Prof. Dr. Orhan Okay: Gençler 40-50 yıl önce yazılmış eserleri anlayamıyor

​Prof. Dr. Orhan Okay
​Prof. Dr. Orhan Okay

Dil Devrimi’nin amaçlarından biri gelenek ile bağları koparmak olduğundan özleştirme hareketinin hedefinde sadece Arapça ve Farsça kelimeler vardı. Batılı dillerden dilimize geçen kelimelere, Türkçede karşılıkları olduğu halde müdahale edilmedi. Hocaların hocası Prof. Dr. Orhan Okay, Dil Devrimi’nin arka planını ve “Öztürkçecilik” hareketinin ulaştığı vehameti anlattı.

Kaynak: Derin Tarih, Eylül-2014

Konuşan: Halid Kandemir

___________________________________________

Bu dil, bir İmparatorluk merkezinde, bir imparatorluk coğrafyasından akıp gelen seslerle ve çok zengin dil değerleriyle meydana gelmiş, muhteşem bir dil ve mûsıkî sentezidir. Nihad Sami Banarlı

Öztürkçe sizce ideolojik bir proje miydi? Maksadı neydi?

Öztürkçenin ideolojik bir proje olmayan epey eski bir geçmişi var. O zamanki adı “Öztürkçecilik” değil ve hedef Osmanlı aydınının kullandığı yazı dilini, halkın diline yaklaştırmak. Başka bir deyişle sadeleştirmek… 19. yüzyılın ortalarında gazetenin hayatımıza girmesiyle başlayan bu akım Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar gelişerek devam etti.

Özellikle II. Meşrutiyet yıllarındaki gazetelerin yanında ilmî yazıların çoğu, roman, hikâye, şiir gibi edebî metinlerin dili de hemen herkesin kolayca anlayacağı bir seviyeye yaklaşmıştı. Bu akım, müdahaleye uğramadan devam etseydi bugün daha sağlıklı bir Türkçemiz olurdu. Ama o yılların da Öztürkçecileri vardı, bunlara “tasfiyeci” deniliyordu.

Peki Cumhuriyet döneminde Öztürkçe uygulaması nasıl gerçekleşti?

“Öztürkçe” yahut “Arıtürkçe” projesini ortaya atanların zihnindeki maksadı bilemem. Bu projenin uygulayıcısı olan Türk Dil Kurumu’nun gerek amaç maddelerinde gerekse çalışmalarında, zaman zaman kişilere de bağlı olarak, hem sağlıklı bir sadeleşmenin, hem de aşırı Öztürkçeciliğin bulunduğu görülüyor. Bu bağlamda Kurum’un Türk dili için çok faydalı, gerekli çalışma ve yayınları yanında zararları da oldu. TDK’nın en büyük açmazı kuruluş maddelerinde ve uygulamada da görülen “devrim ve bilim kuruluşu” olmasıdır. Bu iki kavramın uzlaşması mümkün değil.

Aslında tutulacak en doğru yol ilim ve teknik alanındaki terimlere Türkçenin kök, ek ve kelime türetme kurallarına uyarak karşılık bulmak olmalıydı. Onlar konuşulan ve halkın da anladığı dile müdahale ettiler, zorladılar. Üstelik bahsettiğim kuralları da çok defa hiçe sayarak… Bunun için devlet kurumlarıyla oynadılar. Uydurdukları kelimelerin memurlar, öğretmenler, öğrenciler, hatta gazeteler tarafından kullanılmasını zorladılar. Soyadlarını bile gerçek aile adlarından değil, gazetelerle ilan edilen Öztürkçe, uydurma kelime listelerinden seçmeye mecbur ettiler. Okullarda “Arıdil” kolları kurdurdular.

Özellikle Arapça ve Farsça kelimelere olan düşmanlığın sebebi nedir sizce?

Aslında eski devirlerden beri Türkçeye girmiş, pek çoğunun menşei bilinmeyen o kadar çok kelime vardır ki. Bilmediği bir nesne veya kavramla karşılaşan insanın, onu hazırdaki kelimeyle öğrenmesi tabiidir. Ne var ki geçmiş yüzyıllarda ilim ve edebiyat dili olarak, aşırı bir şekilde, Türkçemizde karşılığı olan Arapça ve Farsça kelimeleri bazen dilbilgisi kurallarıyla beraber almış olduğumuz da bir gerçektir.

19. yüzyıldan 2. Dünya Savaşı yıllarına kadar bu defa Fransızca, ondan sonra da İngilizce dilimizi istila etti. Ama özleştirme hareketlerinde hedefin ilk yıllarda sadece Arapça ve Farsça kelimelere karşı olduğu da bir gerçek. Bu bize ister istemez diğer devrim hareketleriyle beraber eskiye, Osmanlı’ya husumetten kaynaklandığını düşündürüyor. O zaman konulan bugün de kullandığımız pek çok Fransızca kelimenin Osmanlı Türkçesinde karşılıkları vardı: Üniversite, fakülte, enstitü, profesör, doçent, general, mareşal gibi bir yığın kelime…

Nurullah Ataç gibi birçok aydın, Türkçenin halk arasında yaygınlaşması için kitaplarında özellikle Öztürkçe kelimelere yer vermişti. Bu çabanın Türkçeye bir yararı oldu mu? Yoksa dil köprülerimizin imhası mı hızlandı?

