrinde de bostan olarak kullanılan etrafı kalın duvarlarla çevrili bu derin çukurların ne amaçla yapıldıkları hala muamma.

Prof. Dr. Semavi Eyice


» Yerebatan Sarnıcı
» Yerebatan Sarnıcı

Tarihî İstanbul’un bugüne kalan izleri arasında “çukurbostan” adı verilen, çok büyük ölçülerde yapılmış ve esasında su haznesi oldukları kabul edilen tesisleri anmadan geçemeyiz.

Şehrin içinde bunlardan üçü görülebilir. Bir dördüncüsünün ise Fatih Camii ve Külliyesi’nin doğusunda olduğu iddia edilir. Hatta bu külliyenin hayli büyük olduğu bilinen hamamı bu çukur arazinin içinde inşa edildiğinden Çukur Hamam olarak da adlandırılmıştı. 16. yüzyılda Fransız seyyahı Albi’li Pierre Gills tarafından görülen ve eserinde tarifi yapılan bu hamam 18. yüzyıla gelindiğinde artık kullanılmıyor ve depo vazifesi görüyordu. İstanbul için çok büyük bir felaket olan ve Fatih Camii’nin de yıkılmasına yol açan 1766 yılındaki büyük depremde herhalde bu hamam da yıkılmış ve bütünüyle ortadan kalkmıştır. Hamama adını veren çukur arazi de kaybolduğundan bugün hiçbir ize rastlanmaz.

Bu tip dev ölçüde su haznelerinin beşincisi ise kara tarafı surlarının dışında bulunmaktadır. Türk döneminde “fil damı” olarak adlandırılan bu hazne, çevresinin toprak kotundan yüksekte olduğu için etrafı kuvvetli duvarlarla çevrili bir yapı görünümündedir. Bu bakımdan şehrin içindeki çukurbostanlardan farklıdır.

Bu yazımızda tarihî şehrin surları içinde bulunan üç çukurbostandan bahsedip bunların ne işe yaradığı hususundaki görüşler üzerinde duracağız.

Bunlardan biri Yavuz Sultan Selim Camii’nin önünde, ikincisi onun çok yakınında Edirne Kapısı’na giden ana caddenin Haliç tarafında, Karagümrük adı verilen semtte uzanmaktadır. Üçüncüsü ise şehrin daha güney bölgesinde, Hekimoğlu Ali Paşa Camii ve Külliyesi yakınındadır. Bu üç tesisin de kalın çevre duvarları taş ve tuğla örgüsü bakımından 5. yüzyılın başlarında yapıldığı bilinen, şehrin kara tarafı surlarının duvar tekniği ile büyük benzerlik göstermektedir.

Bu yapılardan Yavuz Sultan Selim Camii önünde bulunanı, kalın sağlam duvarla sınırlanmış büyük bir kare biçimindedir. Çok yıl evvel alınan ölçülerine göre 152x152 metre ölçüsündedir. Bugünkü toprak seviyesine göre duvar kalınlığı iki metreyi bulmaktadır. Duvarlar yukarıda incelmekte ve yüksekliği 10 metreyi aşmaktadır.

Ancak bu haznenin zeminindeki toprak tamamen kazılıp gerçek taban bulunmadığı için tam ölçüleri elde etmek mümkün değildir. Kimi kitaplarda bu su haznesinin Aspar (Roma İmparatorluğu hizmetindeki generallerden biri) diye adlandırıldığı ileri sürülmektedir. (Ancak yine İstanbul tarihi ve eski eserleri üzerinde çalışma yapanların ileri sürdüğüne göre bu ad daha yukarıda Edirne Kapısı yakınında olan diğer çukura aittir.)

Bu kare çukur Bizans döneminde bazı yabancı seyyahların verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre üzüm bağı olarak kullanılıyordu. Fetihten sonra burası yerleşim yeri olmuş ve içine gayet mütevazı 20-25 evden oluşan küçük bir mahalle kurulmuştur.

