Osmanlı’nın dilleri

Osmanlı Dilleri
Osmanlı Dilleri

Osmanlı İmparatorluğun hiçbir eyaletinde tek bir dil konuşulmadı. Bu çok dilliliğin koordinasyonunda Enderun Mekteplerinin yetiştirdiği entelektüel sınıf merkez ile uçlar arasındaki ağın Türkçe üzerinden işlemesine büyük katkı sağladı. Prof. Dr. Hayati Develi tüm farklılıklara rağmen devleti güçlü tutan unsurları Derin Tarih dergisinde kaleme aldı.

Devlet-i Aliyye, tarihin kaydettiği bütün imparatorluklarda olduğu gibi çok halklı, çok kültürlü ve çok dilli bir sistemdi. Daha çok ekonomik faydaya ve kazanılmış toprakların elde tutulmasına dayanan bu sistemlerde, yönetilen sınıfın dili ve dini, merkez için önemsizdir. İmparatorluğa katılan unsurlar, tâbi oldukları güce karşı (esasen ekonomik ve askerî olan) görevlerini yerine getirdikleri sürece yaşama biçimlerine karışılmaz. Bu, Roma'da, Perslerde yahut Moğollarda olduğu gibi Devlet-i Aliyye'de de böyle olmuştur.

Bir kültürel planlama olmadığı için Doğu Roma zamanla Helenleşmiş; Moğolların önemli bir kısmı Türkleşmiş veya İranîleşmiştir. Bulgarlar gibi yayıldıkları alandaki kültürel etkileşim sonucu idareleri altındaki kültür tarafından asimile edilen Türk devletleri de az değildir.

Yine de devlet sisteminin dil ile dönen bir çark olduğu açıktır. Merkez, ne kadar küçük olursa olsun, ekonomik ve askerî işlevlerini yürütebilmek için kurmak zorunda olduğu bürokratik ağ sayesinde 'devlet' haline gelebilmiş, kültürel çeşitliliği bürokrasi diyebileceğimiz bir ağ sayesinde homojenize edebilmiştir. Bu ağ güçlendikçe devleti teşkil eden unsurların etkileşimi ve bir 'kimlik' oluşturmaları hızlanır.

Bürokratik ağın işlerliğini mümkün kılan ise daima bir 'dil' olmuştur. Roma bu anlamda devleti Latince, Abbasî ve Fatımîler Arapça, Moğollar ise Moğolca ile idare etmişlerdir. Abbasîlerin hakim olduğu bir sistemi içeriden ele geçiren Selçuklularda ise yönetişim dili Arapça olarak kalmıştır. Merkezin bürokratik sınır uçlarının ulaştığı yere kadar bu yönetişim dilleri de ulaşıyor; kimi zaman bütünüyle asimile edici oluyor, kimi zaman ise zayıf etkiler ve izler bırakıyordu.

Devlet-i Aliyye, Türkçe konuşan unsurlar tarafından kuruldu ve geliştirildi; gelişme sürecinde Arapça/Farsçaya dayalı Selçuklu bürokrasisinden etkilenmiş ama bunu Türkçeye adapte edebilmiş bir Türk entelektüel sınıfının desteğiyle, çok da zorlanmadan kendi bürokratik dilini geliştirdi. Enderun mektebinde bu dili iyi bilen bürokratlarını yetiştirdi.

Genişleme sürecinde ileri sürdüğü yerleşimci unsurların büyük çoğunluğu Türk dilli olup merkez ile uçlar arasındaki ağın Türkçe üzerinden işlemesine büyük katkı sağladı. Kısacası Osmanlı Devleti'nin resmî dili, başlangıçtan itibaren hep Türkçe oldu.
Ortak iletişim dili: Türkçe 
Hazırladığı İtalyanca-Türkçe sözlük 1641'de yayımlanan Giovanni Molino, Devlet-i Aliyye'nin hakim olduğu geniş coğrafyada 55 krallık ve beylik, 33 ulus ve dil olup bunların hepsinde güncel olarak Türkçe konuşulduğunu kaydeder. Molino'nun 'hepsinde' ve 'güncel olarak' ifadeleri elbette her bölge için aynı anlamı taşımaz. Bize gösterdiği, İstanbul'un fethinden hemen hemen 2 yüzyıl sonra, coğrafi sınırların en geniş olduğu bir dönemde, bütün bu coğrafyada Türkçenin ortak bir iletişim dili haline geldiğidir. 

