İznik Ayasofya’sı ibadete açıldı

Bir dönem müze olarak kullanılmış tarihi cami, 6 Kasım 2011 tarihinde, yaklaşık 90 yıl aradan sonra bayram namazının kılınmasıyla ibadete açıldı. Merhum Nezih Uzel'in son yazısı. Merhum vefatından 6 gün önce 'Bana bir şey olursa bu yazıyı mutlaka yayınlayın, olur mu?' dediği yazısını hayret ve keder duygularıyla Derin Tarih dergisi okurlarına sundu.

Osmanlı İmparatorluğu'nun temeli, Batı Anadolu topraklarında yer alan Söğüt'te, zamanımızdan 7 asır önce atılmıştı. O çağda henüz bir beylik olan bu devletin 2. hükümdarı, devleti gerçek anlamda örgütleyen Orhan Gazi'dir. 'Sultan' unvanını ilk defa kullanan Osmanlı padişahı Orhan Gazi 1281 yılında Söğüt'te doğdu. 1326'da babası Osman Gazi'nin vefatı üzerine padişah olarak, 1359'a kadar 33 yıl bu makamda kaldı. Devletin sınırlarını genişletti ve onu çağına göre modern bir devlet haline getirdi. Ele geçirilen şehirlerin halkına adaletli davranılması sayesinde ilk Osmanlı fetihlerinde sınırlar süratle genişledi.

Sultan Orhan 1326'da Bursa'ya girerek 1329'da, 30 yıldan fazla kuşatma altında bulunan İznik'in fethini tamamladı. 1360'da Gemlik'i ele geçirdi. Bizanslılarla yapılan birkaç çatışma sonucu neredeyse tüm Batı Anadolu Osmanlı hükümdarlığı altına girmişti.

Sultan Orhan'ın başarılı fetihler sonucunda aldığı, 'Dinin kahramanı' anlamına gelen 'Şücaüddin' unvanı, bölgede kurulan yeni siyasî oluşumun liderine uygun düşüyordu. O çağda Küçük Asya büyük sıkıntılar ve tarifsiz siyasî çalkantılar içindeydi. Muazzam bir köylü ordusu kılığındaki 1. Haçlı Seferi, ülkeyi batıdan doğuya yarmış, bunun hemen arkasından gelişen Moğol saldırısı batıdan gelen korkunç felaketin doğu kanadını teşkil etmişti. Konya merkezli Anadolu Selçuklu Devleti dağılmış, Anadolu şehirleri anarşi içinde kalmıştı. Terör her ocağı yıkmış, ateş her bacayı sarmıştı. Anadolu Selçuklu Devleti'nin son hükümdarı II. Gıyaseddin zamanında, Hıristiyan Fransız paralı şövalyeleriyle desteklenen Konya'nın zalim askerleri, Malya Ovası katliamında 60 bin Türkmen'i katletmiş, böylece tarihte son savaşını kendi halkına karşı veren bu devlet, az sonra siyasî sahneden silinmişti.

Yunan ateşinin kurbanı İznik Ayasofya’sı 1922 yılında Yunan işgalinde ateşe verilmiş, özellikle de Hıristiyanların ibadet ettikleri apsis kısmı büyük tahribat görmüştü.
Ayasofya ismini değiştirmeye gerek yok
Osman ve Orhan gazilerin devleti işte böyle bir enkazın üzerinde yükseliyordu. Canından bezmiş halkın güvenilir bir hukuk düzenine ihtiyacı vardı. Aksi halde dibe vuran yaşam sona ermek üzereydi. Yıkım ve esaret kaçınılmaz olmuştu. Bir devlet kurulmalı, bu devlet anarşiyi önlemeli, sağlam bir idarî mekanizma, suç ve ceza dengesiyle disiplini sağlamalıydı. O çağda henüz güçlü kurumlara sahip olamayan kamu düzeni için tek çare dine bağlanmaktı. Sultan Orhan'ın 'Şücaeddin' lakabı işte böyle bir ihtiyacı ifade ediyordu.

Sultan Orhan İznik'i fethettikten kısa süre sonra gelenek üzere, şehrin ortasında yer alan büyük kiliseyi camiye çevirerek yanına bir de medrese inşa ettirdi. Hıristiyan devrinde Ayasofya diye anılan bu kilisenin adı yine Ayasofya olarak kaldı. Kendilerinden ve tarihî misyonlarından emin olan fatihler, 'devlet-i ebed müddet' kavramı içinde herhangi bir isim değişikliğine gerek duymamışlardı.

Sultan Orhan'ın camiye çevirdiği İznik Ayasofya'sının Hıristiyanlık tarihinde özel bir yeri vardır. Bu kilise, miladî 325 tarihinde Roma Kralı Konstantin'in arzusu ile toplanan ilk İtikat Meclisi'nin yapıldığı yerdir. Devrinde tüm din adamlarının bir araya gelerek temel itikat meselelerini konuştukları ve bir sonuca bağladıkları bu toplantılara Hıristiyanlık'ta 'konsül' adı verilmektedir.


325 tarihli 1. İznik Konsülü'ne o sırada Roma İmparatorluğu'nun egemenliği altında olan Avrupa, Afrika, Küçük Asya ve Mezopotamya'dan 200'e yakın piskopos iştirak etmişti.

