İtrî’yi uzaklarda aramayın

Def ve keman yek deveran 22 Şubat 1779 tarihinde İstanbul’daki İngiliz Konsolosluğu’nda gerçekleşen konserin, Major d’Otée tarafından minyatür formatında yapılan resminde, Müslüman ve gayri-Müslimlerden oluşan karma bir icra grubu göze çarpmaktadır.
Def ve keman yek deveran 22 Şubat 1779 tarihinde İstanbul’daki İngiliz Konsolosluğu’nda gerçekleşen konserin, Major d’Otée tarafından minyatür formatında yapılan resminde, Müslüman ve gayri-Müslimlerden oluşan karma bir icra grubu göze çarpmaktadır.

Itrî, müziğinin değerini ve önemini anlasa da anlamasa da öncelikle fert be fert bütün Türk ulusu, sonra da tüm insanlık için değer ifade eden ‘tarihî ve kültürel bir emanet’ ve müzik tarihinde yer bulmuş bir şahsiyet olarak büyük bir bestekârdır. Baki kalan hoş bir sedayı Derin Tarih okurları için akademisyen Prof. Dr. Ruhi Ayangil yazdı.

012, UNESCO tarafından ölümünün 300. yılı dolayısı ile Itrî Yılı ilân edildi

Asıl adı Mustafa ve aile lakabı Buhûrîzâde olan Itrî, Türk mûsikîsinin en büyük bestekârı addolunur. Hakkında etraflıca bilgi sunan ilk makaleyi Raûf Yektâ Bey İkdam gazetesinde neşretmiştir. Sonraki yıllarda yayınlanmış makale ve çalışmalar ise ne yazık ki iki elin parmaklarını zor aşabilecek sayıdadır. Bir yandan mûsikîmizin en büyük bestekârı sayılacaksınız, öte yandan hakkınızda bu kadar sınırlı sayıda çalışma yapılmış olacak. Bunun bir izahı olsa gerek!

Sorumuza cevap ararken, buna yeni sorular ekleyerek ilerlemek, acaba bizi daha sağlıklı bir sonuca götürür mü? Itrî niçin en büyük? Bu 2 sorunun birincisine verilecek cevap mûsikî estetiğine ve teknik bilgisine sahip olmayı gerekli kılar. O halde böyle bir bilgi donanımı olmayanlar açısından bu soruya verilecek yanıt, ikinci soruya verilecek olandan daha güçtür diyebiliriz. Oysa ikincinin cevabı oldukça basittir: Itrî, müziğini duymuş olsa da olmasa da, müziğinin değerini ve önemini anlasa da anlamasa da öncelikle fert be fert bütün Türk ulusu, sonra da tüm insanlık için değer ifade eden, 'tarihî ve kültürel bir vedia (emanet)' ve müzik tarihinde yer bulmuş bir şahsiyet olarak büyük bir bestekârdır.
Burada üçüncü bir soru daha devreye girebilir: Peki, hepimiz için büyük bir bestekâr olan Itrî'yi, onun büyüklüğüne layık şekilde tanıyor ve biliyor muyuz? Bu sorunun da kısa ve tek bir yanıtı var: Hayır! O halde şu ana kadar sorduğumuz sorulara aldığımız cevapları bir araya getirerek genel bir hüküm çıkarmaya çalışalım:
Itrî'yi, ne yazık ki müziğini kesin bir kanaate sahip olacak derecede ve yoğunlukta dinlemediğimiz, estetik ve müzikbilim ölçütleri bakımından da hakkı ile değerlendirme imkânı bulamadığımız için maalesef tanımıyoruz. İşte 2012'nin Itrî Yılı ilân edilmiş olması, bizlere bu büyük bestekârı bütün yönleri ile tanıma ve değerlendirme fırsatı sunması bakımından önemlidir.
Aslında onu her sabah dinliyoruz
Nispeten bilinen hususlarla başlayarak, Itrî'yi adım adım tanıyalım. Bayram namazlarında, cemaatin topluca okuduğu -bu topluca okumaya 'cumhûr' denir- Segâh Bayram Tekbîri'nin bestekârıdır Itrî. Ayrıca yine camilerde çoklukla Ramazan aylarında, Kadir gecelerinde, Hırka-i Şerîf ve Kutsal Emanetleri ziyaret ve ta'zîmlerde, cumhûr olarak okunagelen Segâh Salât-ı Ümmiye'yi de Itrî besteleyerek bizlere armağan etmiştir.
Dinî mûsikîmizin Cami mûsikîsi ve Tekke mûsikîsi fasıllarına müştereken ait olan, dünya çapında kabul görmüş, estetik ve sanatsal değeri yüksek eserler veren Itrî, bunlar ile tevhid inancını zirveye çıkaran bir bestekârdır. Ayrıca sabah ezanından önce minarelerden okunması âdet haline gelmiş olan Dilkeşhâverân makamındaki Sabah Salâsı ile Cuma ezanlarından önce okunan Cuma Salâsı da Itrî'nin eserleri arasında sayılabilir. (“Sayılır" tabirini, müzikbilim alanında, bu eserlerin bestekârları hakkındaki tartışmaların sarih bir neticeye varmamasından yola çıkarak, ihtiyatla kullanmaktayız.)

