Mehmed Akif’in köyünden selam var!

Türkiye'de hakkında yüzlerce kitap yazılan Mehmed Akif, sadece Safahat'ıyla değil, güçlü şahsiyetiyle de hayranlık uyandırır. Biz de bu değerimizi yetiştiren ocağı tanımak için aile köklerinin izini sürmeye karar verdik. Belki ona dair bir ipucuna rastlayabilirdik. Ata yurdu olan Kosova'nın yollarına düşmemiz bundan.

Uçağımız pistten havalanırken, ne yalan söyleyelim, havanın yağmurlu olmasından biraz endişelenmiştik. Acaba yollar ne haldeydi? Acaba Akif'in ata yurduna ulaşmamıza yağmur engel olur muydu? Malum, yolculuk tedirginlik demektir. Ancak yola çıkınca Mehmed Akif'in baba ocağını ziyaret heyecanı, kaygılarımızın önüne geçti. Muhakkak ki, bu ülkenin ruhunu yansıtan Akif, memleketinde de bize bir şeyler söyleyecekti.

Önce Kosova'nın başkenti Priştine'ye uçtuk. Bölgeyi avucunun içi gibi tanıyan Dr. Nureddin Ahmedi'yi bulmak ilk hedefimizdi. Buluşmamız çok zor olmadı. Şimdi vakit kaybetmeden İpek'e hareket etmeliydik.

Soğuk bir Aralık günü ulaştığımız İpek, durgun bir çehreyle karşıladı bizi. Hareketsizliği bozan tek unsur, şehrin ortasından akan Beyaz Drin nehriydi. Buranın bir Osmanlı şehri olduğunu anımsatan en önemli yapılardan Bayraklı Camii'ni ziyaret ettik, geleneksel havayı hâlâ yansıtan çarşıda yürüdük bir süre. Rehberimiz, Akif'in gençken İpek'e geldiğinde büyük bir ihtimalle bu çarşıya da uğradığını, burasının yüzyıllar boyu şehrin sembolü olduğunu ve İpek'e gelen herkesin yolunun mutlaka çarşıya düştüğünü anlattı.

Demek Akif de gençliğinde bu çarşıda yürümüş, öyle mi? Bu bilgi, coşkumuzu tetiklemeye yetiyor. Nede olsa Akif'in ayak izlerinden birini yakalamıştık. Öyleyse doğru yol üzerindeydik.

Kısa bir gezintinin ardından İpek'ten, Akif'in akrabalarının bulunduğu Şuşitsa köyüne gitmek üzere yola çıkıyoruz. Yolda Şuşitsa'nın tipik bir Arnavut köyü olduğunu belirten Nureddin Bey, halkının misafirperver, dürüst ve güneyde yer alması sebebiyle geleneklerine bağlı olduğunu fısıldıyor kulağıma.

Orda Aki­f'i­n köyü var uzakta


Rehberimiz Nureddin Bey, “Şuralarda olması gerekiyor” diye parmağıyla göstermeye çalışıyor sisler içindeki Şuşitsa'yı. Maalesef sisten hiçbir şey görünmüyor. Ona bu kadar yaklaşmışken kendini bizden bu denli gizlemesi merakımızı iyice kamçılıyor.

Nihayet o 'görünmeyen' köydeyiz. Vardığımızda bizi karşılayan ilk şey, köy mezarlığının içinde kalan tarihî cami oluyor. Sonradan öğrendiğimize göre Şuşitsa Camii bu köyde doğup büyüyen Akif'in babasından kalan iki hatıradan biriymiş. Tâhir Efendi'nin burada bir süre imamlık yaptığını öğreniyoruz. Ne var ki, şimdi mezarlığın içinde virane bir halde kalmış olan cami çok bakımsız; yetkililerden ilgi bekliyor. Diğer hatıra ise Akif'in baba evi. Ev yok, yalnız yeri belli. Bulunduğu yerde gerçekten de yeller esiyor.

Rehberimizle beraber köyün içine doğru ilerliyoruz. Karşımıza “Mehmed Akif Ersoy” yazılı bir ilkokulun tabelası çıkıyor. Okul'un TİKA'nın teknik yardımları ile yapıldığını öğreniyoruz.

