Saray-ı Hümayun’a maaşlı damat aranıyor!

19. yüzyıldan itibaren gerek toplum, gerekse devlet kurumları iç dinamiklerin ve Batı’nın etkisiyle hızla değişmiş, Osmanlı hanedanı ve sultan evlilikleriyle ilgili usûl ve esaslar da bu değişimden payını almıştır.

Haremin gözde mensuplarından padişah kadınları ve kızlarına Sultan denilir ve bu unvan, Ayşe Sultan, Hatice Sultan… şeklinde kullanılırdı. Sultanlar hanedan üyesi olduklarından üstün ve ayrıcalıklı bir konuma sahiplerdi.

Sultanların doğumu her evde olduğu gibi sa­rayda da sevinç ve heyecanla karşılanır, annele­rinin yanı sıra daye ya da taya denilen sütanneler ilk bakım ve eğitimlerini verirlerdi. Sultanların ilk eğitimi anneleri, saray görevlileri, bazen de babalarının katkısıyla başlar, okul yaşına geldik­lerinde özel hocalar tarafından tıpkı şehzadeler gibi ciddi bir eğitime tâbi tutulur, hatta bazıları şehzadelerin okuluna devam ederlerdi.

Sultanlar evlenme çağına geldiklerinde gele­nekler ve dinî usûllerin etkisiyle şaşırtıcı tecrü­beler yaşarlardı.

Osmanlı hanedan geleneğinde damat olacak kişiyi mutlaka kız tarafı seçerdi. Evlenme yaşına gelen bir sultanın sorumluluğu padişaha aitti. Pa­dişah arayış içine girer ve münasip adayı bulurdu. Damat seçiminde gayet titiz davranılır, evsafının hanedanın şan ve şerefine layık olması istenirdi.

Osmanlı sultanları 15. yüzyılın sonlarına ka­dar üst düzey devlet adamları veya komşu devlet ya da beyliklerin hanedan üyeleriyle evlendirilir­ken, bu tarihten sonra daha sadık olacakları dü­şüncesiyle büyük oranda devşirme kökenli devlet adamlarıyla evlendirilmişlerdir. Padişah öncelik­le sarayın siyasî gücü üzerinde olumlu etki yapa­cak kişileri ya da oğullarını tercih ederdi. Bu ilke 16. yüzyıldan sonra sapmalara uğramakla bera­ber uzun asırlar devam etti.

19. yüzyıldan itibaren gerek toplum, gerekse devlet kurumları iç dinamiklerin ve Batı'nın et­kisiyle hızlı değişti. Sultan evlilikleriyle ilgili usûl ve esaslar da değişimden payını aldı. Değişmenin boyutları damat adayının tespitinden nikâh ka­yıtlarına, düğün kıyafetlerinden çeyizlere kadar uzanacaktı.

Bu arada aday belirleme yöntemleri de çeşit­lendi. Damadı doğrudan padişah belirleyebilece­ği gibi sadrazamı görevlendirebilir ya da güveni­lir birini aracı olarak gönderebilirdi.

Uzun süren saltanatı döneminde II. Abdülha­mid, evlenme çağına gelmiş sultanlara damat bulma yükü altına giren padişahlardan biriy­di. Tahta geçtikten sonra Sadrazama yazı yazarak 2 kardeşi ile amcasının kızını evlendirmek niye­tinde olduğunu belirtmişti. Tabii Sadrazama dik­kat etmesi gereken kriterleri hatırlatmayı unut­mamıştı. Buna göre rütbe ve şeref bakımından köklü bir aileden gelmenin önemli olmadığı, da­madın hanedanla akraba olabilecek kabiliyet ve güzel ahlaka sahip bulunmasının yeterli olduğu vurgulanmaktaydı.

Damat Ferid nasıl 'damat' oldu?
Padişahın genel yaklaşımı böyleydi; ama kar­deşi Mediha Sultan için aranan damat adayı­nın özellikleri bir hayli ayrıntılı anlatılmıştı. Esasen Mediha Sultan'ın eşi bir süre önce ölmüştü, üstelik evlenmeye de istekli de­ğildi. Evlenmesini Padişah istiyordu. Hal böyle olunca Sultan, belki de “Şartım var o halde...” diyerek damadın özellikleri­ni kendisi belirlemiş olmalıydı. Aradığı özellikler 'soy itibariyle Osmanlı devlet adamlarından olmak, güzel ahlak sahibi olmak, asla kadın yüzü görmemiş ergen olmak, yaşı 30'dan aşağı, 40'tan yukarı ol­mamak...' şeklinde sıralanmıştı.