Teslis, siyasî bir programdı!
Toplantıda konuşulan konu, Hz. İsa Rûhullah aleyhisselam' ın ulûhiyetiydi. Erken Hıristiyan döneminde ilk Hıristiyan kaynakları Hz. İsa'nın kendisini hem Allah, hem insan olarak tanıttığını ileri sürüyordu. Buna göre dinin akaidinde 'Baba-Oğul-Rûhülkuds' kavramı (teslis / üçleme / trinité) geliştirilmişti. Baba ile oğul aynı cevherdendi. Hakk 'baba', peygamber 'oğul', ikisini bağlayan da 'kutsal ruh'tu. Ancak bir süredir Roma'nın bazı vilayetlerinde, özellikle Mısır'da bu düşünceye karşı bir isyan belirmişti. Bazı kişiler 'baba' ile 'oğul'un aynı cevherden olmadığını ileri sürüyorlardı. Bu ekibin başı, İskenderiye başpiskoposu Ariüs'tü.

Ariüs'e göre oğul baba'nın yaratmasıydı. Yani kendi ifadesi doğru olsa da Hz. İsa Allah değil, herkes gibi Allah'ın yarattığı bir kuldu; ancak peygamberlikle görevlendirilmişti.

Peygamber Nâsıralı İsa'nın Allah'ın oğlu olduğuna dair geliştirilen teslis kavramı Roma'nın resmî düşüncesiydi. O çağda putperest Tanrı inancından uzaklaşarak sarsıntı geçiren ve dağılmak üzere olan Roma, Hıristiyanlığa ve tüm tek Tanrıcı dinlere özgürlük tanıyan 415 Milano Bildirisi'nden sonra bağlayıcı unsur olarak can havliyle Hıristiyanlığa sarılmıştı. Hâlbuki 'kutsal teslise' saldıranlar yüzünden şimdi bu dinin birliği bozulmak üzereydi. Kral Konstantin 325 İznik Konsülü'nü işte bu yüzden toplamıştı.

İznik Konsülü aylar süren müzakerelerden sonra 'baba' ile 'oğul'un aynı olduğunu ilan ederek bu kararını 'Homoousius' kelimesi ile tescil etti. İskenderiyeli yürekli papaz Ariüs yenilmişti. Ve bu yenilgiyi hayatıyla ödedi.

Ariüs'ün İsa Rûhullah aleyhisselam için geliştirerek Thalia Ou Le Banquet Spritiuel ismi ile yazdığı bir kitapta savunduğu 'Tanrı değil, peygamber' savı İslamî düşünceye ve Kur'an hükümlerine uygundur. Teslis, Kral Konstantin'e ait siyasî bir programdı. Bu yüzden Ariüs'ü 'gerçek bir İsevî-Hıristiyan' olarak selamlamak mümkündür. (İznik Ayasofya'sında 5 asır sonra bir konsül daha yapılmış, bu kez de dini temellerinden sarsan 'tasvir kırıcılık' konusu görüşülmüştü.)

İznik Ayasofya’sına yeni isim Restorasyonun tamamlanmasına yakın İznik Ayasofya’sının resmen camiye dönüştürülmesini beklemeden asılan levhada “Ayasofya Camii” ifadesi kullanılmakta ve ikinci bir isim olarak Orhan Camii adı geçmektedir.
Vatikan'ın ilgisini asırlarca canlı tuttu
İznik Ayasofya'sının Hıristiyanlık tarihi içindeki yerini iyi bilen Vatikan'ın bu esere ilgisi hiç azalmadı. Bölgede faaliyet gösteren Türk turizm ve tanıtım firmalarının Ayasofya hakkında ürettikleri düşüncelerin de arkası kesilmedi. Buranın bir Sultan vakfı olduğunu bildikleri halde eserin Hıristiyan tarihi içindeki yerini ön plana alan turizmciler, 'inanç turizmi' şeklinde tartışılmamış bir kavrama sarılarak fethi küçümsemekte ve caminin yeniden kiliseye çevrilmesini arzu etmektedirler. Bir arada 'kültürel miras' anlayışı ortaya çıkmış, Osmanlı kültürel mirası ortada dururken, Katolik kültürel mirasından söz edilmiştir.

İlginç tartışmalar sırasında buranın yeniden kilise olmasını isteyenler görülürken, yarısı cami, yarısı kilise olsun diyenler de çıkmıştır. İznik Ayasofya'sını İspanya'daki Kurtuba Camii ile mukayese edenler, Reconquista'dan sonra Kral Karlos Kentos'un Kurtuba Camii'nin ortasına katedral yapmak isteyenlere karşı “Bu ülkede pek çok katedral yapabilirsiniz ama bir Kurtuba Camii daha yapamazsınız” deyişini, İznik Ayasofya'sına giydirerek “İznik'te pek çok cami yapabilirsiniz ama bir Ayasofya daha yapamazsınız” şekline sokmuşlardır. Vakfın şartlarını yerine getirmekle görevli ve bu çaba içinde olan yöneticileri de 'fetih edasıyla dinsel sömürü ve siyasî şov' yapmakla suçlamışlardır. Ancak bu yoldaki çabalar sonuçsuz kalmıştır. Bununla birlikte 2000 yılında alınan geçici bir hükümet kararı sonucu burada, Hz. İsa'nın 2000'inci doğum yılı münasebeti ile Vatikan tarafından yürütülen bir girişimle ayin yapılmıştır.

680 yıl sonra yeniden…
Sultan Orhan'ın kılıç hakkı olarak camiye çevirdiği ve milletine vakfettiği İznik Ayasofya Camii, tüm Osmanlı yüzyılları boyunca cami olarak kullanılmış ancak günümüzden 90 yıl önce terk edilmişti. Bir ara müze olarak da kullanılan eser, geçtiğimiz yıl Kurban bayramında cami olarak hizmete açılarak vakfın tarihi olan 1331'den bu yana geçen 680 yıllık İslamî yaşamına kaldığı yerden devam ediyor. Böylece “Şart-ı vâkıf nass-ı şârî gibidir” (Vakıf yapanın koyduğu kurallar Şeriat hükümleri gibidir) ifadesi karşılığını bulmuş oluyor.