Birbirinden farklı olarak göstermeye çalıştığım şekilde sadeleşme yararlı, Öztürkçecilik zararlı olmuştur. Öztürkçecilikle varılan sonuç genç nesillerin çok az kelimeyle konuşma ve yazmaları, bir de çok değil, 40-50 yıl önce yaşamış yazarların eserlerini anlayamamalarıdır. Onların eserlerinin bile bugün sadeleştirilerek yayımlanmak zorunda kalındığını görmüyor muyuz?

Özleştirmenin en aşırı tipi olan Ataç’ın uydurduğu kelimelerin pek çoğunu bugün kullanan yok. Geniş bilgi ve kültürüyle dikkate değer bir yazar olan, divan şiirini de çok iyi bilen Ataç, Türkçe olmayan kelimeleri kullanmamak için kendini zorluyor, karşılık uyduramadığı kelimeleri de kullanmıyordu. Hatta çok sık kullandığımız “fakat, ama, ve” gibi edatlar yanında karşılığını bulamadığı kelimeleri kullanmamak için konularını daraltmak zorunda kalıyordu.

Güneş-Dil Teorisi ve Dil Devrimi hakkında neler söyleyebilirsiniz? Güneş-Dil Teorisi, Dil Devrimi’nin bir tezahürü müdür?

Başlangıçta değil. Hatta biraz aykırı da. Bu teori Dil Devrimi’ne beklenmedik bir şekilde eklendi. Dünya dillerinin menşeinin tek bir dilden, bir ana dilden kaynaklandığı üzerine birtakım teorilerin ortaya atıldığı o yıllarda, 1934’te Avusturyalı bir filolog Hermann Kıvergiç bu ana dilin Türkçe olduğunu ileri süren bir mektubu Atatürk’e gönderdi. O da konuyu benimseyerek Dil Kurum’unda ele alınmasını istedi ve böylece 1936’daki kurultayda hemen tamamen bununla ilgili tebliğler okundu.

Çok basitleştirerek söylersek, bu teoriye göre ilk insan ilk defa güneşi görmüş ve şaşkınlığından önce “â”, daha sonra “ağ” diye ses çıkarmış ve daha sonra epey karmaşık bir mekanizmayla bütün dillerdeki kelimeler bu ilk sesin çeşitli gelişmelerinden doğmuştur. Ğ sesi de sadece Türkçede bulunduğundan bütün dünya dillerinin kaynağı Türkçedir denilmiş. Sonuçta bu teorinin bir Türk ekolü olarak benimsenmesi kararlaştırılmıştır.

Sizce bu açıklama ilmî mi?

Dayandığı hiçbir ilmî esası, delilleri hatta mantığı olmayan bu teori üzerine Türk Dil Kurultayı’nda yapılan konuşmalar bugünün okuyucusu için epey hoş bir mizah konusudur. Bakın daha sonraları gerçekten değerli çalışmaları olan Ömer Asım Aksoy’un o zamanki büyük iddialarına: “Bu noktadan hareket eden Türk dehası filozofik, psikolojik, fizyolojik, lengüistik, filolojik, semantik ve istorik esasları hep birden nazar-ı itibara alarak ve bunlara dayanarak Güneş -Dil Teorisini kurmuştur.”

Bu teorinin dile yerleşmiş Türkçe asıllı olmayan kelimelerin atılması gayretlerinden geri dönmek için benimsendiği, çok sonraki yıllarda ifade edilmiştir. Yani Güneş -Dil Teorisine göre bütün diller Türkçeden çıktığına göre yabancı dediğimiz kelimelerin de aslı Türkçe demektir. Nitekim 1936 Dil Kılavuzu’nda da “Birçok kelimenin son incelemelere göre Türkçe olduğu anlaşıldığından kılavuzun her kelimesine herkes için uyulması mecburi sayılmamıştır” denilmektedir.

TDK’yı bir süre meşgul eden bu teoriye dayanarak uzun uzadıya yazılar yazılmış, kitaplar yayımlanmış, grafikler, analizler yapılmış, Arapçanın Türk Diliyle Kuruluşu diye cilt cilt kitaplar çıkarılmış fakat birkaç yıl sonra bu abes gayret unutulmaya terk edilmiştir.

Rağbet görmediği için kullanılmayan Öztürkçe kelimelere birkaç örnek verebilir misiniz?

Aklıma gelen birkaçını söyleyeyim: Milletlerarası yerine arsıulusal, cumhuriyet yerine cumurluk, vali yerine ilbay, kaymakam yerine ilçebay, mebus yerine saylav, memur yerine işyar, hasta yerine sayrı, uçak yerine uçku gibi...