Kolomb’dan önce de Malcolm X’ten sonra da İslam hep orada

Amerika İslamla ne zaman şereflendi? Kıtaya Kolomb’dan evvel Müslümanların ulaştığına dair ne tür deliller var? “Tanrı da siyahtır” diyen hangi siyahî lider Amerika’daki zenci Müslümanları kısa sürede çevresinde toplamayı başardı? Ve Malcolm X! Harlem’in haylaz çocuğu nasıl Yeni Dünya’da İslamın efsanevî sesi oldu? Amerika’dan dünyaya yayılan siyahî İslam dalgasını tanıyalım.

Müslümanların Amerika kıtasına Kolomb’dan en az 5 asır önce ulaştık­ları bilgisi yeni değil. Afrika tarihi uzmanı Abdullah Hakim Quick, Afrika çalışmalarıyla bilinen Sulayman Nyang (Howard University) ve Saga America 1980 kitabının yaza­rı Barry Fell (Harvard University) gibi ilim adamları İspanya ve Batı Afrika­lı Müslümanların Yeni Dünya’ya 10. yüzyılda ulaştıklarını gösteren delil­leri seneler evvel ortaya koymuşlardı.

O dönemin yerli dillerindeki Arap­ça unsurlara işaret eden kitabeler, Batı Afrikalı Müslümanlarla Kuzey ve Güney Amerika yerli halkların elbise modellerindeki benzerlikler delillerin ilk akla gelenlerinden. Barry Fell, Ro­bert F. Heizer ve Martin A. Baumhoff yaptıkları arkeolojik kazıların netice­sinde buldukları Nevada, Colorado, New Mexico ve Indiana eyaletlerinde­ki 8. yüzyıla ait okul kalıntılarından hareketle burada Müslümanlara eği­tim dahi verildiğini, İslamî ilimlerle birlikte denizcilik derslerinin okutul­duğunu ileri sürüyorlar.

İslamın Kolomb’dan önce Ameri­ka’daki mazisi ne denli gizemliyse, Ko­lomb sonrasındaki serencamı da bir o kadar sancılı. Bu dönemde Avrupalı de­nizcilerin köle ticaretine başlamasıyla köleliğin sona ermesine kadar Ameri­ka’ya yaklaşık 20 milyon insanın geti­rildiği biliniyor. Köleler arasında Afri­ka’daki Müslümanlardan esir alınarak burada çalıştırılanların sayısı da olduk­ça fazlaydı. Bazı araştırmacılara göre erkek kölelerin yüzde 40 veya 60’ı, ka­dınların ise yüzde 20’si Müslümandı.

Zor şartlarda yaşamak zorunda ka­lan bu insanların bazıları dinlerini zor­lamalar sebebiyle unutsalar da İslamî kimliklerini muhafaza etmeyi başaran­lar da eksik değildi. Senegal’de dünya­ya gelen Job ben Solomon bunlardan biri. Köle tüccarlarınca kaçırılarak Amerika’ya getirilen Job, 2 yıl köle ola­rak çalıştıktan sonra kaçmayı denedi. Yakalanıp hapse atıldığında tanıştığı Thomas Bluett adlı avukatın yardımı sayesinde özgürlüğüne kavuşabildi.

“Kölelerin prensi” olarak bilinen Abdurrahman İbrahim ibn Sori’nin hikâyesini anlatmadan geçmek olmaz.

Afrika’nın batısındaki Timbo şeh­rinde dünyaya gelen Abdurrahman İbrahim soylu bir ailede bir şehzade olarak yetişti. Çocukluğunda çeşit­li hocalardan İslam ilimleri üzerine dersler aldı. Asker olmak isteyince 1788’de babası 2 bin kişilik bir orduya katılmasını sağlayarak savaşa gönder­di onu. Bu sırada İngilizler tarafından esir alındı ve köle olarak satıldı. Mis­sissippi’ye getirilerek 40 yıl boyunca pamuk ve tütün çiftliklerinde çalıştı­rıldı. 1826’da ailesine gizlice yazdığı bir mektupla başına gelenleri anlattıy­sa da mektup New Yorklu bir gazete­cinin eline geçti. Mektubun gazetede yayınlanmasının ardından 1828’de dönemin ABD Başkanı John Quincy Adams devreye girdi ve Batı Afrika’nın prensini özgürlüğüne kavuşturdu.