Bu mahallenin içinde 16. yüzyılda yapıldığı bilinen küçük bir mescit vardı. Ayrıca mahallenin ihtiyacı için bir de çeşme yapılmıştı. Yakın tarihe kadar yaşayan mahalle 30 yıl kadar önce bütünüyle ortadan kaldırılırken sadece cemaatsiz kalan küçük mescidin korunması uygun görüldü.

Sonra burasının pazar yeri olarak düzenlenmesi kararlaştırıldı ise de satacakları mallar ile bu çukura inmek zahmetine katlanmak istemeyen esnaf bu projeyi uygulamadı. Neticede bu çukurbostan hem yeni fonksiyonuna erişemedi, hem de 16. yüzyıldan beri varlığını sürdüren şirin mahallesini kaybetmiş oldu.

Türk devrinde çukurbostan olarak adlandırılan büyük çukurlardan ikincisinin Fatih’ten Edirne Kapısı’na uzanan ana caddenin Haliç tarafındaki kenarında (Karagümrük) bulunduğunu belirtmiştik. Dikdörtgen biçiminde yine çok kalın bir duvarla çevrilen bu büyük alanda Osmanlı döneminde bir bostanın bulunduğu bilinir.

Bostan dolayısıyla ekilip biçilen toprak tabakasının altındaki gerçek yüzeyin ne kadar aşağıda olduğu ve çevre duvarının gerçek yüksekliği kesin olarak anlaşılamamaktadır. Yukarıda da işaret edildiği gibi İstanbul tarihi üzerinde çalışan kimi araştırmacılar buraya Aspar sarnıcı veya su haznesi adını verirler. Bazılarına göre ise Aetius su haznesidir; asıl Aspar ise Yavuz Sultan Selim’dekidir.

Önemli olan adlarının ne olduğu değil, bu muazzam ölçüdeki ve duvarla çevrili tesislerin ne için yapıldıklarıdır.

Karagümrük’teki hazne Osmanlı tarihi boyunca Çukurbostan olarak kullanıldıktan sonra 1940’a doğru farklı bir projenin uygulanması düşünülüp futbol sahasına dönüştürülmesi kararlaştırılmış ve gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra Vefa Stadyumu adıyla kullanıma açılmıştır. Bugün burada ufak bazı mahalle kulüplerinin maçları oynanmaktadır.

Şehrin içindeki büyük çukurbostanların üçüncüsü de çok daha güneyde, Kocamustafa Paşa’ya giden yolun yukarısında bulunmaktadır. (Bu bölgeye evvelce Altımermer adı verilirdi.) Bu çukur da kareye yakın olup 147x170 metre ölçüsündedir. Bir duvarı tamamen yıkıldığı için dışarıdaki toprak içeriye kayarak mimarî bütünlüğü bozulmuş olan bu büyük çukur yakın tarihlere gelinceye kadar bostan olarak kullanılıyordu.

Önce içine bazı spor tesisleri yapılması için çalışmalara girişilmiş ve çeşitli binalar inşa edilmiş, sonra bu projeden vazgeçilerek binalar öylece bırakılmış ve Saadettin Tantan’ın Fatih Belediye Başkanlığı zamanında bu yapılar kullanılır hale getirilmeye çalışılmıştır. Şimdiyse birtakım tesisler burada faal durumdadır.

Yıllardır bölgede yaşayanlara göre bir vakitler çukurbostanın çevre duvarının dışında sırayla ahşap kahvehaneler varmış. Hala çukurun dışındaki toprakta ara ara bulunan kırık çubuk lüleleri ve çeşitli kahve dipleri zamanın küllerini kıpırdatmaya devam ediyor.

