Osmanlı’yı Birinci Dünya Savaşı’na sokan gizli pazarlıklar

»  Fotoğrafa düşülen isim Almanya Göben adlı muharebe kruvazörünü Osmanlı İmparatorluğu’na verdikten sonra adı Yavuz Sultan Selim olarak değiştirildi. Fotoğrafta kısa adıyla Yavuz gemisi, mürettebatıyla.
» Fotoğrafa düşülen isim Almanya Göben adlı muharebe kruvazörünü Osmanlı İmparatorluğu’na verdikten sonra adı Yavuz Sultan Selim olarak değiştirildi. Fotoğrafta kısa adıyla Yavuz gemisi, mürettebatıyla.

Almanya dahi Osmanlı’yı 1914 Temmuz itibariyle yanında istemiyordu. Rusya ile stratejik ortaklık kuran Fransa ve ikiliye yaklaşan İngiltere için Osmanlı sanki siyasî ömrünü tamamlamıştı ve bu üç devlet arasında taksim edilme zamanı gelmişti.

Prof.Dr. Gültekin Yıldız

İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü

_____________________________________________

Dünya Savaşı 28 Temmuz 1914’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Sırbistan’a harp ilan etmesiyle başlamıştı. Osmanlıların bu büyük kapışmaya dahil olması ise 29 Ekim 1914’de gerçekleşecekti. Bu iki tarih arasında geçen üç ay, Osmanlı Devleti’nin akıbetini belirleyecek bir dizi gizli diplomatik pazarlık ve stratejik hesapla dolu uzun gün ve gecelere tanıklık etti. Devletin bekâsını ancak güçlü bir müttefik desteğiyle sağlayabileceklerini düşünen son sadrazam ve nazırlar, tam 100 önce 1914 Ağustos ayında aradıkları stratejik ortağı bulmuşlardı.

Savaşıın arefesinde Osmanlı tahtında Sultan V. Mehmed Reşad oturuyordu. Oldukça geç bir yaşta biraderi II. Abdülhamid’in yerine geçen Sultan Reşad, selefinden tamamen farklı bir hükümdar portresine sahipti. Devlet işlerinde sözü neredeyse hiç geçmiyor, daha ziyade bir tasdik makamı rolü oynuyordu. Bu yüzdendir ki, İstanbul siyasî mahfillerinde adı “Dolmabahçe Noteri”ne çıkmıştı.

23 Ocak 1913’de gerçekleşen ve Bâbıâli Baskını diye tarihe geçen kanlı hükümet darbesi sonrasında ipler iyiden iyiye İttihadçıların eline geçmişti. Bu kadronun askerî kanadının başını, sadece bir sene içerisinde mirlivalığa (tuğgeneralliğe) yükselip paşa olan ve Harbiye Nazırlığı’na getirilen Enver Bey çekiyordu. Sivil kanatta ise Talat Bey (Paşa) ve Halil (Menteşe) Bey’in ağırlığı hissediliyordu. Nitekim 1914 yılı Ağustos ayı itibariyle bunlardan ilki Dahiliye Nazırı, ikincisi ise Meclis-i Mebusan Reisi bulunmaktaydı. Sonraları adı Enver ve Talat ile birlikte bir “üçlü idare” (triumvira) kurmuş olarak anılacak olan Cemal Paşa da kabinede Bahriye Nazırlığı’nı üstlenmişti. Hükümetin başı ise İttihadçılara yakın olmakla beraber onlara göre daha mutedil bir çizgiye sahip olan Mısır Hıdiv hanedanından Prens Said Halim Paşa idi.

Kabinenin bu etkin isimleri 1914 Temmuzu ortalarından itibaren güçlü bir stratejik ortak bulmak maksadıyla Avrupa’nın büyük devletleriyle gizli görüşmelere başlamışlardı. Geçtiğimiz bir asır içerisinde kamuoyuna açılan farklı devlet arşivlerindeki belgelere bakılırsa Said Halim Paşa kabinesinin çaldığı tek kapı Almanya olmamıştı.

Büyük ortak olarak Almanya’dan önce İngiltere ve Fransa ile görüşülmüş; ayrıca bir sene öncesinde savaş halinde bulunulan küçük Balkan devletlerinden Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya ile de toplu ya da ayrı ayrı bir “Balkan İttifakı” tesis etmenin hesapları yapılmıştı.