Avrupalıların konumları dolayısıyla asırlar boyunca ABD’de Hıristiyanlık ve ona bağlı (Katolik, Ortodoks, Pro­testan, Presbiteryen, Baptist) mezhep­ler seslerini duyurmalarına rağmen diğer dinlere mensup insanların faz­la etkin olmadıkları dikkat çeker. 19. yüzyılın sonundan itibaren dünyanın farklı bölgelerinden farklı milletlere (Ortadoğu ve Uzakdoğu başta olmak üzere) ve dinlere mensup insanların Amerika’ya göç etmesiyle Amerikan toplumu Hıristiyanlık haricindeki din­leri de yakından tanıma fırsatı buldu.

Amerika’ya göç veren Müslü­man devletlerin ilki ve en önemlisi, 1783’te Amerika’yı ilk tanıyan ülke olan Fas Krallığı. 19. yüzyıl sonların­dan itibaren Osmanlı Devleti’ne ait topraklardan Suriye, Lübnan, Filistin, Yemen ve Yugoslavya’dan; ayrıca Tür­kistan, Kafkasya, Afganistan, İran, Pa­kistan ve Hindistan’dan Müslümanlar toplu halde Amerika’ya göç etmişler­dir. Bunlar genellikle doğu kıyılarına yakın şehirlere yerleşerek buralarda camilerin yanı sıra İslamî dernek ve vakıflar kurdular.

Ülkede Müslümanların artmasıyla 20. asırda çeşitli dinî hareketler de ortaya çıktı. Yüzyılın başında Wallace Fard Muhammad (1877-1934?) tarafından Detroit’te kurulan The Nation of Islam bunların en önemlilerinden. İlginçtir, tamamıyla siyah hareketi olan bu derneğin kurucusu Wallace siyahî değildi. 1934’te aniden ortadan kayboluşuyla ona dair her şey bir sır olarak kaldı.

Wallace Fard kendisinin Arabistan’dan Amerika’ya peygamber olarak geldiğini iddia ediyordu. Ona göre zenciler dünyada hak ettikleri yeri almak ve ruhen yeniden doğuşlarını sembolize etmek için ya İslamî isimleri benimsemeli ya da X harfini kullanmalıydılar. Afro-Amerikalıların beyazlar tarafından köleleştirildikleri için hem milliyetlerini, hem de asıl dinleri olan İslamı kaybettiklerinin sık sık altını çiziyordu. Beyaz insanın şeytanın bir türü olduğunu düşünen Wallace’a göre Hıristiyanlık insanları köleleştiren beyazların diniydi. Onların zulümleri neticesinde zenci halk geçmişini inkâr eder hale gelmişti.

Malcolm X’in dostuydu, ta ki... ABD’de kurulan siyahî hareket The Nation of Islam’ın Wallace Fard Muhammad’dan sonraki lideri Elijah Muhammed(solda) peygamber olduğunu iddia etmiş, siyahların üstün ırk olduğu görüşüyle binlerce siyahînin hareketin yanında yer almasını sağlamıştı. - Kara Kıta’dan Yeni Dünya’ya zifirî yolculuk Kölelik Avrupalıların Yeni Dünya’yı keşfiyle farklı bir boyut kazanmış, milyonlarca Afrikalı iş gücü sağlamak amacıyla buraya köle yapılarak getirilmişti. 12 Yıllık Esaret (2013) filminden, Afrikalı siyahîlerin Amerika’ya götürülüşünü canlandıran dramatik bir sahne.
Malcolm X’in dostuydu, ta ki... ABD’de kurulan siyahî hareket The Nation of Islam’ın Wallace Fard Muhammad’dan sonraki lideri Elijah Muhammed(solda) peygamber olduğunu iddia etmiş, siyahların üstün ırk olduğu görüşüyle binlerce siyahînin hareketin yanında yer almasını sağlamıştı. - Kara Kıta’dan Yeni Dünya’ya zifirî yolculuk Kölelik Avrupalıların Yeni Dünya’yı keşfiyle farklı bir boyut kazanmış, milyonlarca Afrikalı iş gücü sağlamak amacıyla buraya köle yapılarak getirilmişti. 12 Yıllık Esaret (2013) filminden, Afrikalı siyahîlerin Amerika’ya götürülüşünü canlandıran dramatik bir sahne.