Nakkare zurnaya eşlik ederse... Osmanlı'daki müzik geleneğinin parçaları olan nakkare, mıskal, kemençe, tambur, ney, zurna ve def çalan müzisyenlerden oluşan saz grubunun bir arada gösterildiği minyatür, 18. asrın sonlarında Levnî tarafından resmedilmiş.(Ottoman Civilization, Cilt 2, TC Kültür Bakanlığı yay., s. 1031.)
Hayatı hakkında bir avuç bilgi

Itrî'nin 18. yüzyılda yaşamış meşhur mûsikîşinaslardan olduğu o döneme ait çeşitli kaynaklarda zikredilmekle birlikte ailesine, hatta doğum tarihine ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır. Hakkında bildiklerimiz, bu kaynakların her birinden elde edilen bilgilerin, kıyaslama yolu ile bir araya getirilmesinden oluşan eksik ve yetersiz bir derlemedir.
Mevcut kaynaklar ışığında öğrenebildiğimiz kadarıyla Itrî, 1630 ile 1640 yılları arasında bir tarihte İstanbul'un Mevlevihane (Melandisia) kapısı civarında, o zaman 'Yaylak' olarak adlandırılan mevkide doğmuş, orada yaşamış ve aynı mahalde defnedilmiştir. Eserlerindeki yüksek sanat kudreti ve bestekârlık maharetinden dolayı köklü bir mûsikî eğitimi aldığı anlaşılır. Hocalarının kim ya da kimler olduğu hususunda kesin bilgi bulunmamakla birlikte Hafız Post başta olmak üzere, Koca Osman ve Derviş Ömer gibi devrin diğer önemli mûsikîcilerinden yararlandığı düşünülmektedir. Sâlîm; Itrî'nin Divan Edebiyatı'nda da söz sahibi olduğunu ve bu alanda da iyi bir eğitim gördüğünü, şiirlerini Müretteb Dîvânı'nda topladığını kaydeder. Gençliğinde, özellikle ta'lik yazıda şöhret bulmuş Siyâhî Ahmed Efendi'den hat meşk ettiği de kaynaklarda kayıtlıdır.
Şeyhî'nin Itrî hakkında kaleme aldığı “İlm-i edvârda (mûsikî ilminde) mâhîr ve fenn-i mûsikîde akrânı nâdir olmağın merhûm Sultan Mehmed Hân-ı Gâzî Hazretlerinin (IV. Mehmed) meclis-i hümâyûnlarına dâhîl ve bînihâye ihsân ü atâya nâil olduğundan ma'dâ kendi arz-ı hâli mûcibince bâ hatt-ı hümâyûn-ı saâdet-makrûn ber vech-i te'yîd esirciler kethüdâsı unvânını i'tâ buyurmuşlar idi" sözlerinden anlaşıldığı üzere, Itrî resmî bir memuriyet olan esirciler kethüdalığını padişahtan talep etmiş ve bu isteğine erişmiştir. Yine bu kayıttan onun IV. Mehmed huzurunda icra olunan saray fasıllarında yer aldığını ve padişahın takdir ve ihsanına nail olduğunu anlıyoruz.
Itrî'nin yalnız IV. Mehmed'in değil, Kırım Hanı Selim Giray'ın da iltifat ve himayesine mazhar olduğu, bilinen bir başka husustur.
Diğer taraftan, güzel sesi ile tanınmış Edirneli Hafız İbrahim, Hafız Post unvanı ile şöhret bulmuş Mehmed Efendi, güzel bir sese malik olan saray hekimi Sâlih b. Nasrullah, IV. Mehmed'in damadı, aynı zamanda mûsikî ve şiir alanında en beğendiklerinden olan Musâhib Mustafa Paşa ile Derviş Neyzen Fennî gibi isimler de Itrî'nin çağdaşları olarak bu saray fasıllarına dahil olmuşlardır.

O şafak vaktinin cihangiri

Nota ile kaydedilme usulünün bulunmadığı ve meşk yolu ile kulaktan kulağa, hocadan talebeye aktarılmak sureti ile nesillere emanet edilerek günümüze ulaşan eserler arasında Itrî'ye ait olan veya olduğu öne sürülenlerin sayı ve isimleri de ne yazık ki kesinlik arz etmemektedir. Yahya Kemal'in ünlü şiirinde, “Kıskanıp gizlemiş kaza ve kader / Belki binden ziyâde bestesini / Bize mîrâsı kaldı yirmi eser / Nâ'tidir en mehîbi, en derîni / Vâkıa ney, kudûm gelince dile / Hızlanan mevlevî semâı ile / Yedi kat arşa çıkmış Âyîni" mısralarıyla dile getirdiği gibi büyük bestekârın bugün elimizde pek az, ancak sanatsal değeri çok yüksek eserleri bulunmaktadır.
Gerçek birer başyapıt olan Segâh Mevlevî Âyîn-i Şerîfi, Rast Na't-i Mevlânâ ve Nevâ Kâr yanında diğer büyük ve küçük formlu eserleri, Itrî'nin bestekârlık kudreti hakkında bilgi vermeye yeterlidir.
Itrî'nin doğum tarihinde olduğu gibi, ölüm tarihi hakkında da tartışmalar vardır. Ölümüne düşürülen “Buhûrîzâde'yi bûyây-ı bezm-i 'adn ide Allah" tarih mısraının 1123 (M. 1711) veya 1124 (M. 1712) tarihlerine karşılık gelip gelmediği üzerinde bugün dahi fikir birliğine varılamamıştır.