Ancak ne Paris’te ne de Londra’da aranılan destek bulunamadı. Hatta sonradan Osmanlı Devleti’ni savaşa sürükleyecek Almanya dahi Osmanlı Devleti’ni 1914 yılı Temmuz ayı sonu itibariyle yanına almak istemiyordu. Rusya ile stratejik ortaklık kurmuş olan Fransa ve bu ikiliye giderek daha yaklaşan İngiltere için Osmanlı Devleti sanki siyasî ömrünü tamamlamıştı ve bu üç devlet arasında taksim edilme zamanı gelmişti. Ayrıca hem Fransa hem de İngiltere için doğudaki ortak artık Çarlık Rusyası idi ve daha bir sene önce Balkan Savaşı’nda hezimete uğramış Osmanlı Devleti’nin kendilerine askerî bir fayda sağlamayacağını düşünüyorlardı.

Bu son fikir, Osmanlı ordusunu modernize etmek üzere 1913 Aralık’ında İstanbul’a General Liman von Sanders başkanlığında bir askerî yardım heyeti göndermiş olan Alman devlet ve ordu idarecilerine de hakimdi. Almanya’nın İstanbul’daki elçisi von Wangenheim ve askerî yardım heyeti reisi von Sanders ile Berlin’deki Dışişleri Bakanı Jagow bu projeye kesinkes karşılardı.

» İki gemi bir kader: Göben yol arkadaşı olan Breslau ile 1. Dünya Savaşı’na Osmalı’nın dahil olmasında başrol oynamışlardı. Fotoğrafta meşhur geminin Boğaz’ın serin sularında Dolmabahçe’nin önünden geçerken görülüyor.
» İki gemi bir kader: Göben yol arkadaşı olan Breslau ile 1. Dünya Savaşı’na Osmalı’nın dahil olmasında başrol oynamışlardı. Fotoğrafta meşhur geminin Boğaz’ın serin sularında Dolmabahçe’nin önünden geçerken görülüyor.

Gizli silah arkadaşı

İngiltere ve Fransa’dan kısa sürede ümidi kesmek durumunda kalan İttihadçı kabine üyelerinin, Almanya ile ittifak yapma fikrinden vazgeçmeye niyetleri yoktu. Çünkü İngiltere ve Fransa ile birlikte hareket eden bir Rusya’nın olası bir savaştan galip çıkması halinde ilk yapacağı işin İstanbul ve Boğazlara yönelmek olacağına kesin olarak inanmışlardı. Onlara göre böylesi bir saldırı durumunda tek başına kendilerini korumaları mümkün değildi.

Bu yüzden Said Halim Paşa’nın, geçtiğimiz yıllarda bir yangına kurban giden Yeniköy’deki yalısı ile bugün hâlâ ayakta olan Almanya’nın Tarabya’daki yazlık sefarethanesi arasında Ağustos 1914’de tam bir mekik diplomasisi yaşandı. Alman ve Rus dışişleri belgelerinin yakın zamanda Mustafa Aksakal tarafından yapılmış değerlendirilmesine bakılırsa Said Halim Paşa ve Enver Paşa Alman Elçisi von Wangenheim ile yaptığı görüşmelerde diplomatik tehditler savurarak, eğer kendileri ile ittifak yapılmazsa İtilaf Devletleri safına geçmeye hazırlandıklarını ima etmekteydi. Elçi ve Berlin’deki âmiri Jagow bunu pek ciddiye almasalar da, devlet işlerine bizzat müdahil konumundaki İmparator II. Wilhelm bu ihtimali yok sayamadı.

Nihayet, Avusturya’nın Sırbistan’a savaş ilan ettiği gün olan 28 Temmuz 1914’de, Osmanlı Devleti’nin en yüksek icra makamında bulunan Said Halim Paşa Elçi von Wangenheim’ı yalısına çağırdı ve Rusya’ya karşı gizli bir savunma ve saldırı ittifakı talebinde bulundu. Böylelikle Osmanlı Devleti, Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’nın 1882’de tesis ettiği Üçlü İttifak’a katılmış olacaktı.