Düşüncesini “İslam zenci halklara özgüdür” türünde ırkçı bir anlayış üzerine bina eden The Nation of Islam hareketinin başına, Wallace’ın ani kayboluşundan sonra Elijah Muhammed geçecekti.

Elijah Muhammed 1923’te Detroit’e göç ederek yaklaşık 1930’larda Fard’ın yardımcısı olmuştu. Onun öğretilerini, kendi düşüncesi ve İslamın bazı uygulamalarıyla harmanlayarak insanlara aktardı. Malcom X’e göre “Elijah Muhammed Müslüman değildir. O, kendi kafasından uydurduğu inanç ve itikatları insanlara İslam diye anlatan bir adamdır.”

Gariptir, hareketin başına geçtikten sonra Elijah Muhammed de kendisinin peygamber olduğunu iddia edecekti. Ona göre insanlar eşit değildi, ırk bakımından siyahlar üstünlüğe sahipti. Zencilere Allah adına lütuflar dağıtarak övgü dolu sözlerle zenci takipçilerinin gönlünü ve güvenini kazanmayı başardı. Mesajını yaymak için şehir şehir dolaştı; 4 yıl hapiste yatarak davasına bağlılığını ispatladı. Hareketin hedef kitlesi olarak işsiz güçsüz, suç işlemiş kimseleri ve uyuşturucu bağımlılarını belirleyen Elijah, 1940’larda birkaç bin olan üye sayısını 1950’lerde 80 bine çıkarmayı başaracaktı.Sivri söylemleri ve cüretkâr liderleriyle The Nation of Islam’ın 1942’den itibaren Amerikan hükümetinin tepkisini çektiğini ve yakın takibe alındığını tahmin etmek zor değil. Özellikle FBI zenci Müslümanların ev ve camilerine baskınlar düzenledi. Ne var ki, FBI ve CIA’nın amansız baskılarına rağmen ayakta kalmayı başaran hareket Afro-Amerikalılara pozitif kimlikler kazandırma doğrultusundaki faaliyetlerini sürdürdü. 1950’lerden itibaren mensupları tarafından ulusal ticaret ağları ve Clara Muhammad Schools adıyla bilinen okullar zinciri kuruldu. Böylece ABD’nin tamamına yayılarak İslamın sesi haline geldi.

“Tanrı da siyahtır”

“İslam milleti” anlamına gelen The Nation of Islam’ın uluslararası platformda duyulmasında en önemli rolü ise Malcolm X oynar. Müslüman olduktan sonra yaklaşık 15 yıl hareketin görünen yüzü olan Malcolm X sayesinde Afro-Amerikalılar dünyada emperyalizm karşıtı özgürlük mücadelesi veren diğer halklarla ilişki kuracaklardı.

New York’ta siyahî Müslümanlara sesleniyor. Gazetedeki manşet: “Özgürlüğümüz bekleyemez” (1963).
New York’ta siyahî Müslümanlara sesleniyor. Gazetedeki manşet: “Özgürlüğümüz bekleyemez” (1963).

Pek çok kimsenin İslamı benimsemesine ilham kaynağı olan Malcolm X veya son zamanlarında bilinen adıyla Malik eş-Şahbaz’ın çileli hayatının bugün dahi söyleyeceği çok şey var.

19 Mayıs 1925’te Omaha’da (Nebraska) dünyaya gelen Malcolm, küçük yaşta anne ve babasını kaybettiğinden zorlu bir çocukluk dönemi geçirdi. Kendisini hedef alan tacizler dolayısıyla ilkokulu yarıda bıraktı. Boston’daki üvey ablasının yanında yaşarken konser salonlarında ayakkabı boyacılığı ve müşterileri zenci olan bir lokantada garsonluk yaptı.