Türkçe idarî, ticarî ve edebî anlamda devletin bütününde yaygınlık kazanmış, merkeze ulaşan en önemli yol olmuştur. Bağdat'tan Saraybosna'ya, Kafkaslardan Mağrib'e kadar uzanan ağ üzerinde Türkçe bütün idarenin, ticaretin ve kültürün başlıca taşıyıcısı olmuştur. Şam ve Erzurum'dan batıya geçmemiş olan Bağdatlı Rûhî'yi, Prizrenli Şem'î veya Taşlıcalı Yahya ile buluşturan da Türk dili olmuştur. 


Türk dilinin bu birleştirici etkisine rağmen bu coğrafya hem entelektüel, hem de günlük hayat itibariyle tek dilli olmamıştır. Hakim ve belirleyici İslam medeniyetinin 2 temel dili olan Arapça ve Farsça her zaman entelektüel olarak itibarda olmuş; her entelektüel, Türkçenin yanında bu 2 dili de mutlaka bilmiştir. Dinî ilimler başta olmak üzere bütün ilmî faaliyetlerin temel dili Arapça olurken, Farsça edebî mahfillerin, Mevlevîlik başta olmak üzere tekkelerin itibar ettiği dillerdir. Bu diller, iletişim dışında bir yazma dili olarak da değerlendirilebilir. 


Evliya Çelebi, Muğla'yı anlatırken bu şehir halkını övmek için şöyle der: “Gerçi Anatolu şehirlerindendir ammâ halkı gâyet şehrî (şehirli) ve Fârisî-dân (Farsça bilir) ve garîb-dost kavmi vardır” (
Seyahatname, c. 9). Farsça bilmek şehirli olmak, yüksek bir kültüre sahip olmak anlamına geliyordu. Arapça ise kültür merkezlerinde sağladığı entelektüel itibarın dışında Antakya'dan itibaren yoğunlaşan Arap dilli halkın günlük konuşma dili olarak kaydedilir. 

17. yüzyılı esas aldığımızda Devlet-i Aliyye içinde konuşulan dillere dair en canlı ve zengin kaynak olan Evliya Çelebi'nin Seyahatnâme'sine dayanarak diyebiliriz ki, devletin sınırları içinde yaşayan halkların adedince de dil vardı. En uç sınırdan başlayarak Macarca, Boşnakça, Arnavutça, Sırpça, Hırvatça, Bulgarca, Yunanca, Rusça, Ukraynaca, Ermenice, Kürtçe, kimi Kafkas dilleri (Abaza, Çerkez, Kabartay, Gürcü, Migril dilleri) Evliya Çelebi'nin kaydettiği dillerdendir. Kaydetmediği (Makedonca gibi) pek çok dilin de konuşuluyor olacağını varsayabiliriz.


Bu dillerin toplumsal statüsü ve birbirleriyle ilişkisi ise oldukça karmaşık, bir o kadar da ilgi çekicidir. Mesela Hırvatistan sınırlarında sürekli savaş halinde olan, hatta ölümlerinde bile silahlarının yanlarına gömülmesini isteyen Müslüman Hırvat gaziler anlatılırken, bunların namazda Hırvatça Fatiha okuduklarını, Macaristan sınırlarında Türkçe bilmeyen Macar ve Boşnak gaziler olduğunu öğreniyoruz. Osmanlı Devleti'nin hemen her bölgesi 2 dilli, birçok yeri ise çok dillidir. 


Bugünkü Yunanistan'ın birçok yeri 2 dilli bir görüntü arz eder. Selanik'te hayat çok dillidir. Türkçe yanında Yahudice (Ladino), bilhassa ticarette kullanılan yaygın bir dildir. Rumca, Bulgarca gibi diller de şehir ahalisi tarafından bilinir ve konuşulur. Yunanistan'dan güneye doğru indikçe şehir merkezlerinde idareci ve entelektüel sınıfın Türkçe bildiği ve konuştuğu görülür. Reaya ise ekseriyetle Rumca konuşmaktadır. 