Sadrazam’ın bu teşebbüsü Enver Paşa ve Talat Bey’in yanı sıra Meclis Reisi Halil Bey’in de bilgisi dahilinde yapılmıştı. Sultan Reşad dahil başka kimsenin haberi yoktu. Osmanlı tarafı bu ittifakın, von Sanders’in sözleşmesinin bitiş tarihi olan 1918’e kadar sürecek dört yılı kapsamasını istiyordu. Ne gariptir ki bu aynı zamanda, beklenenden uzun sürerek 1914-18 arası dört yılı kapsayan Harb-i Umumî için yapılacak bir ittifaka işaret ediyordu.

Elçi von Wangenheim ve Dışişleri Bakanı Jagow teklife, araya giren II. Wilhelm’in “Bu fırsat kaçırılamaz” görüşü üzerine daha fazla direnemediler. Ancak ilginçtir, içinde müttefiklerden birinin Rusya’ya saldırması halinde diğerinin de Rusya’ya savaş ilan edeceği şeklinde bir madde bulunan ittifak senedi, 1 Ağustos’ta Almanya’nın Rusya’ya savaş açmasından bir gün sonra imzalandı. Böylelikle imzalanan belge daha başında salt bir ittifakname olmaktan çıkıp bir silah arkadaşlığı teminatı haline geliyordu. Hakkında bir irade-i seniyye, yani padişahın resmî tasdik yazısı çıkmayan bu anlaşma, bir gün sonra Osmanlı siyaseti ve toplum hayatını derinden etkileyen kararları beraberinde getirecekti.

Önce Enver Paşa’nın teklifi ile ve bu kez padişahın da irade-i seniyyesiyle seferberlik ilan edildi. Arkasından Meclis-i Mebusan sıkıyönetime geçiş kararı aldı ve kendini kapattı.

Aynı gün İstanbul’un gündemine düşen bir diğer önemli siyasî ve askerî haber vardı: İlk bakışta daha küçük bir gelişme gibi gözükse de, Osmanlı Devleti’ni savaşa sürüklemek hususunda seferberlik kararı kadar kayda değer bir gelişmeydi bu. Londra hükümeti, Osmanlı Devleti nâmına İngiltere tersanelerinde üretilen ve parasının büyük bir kısmı ödenmiş iki büyük zırhlı savaş gemisini (dretnotu) İstanbul’a teslim etmeyeceğini ilan etmişti. Adları Reşadiye ve Sultan Osman konmuş bu iki dretnotun, Karadeniz ve Ege’deki güç dengelerini Osmanlı lehine değiştirmesi İstanbul’daki devlet erkânının en büyük hayaliydi.

Rusya’nın baskısı ve kendi stratejik hesaplarının etkisinde bu kararı alan İngiltere hükümeti, başta Enver Paşa olmak üzere Osmanlı devlet erkânını şoka uğrattı. Artık en yakın tehdit gördükleri Rusya’ya karşı sadece güçlü bir müttefik değil, iki de güçlü zırhlı gemi bulmaları lazımdı.

» Savaşa damgalarını vurdular: Göben ve Breslau’nun komutanı Wilhelm A. Souchon (sağda) ve askerî yardım heyeti reisi Liman von Sanders (solda).
» Savaşa damgalarını vurdular: Göben ve Breslau’nun komutanı Wilhelm A. Souchon (sağda) ve askerî yardım heyeti reisi Liman von Sanders (solda).

Alman kruvazörlerine Türkçe isim, denizcilerine fes

Tam o günlerde Almanya donanmasının Akdeniz Bölgesi filo komutanı Tuğamiral Wilhelm Souchon komutasındaki Göben ve Breslau kruvazörleri, Cezayir’deki Fransız birliklerinin Toulon’a sevkiyatını engellemek göreviyle Kuzey Afrika sahillerinde seyir halindelerdi. Göben 23 bin tonluk büyük bir kruvazördü. Ona eşlik eden Breslau ise 6,500 tonluk daha küçük ama hızlı bir gemiydi.