Yolumuza devam ediyoruz. Bir kapıyı çalıyoruz, açıyorlar. Bana “İşte Akif'in akrabaları” diye ev sahiplerini tanıtıyor rehberimiz. Yolculuğumuzun başından beri bizi çepeçevre saran sis işte o anda dağılıyor. Uzun zamandır gidilmemiş bir dostun evine girer gibi gayet rahatız. Etrafımızı saran çehrelerde İstiklal Marşı şairinin hatları bir görünüp bir kayboluyor.

Biz ikram edilen “Türk kahvesi”ni yudumlarken, hafızamız da Safahat'ın sarı sayfalarında babasının izlerini taramaya başlıyor.

Dalar der­in bi­r uykuya'

Bence Akif'in dünyasında babasının oynadığı rolü en iyi yansıtan metin, Sezai Karakoç'a aittir. Şu tespitler onun Mehmet Akif kitabından:

“Baba soyu Rumelili, ana soyu Buharalı, doğuş yeri Fatih. Yani tam bir Doğu İslamlığının, Batı İslamlığının ve Merkez İslamlığının sentezi bir çocuk… Çağ, bir batış çağı. Anne çizgisi duyarlılığı, sağduyuyu, kendini bir ülkeye adayışı şairliği getirecek; baba çizgisi ataklığı, savaşkanlığı, yılmaz ve her vuruşunda daha çelikleşen bir savaş adamını, gözüpekliği, korkmazlığı, ürkmezliği, dönmezliği gerektirecektir.”

Daha Baytar Mektebi'nde okurken babasının ani vefatı Akif'i derinden sarsar ve ömrü boyunca “baba” figürü ruhunda bir heykel gibi canlı kalır. Akif'in ona duyduğu muhabbeti dile getiren mısraları, tam da babasının doğup büyüdüğü köyde hatırlamak hakikaten etkileyici bir deneyim oluyor:

Beyaz sarıklı, temiz, yaşça elli beş ancak;
Vücûdu zinde; fakat saç, sakal ziyâdece ak;
Mehîb yüzlü bir âdem: Kılar edeble namaz;
Yanında bir küçücek kızcağızla pek yaramaz
Namaz biter. O zaman kalkarak o pîr-i güzîn,
Alır çocukları, oğlan fener çeker önde.
Gelir düşer eve yorgun, dalar pek âsûde
Derin bir uykuya…

Akif’in kuzeni, tarihin tanığı Mehmed Akif’in ikinci kuşak kuzeni Adem Bey, Mulay ailesinin en yaşlı üyesi. Şu an 83 yaşında olan Adem Mulay, kuzeni Mehmed Akif’in vefat ettiği gün köydeki hüzne ortak olan tek şahit.
Ak­if'­in babası İstanbul'a neden g­itti­?

Akif'in akrabalarının anlattığı hikâyelerden biri çok ilgimizi çekti. Buna göre, 19. asrın ilk yarısında Şuşitsalı köylüler, bugün harap halde bulunan camiyi yaptırırlar. Lâkin imam bulamazlar. Bunun üzerine Akif'in dedesi Nureddin Ağa'ya “Sende çok çocuk var” deyip oğullarından birini imam olması için medreseye göndermesini rica ederler. O da bunu kutsal bir vazife kabul eder ve 7 çocuğundan en küçüğü olan Tâhir'i önce İpek'e, ardından da İstanbul'a okumaya gönderir.

Arkadaşları arasında “Temiz Tâhir” diye anılan Tâhir Efendi İstanbul'da medreseyi başarıyla bitirir. Ancak köyüne dönüp imamlık yapmak yerine payitahtta kalıp kendini ilme adamayı tercih eder. Zamanla Fatih Medresesi müderrisliğine ve Dersiamlığına kadar yükselir ki, bu noktalara yükselmek, her babayiğidin harcı değildir. Sonra Emine Şerife Hanım'la evlenir, Akif ve Nuriye adlarında 2 evladı olur.

Ak­if'­in akrabaları onu hatırlıyor

Bu köye Türkiye'den gelen herkes, adeta Akif ile babasından selam getirmiş gibi muamele görüyor. Akif'in ismi her zikredildiğinde hayattaki yeğenlerinden 83 yaşındaki Adem Mulay'ın mavi gözleri geçmişin alacakaranlığına dalıyor. Hayal meyal hatırlamaktadır: Akif'in vefat haberi köye ulaştığında Adem Mulay 7 yaşındadır ve köy halkı hüzne boğulmuştur.