Rumcadan etkilenmiş bir Türk diyalekti de Yunanistan'ın Müslüman-Türk ahalisinin günlük dili olarak kaydedilebilir. Atina ise Türkçenin neredeyse hiç konuşulmadığı bir merkezdir.
Ortak iletişim dili: Türkçe Hazırladığı İtalyanca-Türkçe sözlük 1641'de yayımlanan Giovanni Molino, Devlet-i Aliyye'nin hakim olduğu geniş coğrafyada 55 krallık ve beylik, 33 ulus ve dil olup bunların hepsinde güncel olarak Türkçe konuşulduğunu kaydeder. Molino'nun 'hepsinde' ve 'güncel olarak' ifadeleri elbette her bölge için aynı anlamı taşımaz. Bize gösterdiği, İstanbul'un fethinden hemen hemen 2 yüzyıl sonra, coğrafi sınırların en geniş olduğu bir dönemde, bütün bu coğrafyada Türkçenin ortak bir iletişim dili haline geldiğidir. Türkçe idarî, ticarî ve edebî anlamda devletin bütününde yaygınlık kazanmış, merkeze ulaşan en önemli yol olmuştur. Bağdat'tan Saraybosna'ya, Kafkaslardan Mağrib'e kadar uzanan ağ üzerinde Türkçe bütün idarenin, ticaretin ve kültürün başlıca taşıyıcısı olmuştur. Şam ve Erzurum'dan batıya geçmemiş olan Bağdatlı Rûhî'yi, Prizrenli Şem'î veya Taşlıcalı Yahya ile buluşturan da Türk dili olmuştur. Türk dilinin bu birleştirici etkisine rağmen bu coğrafya hem entelektüel, hem de günlük hayat itibariyle tek dilli olmamıştır. Hakim ve belirleyici İslam medeniyetinin 2 temel dili olan Arapça ve Farsça her zaman entelektüel olarak itibarda olmuş; her entelektüel, Türkçenin yanında bu 2 dili de mutlaka bilmiştir. Dinî ilimler başta olmak üzere bütün ilmî faaliyetlerin temel dili Arapça olurken, Farsça edebî mahfillerin, Mevlevîlik başta olmak üzere tekkelerin itibar ettiği dillerdir. Bu diller, iletişim dışında bir yazma dili olarak da değerlendirilebilir. Evliya Çelebi, Muğla'yı anlatırken bu şehir halkını övmek için şöyle der: “Gerçi Anatolu şehirlerindendir ammâ halkı gâyet şehrî (şehirli) ve Fârisî-dân (Farsça bilir) ve garîb-dost kavmi vardır” ( Seyahatname, c. 9). Farsça bilmek şehirli olmak, yüksek bir kültüre sahip olmak anlamına geliyordu. Arapça ise kültür merkezlerinde sağladığı entelektüel itibarın dışında Antakya'dan itibaren yoğunlaşan Arap dilli halkın günlük konuşma dili olarak kaydedilir. 17. yüzyılı esas aldığımızda Devlet-i Aliyye içinde konuşulan dillere dair en canlı ve zengin kaynak olan Evliya Çelebi'nin Seyahatnâme'sine dayanarak diyebiliriz ki, devletin sınırları içinde yaşayan halkların adedince de dil vardı. En uç sınırdan başlayarak Macarca, Boşnakça, Arnavutça, Sırpça, Hırvatça, Bulgarca, Yunanca, Rusça, Ukraynaca, Ermenice, Kürtçe, kimi Kafkas dilleri (Abaza, Çerkez, Kabartay, Gürcü, Migril dilleri) Evliya Çelebi'nin kaydettiği dillerdendir. Kaydetmediği (Makedonca gibi) pek çok dilin de konuşuluyor olacağını varsayabiliriz. Bu dillerin toplumsal statüsü ve birbirleriyle ilişkisi ise oldukça karmaşık, bir o kadar da ilgi çekicidir. Mesela Hırvatistan sınırlarında sürekli savaş halinde olan, hatta ölümlerinde bile silahlarının yanlarına gömülmesini isteyen Müslüman Hırvat gaziler anlatılırken, bunların namazda Hırvatça Fatiha okuduklarını, Macaristan sınırlarında Türkçe bilmeyen Macar ve Boşnak gaziler olduğunu öğreniyoruz. Osmanlı Devleti'nin hemen her bölgesi 2 dilli, birçok yeri ise çok dillidir. Bugünkü Yunanistan'ın birçok yeri 2 dilli bir görüntü arz eder. Selanik'te hayat çok dillidir. Türkçe yanında Yahudice (Ladino), bilhassa ticarette kullanılan yaygın bir dildir. Rumca, Bulgarca gibi diller de şehir ahalisi tarafından bilinir ve konuşulur. Yunanistan'dan güneye doğru indikçe şehir merkezlerinde idareci ve entelektüel sınıfın Türkçe bildiği ve konuştuğu görülür. Reaya ise ekseriyetle Rumca konuşmaktadır. Rumcadan etkilenmiş bir Türk diyalekti de Yunanistan'ın Müslüman-Türk ahalisinin günlük dili olarak kaydedilebilir. Atina ise Türkçenin neredeyse hiç konuşulmadığı bir merkezdir.
Balkan dillerinden Kürtçeye 