16 yaşında Boston-New York hattındaki trenlerde sandviç satmaya başladı. Bu sırada zencilerin yaşadığı Harlem’le tanışan Malcolm uyuşturucu, kadın ticareti ve antika eşya hırsızlığı gibi pek çok kirli işe bulaştı. Hırsızlıktan yakalanarak 27 Şubat 1946’da arkadaşı Shorty ile Charlestown eyalet hapishanesine gönderildi. Cezaevinde İncil’e ve Tanrı’ya lanet okumasından dolayı kendisine “satan” (şeytan) lakabı takılmıştı.

1948’de Concord Hapishanesi’ne nakledildi. Burası daha iyi şartlara sahipti. O günlerde küçük ağabeyi Philibert kendisine gönderdiği bir mektupta Müslüman olduğunu yazıyordu. Kardeşi Reginald’dan da benzer bir haber gelmişti. Onların teşvikiyle Malcolm zenci milliyetçiliğini savunan, hatta Tanrı’nın da zenci olduğunu söyleyen Elijah Muhammed’in görüşlerini benimsedi.

1948’in sonlarında nakledildiği Norfolk Hapishanesi’nde onunla mektuplaşmaya başladı. Hıristiyanlıktan başka din tanımayan Malcolm’un beyaz adama duyduğu kin, Elijah’nın görüşlerini benimsemesini kolaylaştırmıştı. Hapishanede kaldığı 7 yıl boyunca okudu, okudu. O yıllarını, “Bir insanın düşünmeye ihtiyacı varsa gidebileceği en iyi yer, bana sorulursa, üniversiteden sonra hapishanedir” diye değerlendiriyordu.

1952’de hapisten çıkınca Nation of Islam hareketine katıldı. Enerjisi, teşkilatçılığı ve harekete bağlılığıyla dikkat çekince Elijah onu farklı yerlerde, son olarak da Harlem’de görevlendirdi. 1952’den sonra davasının isimsiz bir hizmetkârı olduğunu simgeleyen X soyadını kullanmaya başlayan Malcolm, hareketin etkin bir savunucusu oldu. Örgüte akın akın üye yağdığı bu dönemde onun yönetiminde haftalık Muhammed Speaks dergisinin yayınına başlandı ki tirajı 500 bini buluyordu. 1958’de kendisi gibi harekete bağlı olan hemşire Betty ile evlendi ve Atilla, Kubilay, İlyas, Cemile ve Melike adlı çocukları dünyaya geldi.

Malcolm X ile Elijah arasındaki sıcak ilişki sonraki yıllarda bozuldu. Malcolm’un yükselen grafiği liderliği kat’i ve tartışmasız olan Elijah Muhammed’i korkutmuştu. Örgütün üst düzey yöneticileri arasında ciddi manada güç savaşı yaşanıyordu. İlk iş olarak Muhammed Speaks dergisinin editörlüğü Malcolm X’den alınacaktı.

Bağların kopmasına sebep olan asıl hadise ise 1963’te meydana geldi. Elijah Muhammed’in 20’li yaşlardaki iki sekreteri mahkemeye müracaat ederek sahip oldukları 4 çocuğun babalarının eski patronları olduğunu söyleyerek babalığın tescil edilmesini istediler. Elijah Muhammed iddiaları reddetmedi, tarihte bazı önemli kişilerin de ahlaki zaaf gösterdikleri gerekçesiyle kendisini savundu. Hâlbuki daha önce Malcolm X’in kardeşi yaşadığı gayr-ı meşru bir ilişki yüzünden örgütten atılmıştı.

“Zaman şehitlik zamanı!”

Elijah Muhammed’e güven ve inancını yitiren Malcolm X için yolları ayırmanın, yalnız da kalsa kendisini davasına adamanın vakti gelmişti. Afrika ile köklerini tanımak, ilişkilerin güçlenmesini savunan Afro-Amerikan tezini canlandırmak ve Hacca gitmek üzere Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine seyahate çıktı. Mekke’de dünyanın dört bir yanından gelen, farklı ırklara sahip Müslümanlarla tanıştı. Kutsal topraklardan eşine yazdığı satırlar geçirdiği köklü değişimin belgesi gibidir:

“İnanamayacaksın ama tenleri beyazdan daha beyaz olan insanlarla aynı bardaktan su içtim ve aynı tabaktan yemek yedim. Hepimiz kardeştik. Ben artık ırkçı bir Müslüman değilim. Gerçek Peygamberimiz olan Hz. Muhammed (sav) ırkçılığı yasaklamıştır”.