İki Alman gemisi, Fransız işgali altındaki Cezayir’in Bône ve Philippeville limanlarını topa tutarken, Fransızların müttefiki İngiltere’nin iki büyük kruvazörü tarafından görülmüş ve takibe alınmışlardı. Gemilerini kurtarmak derdine düşen Amiral Souchon’un önünde iki seçenek vardı: Ya Cebelitarık’tan geçerek Atlas Okyanusu’na kaçarak oradan Kuzey Almanya’ya seyri deneyecek ya da müttefiki Avusturya kontrolündeki Adriyatik Denizi’ne sığınmaya çalışacaktı.

Ancak Souchon’a Almanya’dan 3 Ağustos’un 4 Ağustos’a bağlandığı gece saat 02:35’de beklemediği bir mesaj geldi: “Türkiye ile anlaşma, Göben ve Breslau derhal İstanbul’a gidiniz.” Talimat üzerine Souchon rotayı doğuya çevirtti. İngiltere’nin, Belçika’ya saldıran Almanya’ya verdiği ültimatomun süresi 4 Ağustos gecesi dolacağından İngiliz gemilerinin kendilerine saldıramamasından yararlanan Souchon gemilerine yol artırdı ve hasımlarını atlatarak İtalya’nın Messina Limanı’na yöneldi. Burada kömür ikmali yapan Alman kruvazörleri sert bir seyirle takip altında 10 Ağustos’ta Çanakkale önlerine vardı.

Aslında 1878 Berlin Antlaşması’nın ilgili maddeleri gereği savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçiş yapması yasaktı. Ancak Osmanlı hükümeti 2 Ağustos’ta Almanya ile bir anlaşma imzalamış ve 6 Ağustos’ta da Berlin’den istediği ek taahhütleri alınca artık bütünüyle Almanya tarafına meyletmişti.

Kapitülasyonların kaldırılması, olası bir savaşta Yunanistan’ın mağlup edilmesi halinde Ege Adaları’nın Osmanlılara iadesi, savaş sonrası Osmanlı Devleti’nin Rusya Müslümanları ile irtibat kurabilmesi için sınır düzenlemesi yapılması ve savaşın kazanıldıktan sonra mağluplardan alınacak tazminattan Osmanlı Devleti’ne de pay verilmesi konusunda Berlin İstanbul’a taahhütte bulunmuştu.

İsteklerinin karşılandığını düşünen Harbiye Nazırı Enver Paşa, daha önceden talep ettiği bu iki güçlü savaş gemisini Osmanlı donanmasına katmak arzusunun da etkisiyle Göben ve Breslau’nun Marmara Denizi’ne geçmesine izin verdi. Hemen akabinde de Çanakkale Boğazı, Alman gemilerini takip eden İngiliz gemileri başta olmak üzere bütün yabancı gemilere kapatıldı ve mayın dökülerek tahkim edildi.

İstanbul’daki İngiliz, Fransız ve Rus elçileri birbiri ardına protesto notaları verirken Osmanlı hükümetinin bunlara cevabı, seferberlik ilan etmiş ama tarafsızlığını koruyan bir devlet olduklarını söylemek oldu. İtilaf Devletleri bu cevaba beklenenden daha yumuşak bir karşılık verdiler ve Alman gemilerinin sınırdışı edilmesi ya da silahlarının sökülmesi durumunda İstanbul ile ilişkilerini kesmeyeceklerini belirttiler. Çünkü İstanbul’un ne kendileri, ne de Berlin’le ittifak yapmaksızın tarafsızlığını korumasını istiyorlardı.

Ancak Osmanlı Devleti’nin gizli müttefiki Almanya’nın gemilerinin silahlarının sökülmesi teklifine sıcak bakması mümkün değildi. Tam tersine Osmanlı Devleti’nin bir an önce kendi yanlarında savaşa girmesini talep eder hale gelmişlerdi.

Ok yaydan çıkıyor

Neticede Osmanlı yetkilileri tarafından bir ara formül geliştirildi ve geçici olarak her iki tarafı da teskin edeceği düşüncesiyle iki Alman kruvazörünün Osmanlı Devleti tarafından satın alındığı ve Göben’in isminin Yavuz Sultan Selim, Breslau’nun isminin ise Midilli olarak değiştirildiği iç ve dış kamuoyuna ilan edildi. Başta Amiral Souchon olmak üzere gemilerin Alman mürettebatı da başlarına giydirilen fesler ile zahirde Osmanlı donanmasının personeli haline getirilmişlerdi.