                                    
                                    Bunun güneyinde Mora yarımadasının Tripolis ve İnebahtı gibi birçok şehir merkezinde Türkçe ortak ve yaygın bir dil görünümündedir. Kimi bölgelerde Müslüman ahali 'Müslümanca'yı, yani Türkçeyi az bilmektedirler. Evliya Çelebi, bu bölgedeki dilleri zikrederken, oldukça farklı Yunan dillerini de kaydetmiştir. Yunanistan'da yaygın olarak karşılaşılan dillerden biri de Arnavutçadır. Balkanlarda Bulgarca, Sırpça, Hırvatça ve Macarca da halkın günlük konuşma dillerindendir.

Edirne'den itibaren Anadolu'da esasen yaygın konuşma dili Türkçedir. Evliya Çelebi Türkçenin farklı diyalektlerine dair örnekleri yeri geldikçe zikretmiştir. Gayrimüslim nüfusun yaşadığı yerlerde bunların dili 'Urumca' olarak kaydedilir. Antalya ve Alanya civarında 'bâtıl Türk lisânı' konuşan bir halktan bahseder ki, bunlar literatürde 'Karamanlı' olarak geçen 'Ortodoks Türkler'dir. 

Başta Sivas olmak üzere Orta ve Doğu Anadolu'da Ermenicenin konuşulduğu şehir, kasaba ve köyler de zikredilir. Bilhassa şehir merkezlerinde şehir halkı Ermeniceyi de bilmektedir, yani bunlar çok dilli toplumlardır. Ermeni-Türk ve dolayısıyla Ermenice-Türkçe ilişkilerinin çok kadim ve köklü olduğunu da burada belirtmek gerekir. Hem Türkiye'de, hem Türkiye dışında Ermeni toplumları tarih boyunca Türkçeyi dinî ve edebî faaliyetleri için kullanmışlardır. Ermeniler tarafından kurulmuş ilk matbaa 1567'de faaliyete geçmiş, bunun yanında 1727'den itibaren de Ermeni harfli Türkçe metinler basılmaya başlanmıştır. Ermenice veya Ermeni harfli Türkçe metinlerin sayısının 19. yüzyılda en yüksek seviyeye çıktığını söyleyebiliriz.

Osmanlı Anadolu'sunda konuşulmakta olan dillerden biri de Kürtçedir. Evliya Çelebi Diyarbakır'dan doğuya doğru giden bir coğrafyada Kürtçe konuşulduğundan bahseder. Ancak onun Kürtçe dediği kimi örnekler, aslında Türkçedir. Mesela Diyarbakır şehir merkezi için verdiği örnekler, Azeri Türkçesi özellikleri taşıyan Türkçe metinlerdir. Köy ve kasabalara ait verdiği doğrudan Kürtçe örnekler de vardır. 

Evliya Çelebi'nin ilmini ve maharetlerini anlata anlata bitiremediği, trajik hikayesini de genişçe anlattığı Bitlis Hanı Abdal Han, bölgedeki kültürel faaliyetlerin nasıl yürütüldüğüne iyi bir örnektir. Abdal Han, Evliya Çelebi ile konuşurken hep bir tür Azeri diyalekti kullanır. Bu ilme ve edebiyata meraklı olan Abdal Han, Farsça ve Arapça bazı kitapları da Türkçeye çevirmiştir. Kürtçenin matbu ürünleri ise oldukça geç bir tarihte gün yüzüne çıkar. İlk Kürtçe gazete olan Kürdistan 1898'de Mikdat Midhat Bedirhan tarafından çıkarılmıştı. 