Sadrazam Kâmil Paşa derhal bu ölçü­lere uygun adayları aramaya başlamıştı. Adaylardan bir kısmı biçim ve görünüş (sûret), diğerleri huy ve ahlak (sîret) bakı­mından layık görülmediklerinden sonuç alınamamış, nihayet Sadrazamın hatırına Şura-yı Devlet (Danıştay) üyelerinden İzzet Efendi'nin oğlu Ferid Bey gelmiştir. Paşa bir süre önce Londra Elçiliği Başkâtipliği'nden ayrılmış olan Ferid Bey'i hemen çağırmış; pek yakışıklı, güzel ahlak sahibi, Sultana uygun biri olduğu ka­naatine vararak seçilmeye 'sâirlerinden ziyade' layık bulmuştur. Eğer Padişah da onaylarsa mak­sat hasıl olmuş demekti.

Kadın yüzü görüp görmediği, ahlakının ne derece iyi olduğu tartışılır ama Ferid Bey damat olarak seçildiğinde 33 yaşındadır ve yaş kriterine pekala uygundur. İşin ilginç yanı, Mediha Sultan için bulunan aday, Sultan Vahdettin döneminde 5 kez sadrazamlık yapacak olan meşhur Damad Ferid Paşa'dan başkası değildir.

Kuvvetle muhtemeldir ki, Mediha Sultan, bir şekilde görüp beğendiği Ferid Bey'in vasıflarını Sadrazama bildirmiş, dolayısıyla damadı kendisi belirlemiştir.

Padişahın damat bulma yükümlülüğü, sultan­larla evlenmek istenmemesi, adayın sultan tara­fından beğenilmemesi gibi sorunları da berabe­rinde getirmekteydi. En dikkate değer örnek, V. Murad'ın kızları Hatice ve Fehime sultanlardır.

Babalarının tahttan indirilmesiyle uzun yıllar Çırağan Sarayı'nda kapalı bir hayat yaşayan sul­tanlar, yaşları çoktan geldiği halde evlenmemiş­lerdi. Hatice Sultan için Vâsıf Bey, Fehime Sultan için de Galib Bey bulundu.

İkisi de Mabeyn-i Hümayun şifre kâtiplerinden olup yüksek ve itibarlı devlet adamları değillerdi. Halbuki II. Abdülhamid, kendi kızlarını Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa'nın oğullarıyla ev­lendirmişti. İkisi de padişah kızı olan sultanlar damatları beğenmediler. Ancak amcalarına karşı çıkabilecek güçte değillerdi. Sonuçta istemeye is­temeye de olsa düğünleri yapıldı.

Hatice Sultan beğenmediği biriyle evlendiril­mesini sineye çekti; ama Padişah'tan intikam al­manın planlarını da yapmaktan geri kalmıyordu. Olacak bu ya, Gazi Osman Paşa'nın oğlu Kemaled­din Paşa ile evli bulunan Naime Sultan'a komşu olmuştu. Naime Sultan bunun kendisi için bir fe­laketle sonuçlanacağını nereden bilebilirdi!

Hatice Sultan ile Kemaleddin Paşa arasındaki gönül ilişkisi Padişah'ın kulağına kadar gidince kızılca kıyamet koptu. Padişah kızını damattanayırdı, rütbelerini söktürdü, maaşını kestirip sür­güne yolladı.

Hatice Sultan'a gelince, o da mutsuz evliliğin sebebi olarak gördüğü Padişah'tan intikamını bu şekilde almış oluyordu. Kardeş sultanlar ancak amcalarının tahttan inmesiyle eşlerinden ayrılıp yeniden evlenebileceklerdi.

İttihatçıların evlilik operasyonu Abdülhamid’in, oğlu ile evlendirmek istediği Naciye Sultan, İttihatçıların girişimleri sonucu Enver Paşa ile evlendirildi.
Naciye Sultan: Kime niyet, kime kısmet
II. Meşrutiyet döneminde esen hürriyet havası sultanları, damat seçme usullerini ve hanedanla ilgili daha birçok geleneği derinden etkileyecekti. II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesinden sonra damat seçiminde Padişah'ın otoritesi neredeyse ortadan kalkmış oldu. V. Mehmed Reşad'ın gerek kişisel özellikleri, gerekse İttihat ve Terakki'nin gücü, ona onaydan başka söz hakkı tanımıyordu. Buna dair en ilgi çekici örnek Naciye Sultan'ın evliliğidir.