  1. Biz onu Yahya Kemal'den biliriz!
  2. Itrî'yi toplum katında en yaygın tanınırlık düzeyinde temsil eden 2 önemli eseri zikretmek gerekir ki bunlardan birincisi, şiiri Nef'î'ye, bestesi Itrî'ye ait olan ve “Tûti-i mûcîzegûyem ne desem lâf değil" mısraı ile başlayan ünlü 'Segâh Yürük Semâî'dir. İkinci eser ise Türkçenin büyük şairi Yahya Kemal Beyatlı'nın 'Itrî'ye Gazel' başlıklı ölümsüz şiiridir. İşte toplumumuz, müziğini yeterince dinleyemediği Itrî'yi, Beyatlı'nın, her mısraını büyük bestekârın ruh ve estetik dünyasına gönderme yaparak tarif ve tavsif ettiği, “Büyük Itrî'ye eskiler derler / Bizim öz mûsikîmizin pîri" beyti ile başlayan bu harikulade şiirle bilir, tanır.


Edirnekapı'nın büyük bestekârı Itrî'nin, 2006 yılında gerçekleştirilen restorasyon ile yeni bir görünüme kavuşan mezarı Edirnekapı'da ziyaretçilerini bekliyor.
Edirnekapı'nın büyük bestekârı Itrî'nin, 2006 yılında gerçekleştirilen restorasyon ile yeni bir görünüme kavuşan mezarı Edirnekapı'da ziyaretçilerini bekliyor.


Gömülü olduğu yer dâhil olmak üzere hakkındaki bilinmezlikler ne denli çok olursa olsun, Buhûrîzâde Mustafa Itrî, Yahya Kemal'in şirinde vurguladığı üzere, halkı yer yer sevk ederek saltanatlı Tekbîr'in söyleneceği nice bayram sabahlarının, 'o şafak vakitlerinin cihangiri' olarak mevcut eserleri ile yüzyıllar ötesine erişmeye hak kazanmış büyük bir bestekârdır.

İlk millî marşımız Itrî'nindi!
Olay 19. yüzyılda, bir Ramazan bayramında Paris'te geçer. Paris'teki Osmanlı Elçiliği'nin imamı Tahsin Hoca Efendi, Paris elçisi Cemil Paşa ile Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa'nın çocuklarının öğretmenleri olan Hoca Hayâlî ve Hintli İskender Hoca ile Paris'te bulunan Jön Türkler olayın başlıca kahramanlarıdır. Paris'teki Jön Türk yâranından Mehmed ve Hacı Nuri beylerin girişimi ile Ramazan ertesinde bayramı kutlamak üzere yemekli bir toplantı düzenlenir. Yemeğe, aralarında tarihçi Leon Cahon'nun da bulunduğu genç Fransız hürriyetçileri ile Paris'te yaşayan diğer Osmanlılar çağrılır. Bu suretle imparatorlarının baskısından yakınan Fransız hürriyetperverler ile Jön Türkler karşılaşmış ve tanışmış olurlar. Sofrada yenilip içilir, birlikte şarkılar söylenir. Bu arada Fransızlar da kendi vatan ve hürriyet şarkılarını seslendirirler. Ardından bu hürriyetperver Fransızlar, yeni tanıştıkları
Osmanlılara “Şimdi de siz millî marşınızı söyleyin, biz de sizi dinleyelim" diye ısrar ederler. Meclisteki Osmanlıların 'Ey Gaziler'le, 'Sivastopol Önünde Yatan Gemiler'den başka, arzu edilen mânâda millî zevke uygun bir şey olmadığını idrak ettikleri kısa bocalama sonunda toplantıyı tertipleyenlerden Mehmed Bey ayağa kalkarak duraksamaksızın, yüksek sesle tekbîr* getirmeye başlar. Orada bulunan müslümanlar da derhal ayağa kalkarak kendisine eşlik ederler. Tekbîr, Fransızların dileği üzerine birkaç kez yinelenir. Sofrada bulunanlardan Azaryan Efendi konu hakkında sonradan şunları nakletmiştir: “Bana işaret ettiler, bilir bilmez ben de karıştım. Tekbîrin insanı kendinden geçirici ve ruha işleyen melodisinden Fransızlar kendilerinden geçtiler, şaşırdılar. Etkisi şimdi bile yüreğimden çıkmamıştır." (*) Tekbîr: Segâh makamındaki Bayram Tekbîri. Buhûrîzâde Mustafa Itrî'nin bestesidir.