» Çubuk lüleleri gerçeği ele veriyor: Rivayete göre Kocamustafa Paşa’da bulunan çukurbostanın çevre duvarlarının dışında bir vakitler sıra sıra ahşap kahvehaneler varmış. Çukurun civarındaki toprakta yer yer rastlanan kırık çubuk lülelerine bakılırsa rivayetlerde gerçek payı aramak gerek.
» Çubuk lüleleri gerçeği ele veriyor: Rivayete göre Kocamustafa Paşa’da bulunan çukurbostanın çevre duvarlarının dışında bir vakitler sıra sıra ahşap kahvehaneler varmış. Çukurun civarındaki toprakta yer yer rastlanan kırık çubuk lülelerine bakılırsa rivayetlerde gerçek payı aramak gerek.

Kamp alanı mı, su sarnıcı mı?

İstanbul tarihi ve arkeolojisi ile ilgilenenlerin cevabını bulamadıkları önemli bir konu, fetihten sonra çukurbostan olarak adlandırılan ve içindeki toprak tabakası bostan olarak işletilen bu tesislerin aslında ne için yapıldıklarıdır.

Bu hususta farklı görüş ve teklifler ortaya atılmıştır. İstanbul’da mühendishane mektebi öğretim üyesi Prof. Philip Forchheimer ile Avusturya Graz Üniversitesi öğretim üyesi J. Strzygowski birlikte hazırladıkları ve 1893’te Viyana’da bastırdıkları İstanbul’un Bizans Dönemindeki Su Hazneleri başlıklı kitapta bu büyük üstü açık çukurlara “Teiche” adını vermişlerdir. Araştırmalarını Fransızca yazanlar ise içinde su birikimi yapılan bütün yapılara “citerne”, yani sarnıç adını verirler.

Ancak çukurbostan olarak tanınanları üstü tonozlarla kapalı olanlardan ayırt etmek için bunları “üstü açık sarnıçlar” olarak adlandırmışlardır. Bunlara bir ad vermeden önce esas yapılış gayelerini bilmek ve anlamak gereklidir. Ne yazık ki bu husus açık ve aydınlatıcı bir çözüme kavuşmuş değildir.

Üç tanesi 5. yüzyılın ilk yıllarında yapılan surların iç tarafında, bir tanesi de surların dışında bulunduğuna göre yapımları şehrin kara tarafı surlarıyla yaşıt görünmektedir. Ancak bunların tam anlamıyla sarnıç olma ihtimali çok zayıftır. Çünkü içlerine su doldurulduğu takdirde bu kadar büyük bir su birikintisinin saflığını ve temizliğini uzun süre koruyabilmesi, İstanbul’un iklim şartları da düşünülecek olursa pek mümkün görülemez.

İçi mermer döşeli 2x2 metre ölçüsünde küçük bir bahçe havuzunun dahi bir haftada yosunlanıp kirlendiği dikkate alınır, bu çukurbostanların içlerinde yaz sıcağında inanılmaz derecede bol sivrisinek ürediği göz önünde tutulursa bunların suyun depolandığı gerçek bir sarnıç olmalarına ihtimal verilemez.

Şu halde bunlar suyun uzun süre depolandığı birer sarnıç değildir. Zaten bu işlevi görmek üzere İstanbul’da toprağın altında sayısız denilebilecek kadar çok irili ufaklı üstü kapalı sarnıç vardı. Bunların bir kısmı çeşitli yayınlar vasıtasıyla bilinirken, bir kısmı büyük inşaatların yapımı için yıktırılıp ortadan kaldırılmıştır.

» Çukurbostanda İtalya maçı: 6 Haziran 1931 tarihli Yeni Gün gazetesindeki bu haberde, stadyum olarak kullanılan Karagümrük’teki çukurbostanda Karagümrük Futbol Kulübü’nün İtalyanlarla karşılaşacağı duyurulmuştu.
» Çukurbostanda İtalya maçı: 6 Haziran 1931 tarihli Yeni Gün gazetesindeki bu haberde, stadyum olarak kullanılan Karagümrük’teki çukurbostanda Karagümrük Futbol Kulübü’nün İtalyanlarla karşılaşacağı duyurulmuştu.