II. Abdülhamid tahttan inmeden önce oğlu Ab­dürrahim Efendi'yi merhum Şehzade Süleyman Efendi'nin kızı Emine Naciye Sultan'la evlen­dirmek istemişti. Hatta nişanları bile yapılmıştı. Ancak Abdülhamid'in tahttan indirilmesinden sonra nişanlılığın evliliğe dönüşmesi, İttihat ve Terakki yönetimi ve askeriyenin girişimleriyle engellendi.

Sonuçta Naciye Sultan, Enver Paşa'yla evlendi. Evlilik Padişah'ın onayıyla gerçekleşmiş olsa da İttihat ve Terakki yönetiminin oynadığı rol orta­daydı. Enver Bey'in damat olma operasyonunun bir benzerini Osmanlı tarihinde bulmak müm­kün değildir.

İmparatorluğun son günlerinde bile saraya da­mat olmak her kula nasip olmayan bir yüksek pa­yeydi. Ancak uyulması gereken bazı kurallar da vardı. Padişahla ve hele sultanla iyi geçinilmeli, gönülleri hoş tutulmalı, eşinin üzerine evlenme­meli, damatlık onurunu layıkıyla taşımalıydı. II. Meşrutiyet döneminde sultanların evlenme ve boşanma usulleri hanedanın şanını pekiştirici nitelikte olacak şekilde yeniden belirlendiğinde İslam hukukundaki yaygın uygulamanın aksine boşanma/boşama hakkı sultana verilecekti.

Osmanlı ülkesindeki herhangi bir Müslüman erkek karısını boşama hakkına sahipken, sul­tanla evlenenlerin böyle bir hakkı bulunmuyor­du. Nitekim sultanlardan eşini boşayanlar oldu. Vahdettin'in kızı Ulviye Sultan son Sadrazam Tevfik Paşa'nın oğlu İsmail Hakkı Bey'le evliydi. Kendisinden izinsiz ve belki de habersiz olarak Anadolu'ya geçen kocasını boşayıvermişti.

Maaşlı damatlar
Sultanlardan bazılarının eş seçiminde ini­siyatif sahibi olmak istemesi, bu olmadığında gösterdiği tepki, ülkedeki siyasal ve toplumsal değişimin hanedan kadınlarındaki yansımasını gösterir. İster sultan, isterse padişah tarafından olsun seçimi kız tarafının yapması toplum nez­dinde seçen tarafın izafî üstünlüğüne işaretti. Takip eden süreçte evliliğin muhtelif safhalarıyla ilgili olup bitenler hep hanedanın üstünlüğünü ortaya koyar nitelikteydi.

Yüksek masraflarla türlü türlü çeyizlerin ha­zırlanması, düğünlerin muhteşem gösterilerle günlerce sürmesi, halka mükellef ziyafetlerin çekilmesi onlara verilen değerin birer göster­gesiydi. Harcamaların hemen hepsinin padişah tarafından karşılanması, sultanın mutluluğuna giden yoldaki malî bedelin damadın harcadıkla­rından çok daha yüksek olduğu anlamına geliyor­du.

Düğün sonrasında padişah veya devlet imkânlarıyla ama padişahın ihsanıyla tahsis edilen sarayda oturulması, görevlilerin çoğunun maaşının sultan tarafından ödenmesi, damada maaş bağlan­ması, sultanın maaşının damattan çok yüksek olması gibi bazı uygu­lamalar sultanın evlilik hayatında­ki üstün rolüne vurgu yapmaktay­dı.

İmparatorluğun sonlarında esen değişim rüzgârları sultanların eğitim­lerinden eş seçme ve nikâh usullerine, düğünlerinden yaşam tarzlarına kadar birçok şeyi değiştirse de, hanedanın yüce şanını koruma kaygısı ve düşün­cesi hiç değişmeyecekti.

Ta ki, hanedan 1924 Mart'ında yurt dışına sürülünceye kadar. Bun­dan sonra sürgünde evlilikler döne­mi başlayacaktı ki, artık “ol salta­natın yerinde” Cumhuriyet yelleri esecekti.