Hem Cemal Paşa, hem de o tarihlerde Liman von Sanders’in emir subaylığını yapan Carl Mühlmann ile yine o günlerde İstanbul’da Avusturya’nın askerî ataşesi olarak bulunan Pomianowski, bu alım satım işinin aslında sadece kâğıt üzerinde yapılmış bir manevra olduğunu hatıralarında ifade edeceklerdi.

Hem İtilaf Devletleri, hem de Almanya’nın bir nebze teskin edilmesi sonrasında iki Alman kruvazörü 16 Ağustos günü Osmanlı bayraklarıyla İstanbul önlerinde arz-ı endam etti. Cemal Paşa’nın gayretleriyle basında çıkarılan hararetli yazılar ile Osmanlıların İngilizlerin vermediği iki dretnotun yerine Alman kruvazörlerini ikame ettiğine ikna edilen halk bu güç gösterisine heyecanla iştirak etti.

Cemal Paşa gemilerin güvertesine çıktı ve resmiyette onları hükümeti adına teslim aldı. Amiral Souchon Osmanlı donanmasının komutanı tayin edilirken, o sırada Osmanlı hizmetinde bulunan İngiliz Amiral Limpus ve ekibine de yol gösterildi.

Ağustos ayının devam eden günleri, takip eden Eylül ve Ekim aylarında daha da artan bir şekilde İstanbul ve Berlin’deki Alman siyasî ve askerî yetkilileriyle görüşme trafiğiyle geçirildi.

Bir taraftan Almanların derhal savaş girilmesi yönündeki baskıları hafifletilmeye çalışılırken, diğer taraftan da Rusya dahil olmak üzere İtilaf devletlerinin yetkilileriyle son pazarlıklar yapılarak stratejik alternatifler üretilmeye çalışıldı. Çünkü hâlâ seferberliğini tamamlamamış ve ciddi malî sıkıntılar altında ezilen Osmanlı Devleti’nin, en azından Bulgaristan ve Romanya Üçlü İttifak’a katılmadan önce savaşa dahil olmaması gerektiği açıktı. Üstelik başta Sadrazam Said Halim Paşa ve Maliye Nazırı Cavid Bey olmak üzere kabinenin yarısına yakını da Almanlarla birlikte harbe girme fikrine sıcak bakmıyorlardı.

Ancak bu iki ucu keskin bıçağı kınına sokmak artık pek mümkün değildi. Alman ordusunun beklenilenin aksine Fransa cephesinde durdurulması ve Avusturya-Macaristan ordusunun Galiçya’da Ruslar karşısında tutunamaması, Osmanlıların üzerindeki baskıyı artırmıştı. Moda önlerinde demirleyen Yavuz ve Midilli’nin Karadeniz’e açılarak Rus limanlarına saldırması ve bu şekilde Osmanlı Devleti’ni Alman savaş planları çerçevesinde “Cihad-ı Ekber” ilan etmeye mecbur bırakması için sadece iki aylık bir süre geçmesi yeterli olacaktı.

Seçilmiş KaynakçaKâzım Karabekir, Cemal Paşa, Talat Paşa, Ali Fuad Türkgeldi ve Halil Menteşe’nin basılmış hatıraları.Mustafa Aksakal, Harb-i Umumi Eşiğinde Osmanlı Devleti Son Savaşına Nasıl Girdi?, İstanbul, 2010.Carl Mühlmann, Das Deutsch-Türkische Waffenbündnis im Weltkriege, Leipzig, 1940.Carl Mühlmann, İmparatorluğun Sonu 1914 Osmanlı Savaşa Neden ve Nasıl Girdi?, çev. K. Kon, İstanbul, 2009.Joseph Pomianowski, Der Zusammnbruch des Ottomanischen Reiches, Graz, 1969 (ilk baskı: Viyana, 1928).H. Bayram Soy, “Birinci Dünya Savaşı Öncesinde Osmanlı Devleti’nin Büyük Güçlerle Yaptığı İttifak Görüşmeleri ve Savaşa Girişi”, Türklük Araştırmaları Dergisi, 18 (2005).