Hangi etnik kökenden olursa olsun bir Osmanlı aydını Türkçe, Arapça ve Farsçayı mutlaka bilirdi. Buna -eğer varsa- kendi ana dilini ve başka bölge dillerini de katanlar, çok dilli birer aydın olmuşlardır. Devlet de kendi bürokrasisini esasen Türkçe üzerinden yürütmüş, gerekli gördükçe Arapça, Farsça, Rumca belgeler de üretmiştir. 19. yüzyıldan itibaren bu dillere bir de Fransızca eklenir: son derece itibarlı bir şekilde eğitimde ve bürokraside, bunun dışında da entelektüel hayatta kendine yer bulur.
Balkan dillerinden Kürtçeye Bunun güneyinde Mora yarımadasının Tripolis ve İnebahtı gibi birçok şehir merkezinde Türkçe ortak ve yaygın bir dil görünümündedir. Kimi bölgelerde Müslüman ahali 'Müslümanca'yı, yani Türkçeyi az bilmektedirler. Evliya Çelebi, bu bölgedeki dilleri zikrederken, oldukça farklı Yunan dillerini de kaydetmiştir. Yunanistan'da yaygın olarak karşılaşılan dillerden biri de Arnavutçadır. Balkanlarda Bulgarca, Sırpça, Hırvatça ve Macarca da halkın günlük konuşma dillerindendir. Edirne'den itibaren Anadolu'da esasen yaygın konuşma dili Türkçedir. Evliya Çelebi Türkçenin farklı diyalektlerine dair örnekleri yeri geldikçe zikretmiştir. Gayrimüslim nüfusun yaşadığı yerlerde bunların dili 'Urumca' olarak kaydedilir. Antalya ve Alanya civarında 'bâtıl Türk lisânı' konuşan bir halktan bahseder ki, bunlar literatürde 'Karamanlı' olarak geçen 'Ortodoks Türkler'dir. Başta Sivas olmak üzere Orta ve Doğu Anadolu'da Ermenicenin konuşulduğu şehir, kasaba ve köyler de zikredilir. Bilhassa şehir merkezlerinde şehir halkı Ermeniceyi de bilmektedir, yani bunlar çok dilli toplumlardır. Ermeni-Türk ve dolayısıyla Ermenice-Türkçe ilişkilerinin çok kadim ve köklü olduğunu da burada belirtmek gerekir. Hem Türkiye'de, hem Türkiye dışında Ermeni toplumları tarih boyunca Türkçeyi dinî ve edebî faaliyetleri için kullanmışlardır. Ermeniler tarafından kurulmuş ilk matbaa 1567'de faaliyete geçmiş, bunun yanında 1727'den itibaren de Ermeni harfli Türkçe metinler basılmaya başlanmıştır. Ermenice veya Ermeni harfli Türkçe metinlerin sayısının 19. yüzyılda en yüksek seviyeye çıktığını söyleyebiliriz. Osmanlı Anadolu'sunda konuşulmakta olan dillerden biri de Kürtçedir. Evliya Çelebi Diyarbakır'dan doğuya doğru giden bir coğrafyada Kürtçe konuşulduğundan bahseder. Ancak onun Kürtçe dediği kimi örnekler, aslında Türkçedir. Mesela Diyarbakır şehir merkezi için verdiği örnekler, Azeri Türkçesi özellikleri taşıyan Türkçe metinlerdir. Köy ve kasabalara ait verdiği doğrudan Kürtçe örnekler de vardır. Evliya Çelebi'nin ilmini ve maharetlerini anlata anlata bitiremediği, trajik hikayesini de genişçe anlattığı Bitlis Hanı Abdal Han, bölgedeki kültürel faaliyetlerin nasıl yürütüldüğüne iyi bir örnektir. Abdal Han, Evliya Çelebi ile konuşurken hep bir tür Azeri diyalekti kullanır. Bu ilme ve edebiyata meraklı olan Abdal Han, Farsça ve Arapça bazı kitapları da Türkçeye çevirmiştir. Kürtçenin matbu ürünleri ise oldukça geç bir tarihte gün yüzüne çıkar. İlk Kürtçe gazete olan Kürdistan 1898'de Mikdat Midhat Bedirhan tarafından çıkarılmıştı. Hangi etnik kökenden olursa olsun bir Osmanlı aydını Türkçe, Arapça ve Farsçayı mutlaka bilirdi. Buna -eğer varsa- kendi ana dilini ve başka bölge dillerini de katanlar, çok dilli birer aydın olmuşlardır. Devlet de kendi bürokrasisini esasen Türkçe üzerinden yürütmüş, gerekli gördükçe Arapça, Farsça, Rumca belgeler de üretmiştir. 19. yüzyıldan itibaren bu dillere bir de Fransızca eklenir: son derece itibarlı bir şekilde eğitimde ve bürokraside, bunun dışında da entelektüel hayatta kendine yer bulur.