Aile büyüklerinin Akif ile babası hakkındaki konuşmalarına şahit olan Adem Mulay, tatlı Arnavutçasıyla şu bilgileri aktarıyor:

“Babam ve dedemden duyduklarıma göre Tâhir Efendi İstanbul'da talebeyken İpek ve Şuşitsa'yı arada sırada ziyarete gelirmiş. Ancak müderris olduktan sonra bir daha köye adım atmamış. Evlenip aile kurması da köye gelmesini imkânsızlaştırmış. Ama babamın amcası olan Tâhir Efendi ve amcazadem Mehmed Akif'in hatırası köyde sürekli diri tutulmuş. Hatta Tâhir Efendi vefat ettiği zaman köyde taziye evi bile açılmış.”

Akif’in soyağacı İpek’in Şuşitsa köyündeki akrabalarının verdiği bilgilere dayanarak çıkardığımız Mehmed Akif’in baba soyunun şeceresi.
'Tah­ir'­in Mehmed ölmüş!'

Adem Mulay'ın hafızası maşaallah su gibi berrak. Bir anda bizi 76 yıl öncesine, Akif'in vefat ettiği günlere götürebiliyor:

“Mehmed Akif, Hakk'ın rahmetine kavuştuğunda 7 yaşındaydım. Çok az da olsa bazı şeyler hatırlıyorum. 'İstanbul'dan haber var, Tâhir'in Mehmed ölmüş' demişti ailenin ihtiyarlarından biri. Akif 'in milletvekili, şair, Türkiye'nin Milli Marşı'nı yazmış, velhasıl Türkiye'de, hatta İslam dünyasında tanınmış bir şahsiyet olması bizleri çok gururlandırıyor. Türkçe bilmiyoruz ama Akif 'in eseri artık Arnavutçaya tercüme edildi. Şiirlerini okuyabiliyoruz. Bundan sonra Arnavut halkı bu önemli hemşehrisini daha yakından tanıyacak. Bu arada Türk halkının Akif 'e olan teveccühü bizi çok duygulandırıyor. Biz Tâhir Efendi ve Mehmed Akif 'in mensubu olduğu Mulay ailesi olarak Türkiye'ye iki güzel insan verdiğimiz için çok mutluyuz. Zira Türkiye hepimizin vatanı. Buradan sizin vasıtanızla Türk halkına selam göndermek istiyorum.”

İpek ve İstanbul bir asırdır birbirinden kopmuş iki kalp sanki. Tıpkı Akif'in, akrabalarından koptuğu gibi. Ancak yapay sınırların gücü, zihinlerdeki “büyük vatan” algısını değiştirmeye yetmemiş. Akif'in sesi öyle gür çıkmış ki, bıraktığı soluk, Osmanlı'nın bu iki halkını birbirine bağlı tutmuş.

Bu arada Akif'in henüz çok gençken, köyüne giderek sıla-i rahim yaptığını, ecdadının yaşadığı topraklarda zihnindeki sorulara cevap aradığını biliyor muydunuz? Rehberimiz Nureddin'in neden Akif'i İpek çarşısında gezerken düşünmemizi istediğini şimdi anlıyoruz. Sisler iyice dağılıyor. Görüntü netleşiyor:

Evet, Akif de bizim gibi gelmiş Şuşitsa'ya. Babasının doğup büyüdüğü toprakları, akrabalarını ziyaret ederek vefatının derin acısını dindirmeye çalışmış. Muhtemelen, diyorum kendi kendime, babasına bükülmez ahlakını ve tükenmek bilmeyen ilim merakını kazandıran aile çevresini daha derinden tanımak için yollara düşmüş olmalıydı Akif.

Bir gün sizin de bu ara ücra köye yolunuz düşerse belki okumuş yazmış insanlarla karşılaşmayacaksınız. Lakin asırlık bir samimiyetle sizi karşılayan bu insanlar, her zaman İstanbul'a yeni Akif'ler gönderecekmiş gibi diri bir izlenim bırakacaklardır üzerinizde. Emin olun!