Hâlâ çözülemeyen sır

İstanbul Rumlarından olup Paris’te 1. Dünya Harbi’nde Bizans tarihi ile ilgili doktora tezi hazırlayan J. B. Papadopulos’un 1919’da İstanbul’da yayınlanmış üç sahifelik bir makalesi vardır. “Bizans’ın Üstü Açık Sarnıçları ve Şehrin Kara Tarafı Surlarının Hendekleri” başlıklı araştırmasında şehirdeki üç çukurbostanın şehrin kara tarafı surlarının dışında uzanan hendeğe su sağlamak üzere yapıldığını iddia etmektedir.

İlk bakışta bu düşünce inandırıcı gibi görünse de bu iddianın da zayıf tarafları vardır. İki büyük su haznesinin şehrin kuzeybatısında ve zeminin rakım itibariyle yüksek bir noktasında bulunmalarına karşılık güneybatıda ancak bir tane çukurbostan vardır. Bunun da bu bölgedeki hendeklere yeteri kadar su verebilmesi pek mümkün değildir.

Ayrıca bu haznelerde surlara karşı gerçekleşecek bir hücuma karşı devamlı olarak su bulundurmak gerekmektedir ki, yukarıda işaret ettiğimiz bakımdan pek mümkün olamaz. Zaten Rum araştırmacının bu görüşü pek inandırıcı görülmemiştir.

Yakın tarihlerde şahsen ziyaretime gelmiş olan adını hatırlayamadığım genç bir araştırmacı çok başka bir düşünceye sahip olduğunu anlatmıştı. Yeni hipotezini makale halinde kaleme aldığını fakat pek kimse ciddiye almadığı için bastıramadığını üzülerek belirten bu araştırmacıya göre bu dev ölçüdeki kare veya dikdörtgen çukurlar şehrin kara tarafı surlarını gerektiğinde korumakla görevli askerlerin kamp yerleridir.

Şehri Balkanlardan inen göçebe kavimlerin istilalarından korumak üzere Karadeniz’den Marmara’ya kadar inen bir sur duvarı İmparator I. Anastasios (491-518) tarafından yaptırılmıştı. Roma İmparatorluğu’nun Büyük Britanya Adası’nda Hadrianus’un, Romanya’nın kuzeyinde Dobruca’da Trainus’un inşa ettirdikleri Limes, yani eyalet duvarlarının bir benzeri olan Anastasios duvarı tarih boyunca kendinden bekleneni yerine getirememiş bir tahkimattır.

Bazı kesimlerde hala kalıntıları görülebilen bu duvarın iç tarafında iki yerde etrafı duvar çevrili ufak ölçüde kamp yerleri tespit edilmiştir. Ancak bunlar derin çukurlar halinde olmayıp basit dikdörtgen biçimli toprak üstü koruyucu bir duvardan ibarettir. İstanbul içindeki üç büyük çukur hem surların oldukça gerisindedir, hem de toprak üstünde değil, 10-15 metre derindedir. Eğer bunlar kamp yerleri idiyse bu kadar derinde olmalarına lüzum görülmesinin sebebi anlaşılamaz.

Bizans dönemi boyunca uzun süre içlerine su doldurulmadığı anlaşılan ve bilhassa geç döneme doğru üzüm bağlarının yetiştirildiği bilinen, Türk devrinde bostan olarak kullanılan etrafı kalın duvarlarla sınırlandırılmış bu derin çukurların su toplama havuzları olduklarını sanıyoruz. Şehrin batısındaki Trakya dağlarından gelen ve kanallarla şehre sokulan suların bu haznelerde toplandığını ve buradan bazı kanallar aracılığıyls şehrin içindeki kapalı sarnıçlara akıtıldığını tahmin etmekteyiz.

Bu hususu aydınlatacak tek çare, bu çukurların doğu tarafındaki duvarlarının diplerinde esas tabana kadar inen sondajlar yapılarak içerideki suyu dışarıya akıtan kanalların başlangıçlarını araştırmaktır. Eğer söz konusu kanallar hakikaten varsa bu su haznelerinde suyun depolanması ve durgunlaşıp kirlenmesi de bahis konusu olamaz.