O artık el-Hac Malik eş-Şahbaz’dır. Kâbe’de insanların renk farkı olmaksızın birlikte hareket ettiğini, yüreklerinin aynı ideal için çarptığını ve aralarındaki kardeşlik bağını gördü Malcolm. Beyaz adamdan nefret eden o siyahî değildi artık. Suud’da devlet konuğu olarak Kral Faysal ile görüştü. Siyah tenli biri olarak gördüğü ilgi ve teveccühe inanamıyordu. Nijerya, Gana, Fas ve Cezayir’i de ziyaret etti. Gittiği her yerde Amerikalı bir Müslüman olarak sevgiyle karşılandı. Döndüğünde izlenimlerini medyaya ve Amerikan halkına bakın nasıl anlattı:

“Amerika İslamı tanımalı, anlamalı ve bilmelidir. Çünkü sadece bu din toplumdaki ırk, renk ve insanlar arasındaki ayırımı kökten reddetmektedir. İslam ülkelerine yaptığım gezilerde konuştuğum insanlar, hatta beraber yemek yediğim beyaz Amerikalılar kafalarındaki beyaz ayırımcılığın İslamla tanıştıktan sonra yok olduğunu ifade ettiler. Ben ırkçıydım ve İslamiyeti ancak o şekilde benimsemiştim. Fakat Hz. Muhammed ve Hz. İbrahim’in yaşadıkları kutsal beldeleri ziyaret ettikten sonra şimdi gerçek bir Müslüman oldum. Artık eski ırkçı değilim.”

İslam dininin belki de ilk olarak Amerikan basınında geniş yer bulması Malcolm X sayesinde olmuştu.

ABD’ye döndükten sonra Amerikan İslam Misyonu adlı örgütü kurarak buradaki eğitim faaliyetleriyle İslamın doğru bir şekilde öğrenilip anlaşılmasına öncülük etti. Ne var ki ırkçılığı bırakması Elijah Muhammed ve siyahî kuruluşlar tarafından hoş karşılanmadı. Kendisine ve ailesine yönelik tehditler aldı, kundaklanan evinden eşini ve çocuklarını zor kurtardı.

Bu gelişmelerden sonra biyografisini yazmaya çalışan Alex Haley’e, olacakları görmüşçesine kitabı okumaya ömrünün vefa etmeyeceğini söyleyecekti. Hatta şehadetinden iki gün önce, “Zaman şehitlik zamanıdır ve ben şehit olacaksam, bu kardeşlik uğruna olacaktır. Bu ülkeyi kurtaracak tek şey budur” dediği söylenir.

“Tarihi değiştirebilenler, ancak ve ancak ınsanın kendisi hakkındaki düşüncesini değiştirmeyi başabilmiş olanlardır.” Malcolm X

Evinin kundaklanmasının ertesi günüydü. Manhattan’da, Audubon Balo salonunda konuşma yaparken namlusu kesilmiş tüfekle göğsünden vuruldu Malcolm X. Üç kişinin açtığı ateş sonucu tam 16 kurşun yemişti vücuduna. Salondakiler suikastçıların birini yakalayıp darp ettilerse de diğer ikisi olay yerinden kaçmayı başardı. Suikastın kim tarafından yaptırıldığı bir muamma olarak kalmakla birlikte üzerinde en fazla durulan ihtimal, Elijah Muhammed ve FBI işbirliğiyle gerçekleştirildiğidir. The New York Times gazetesindeki vefat haberinin başlığı bile manidardır:

“Nefret Havarisi Öldürüldü”.

Malcolm X’in düşünce dünyası farklı safhalardan geçse de, değişmeyen bir nüveye sahipti: “Haksızlığa karşı sessiz kalmamak.” Bu sebeple hak bildiği doğruların arkasında durmayı, dahası bunu yüksek sesle dile getirmeyi düstur edinmişti. Bu yüzden ABD’de ve dünyada İslamın insancıl, adil ve cesur sesi olmaya devam ediyor.