Sarıkamış esareti kibrit kutusuna nasıl sığdı?

Sarıkamış 1915
Sarıkamış 1915

Ruslara esir düşmüş bir Osmanlı askeri eski bir Norveç kibrit kutusunun içinden çıkardığı minicik günlüğe gizlice bir şeyler karalıyor. Bir asır boyunca oradan oraya dönüp dolaştıktan sonra Sarıkamış’ın en yalın anlatılarından biri olarak elimize ulaşıyor. İşte o günlüğün şaşırtıcı hikâyesi...

Tarih 19 Ocak 1915. Bir Osman­lı askeri cepheye doğru ilerli­yor. İstanbul'dan yaklaşık bir hafta önce trenle yola çıkmış, Ulukışla'ya varmış. Sonra at ara­basında arkadaşlarıyla birlikte Bor, Niğde ve Kayseri üzerinden yola devam... Sivas'a doğru Şarkışla'yı geçiyorlar. Asker fırsat buldukça kibrit kutusu içinden küçücük bir def­ter çıkarıyor ve pür-dikkat bir şeyler karalıyor. Bir asır sonra Sarıkamış'ta karanlıkta kalmış pek çok olayı aydınlatacak olan esrarlı bir günlüktür bu.

Derken zorlu yolları aşıp Kayadibi köyünü ge­çer geçmez ilginç bir tevafuk yaşanıyor. Günlük­te o anı şöyle okuyoruz:

“19 Ocak 1915: Sabahleyin Şarkışla'dan ara­balara binerek ayrıldık. Yolumuza ilk tesadüf eden Kayadibi köyünde dinlendik. Biraz karnımı­zı doyurduk. Buradan 2 kilometre ileride Enver Paşa'ya tesadüf ettik. Yanında birçok köylü vardı. Hep atlı... Hemen arabadan inerek selamladık. Takriben ikindi vakti arazi birdenbire yükselmiş­ti. Küçük tepeler, taşlık... Şimdiye kadar (bu sene içinde) ilk defa kar gördük. Akşam Cami Hanı ci­varındaki Yenihan'a indik. Geceledik.”

Bu satırları yazan, Mehmet Fuad Tokad'dır. Erzurum'da Ruslara esir düşen ve 2 yıl esaret hayatı yaşayan gencecik bir Türk askeri… Kaf­kas cephesine giderken Başkomutan Vekili En­ver Paşa Sarıkamış faciasının ardından 8 Ocak 1915'te Erzurum'dan ayrılmış, karşı istikametten gelmektedir. Kayadibi köyüne yakın bir yerde karşılaşırlar.

Avuç içinde saklı esaret: Henüz bir öğrenciyken 1. Dünya Savaşı’nda Erzurum’da Ruslara esir düşen Mehmet Fuad Tokad’ın boyutları 5,6 x 3,3 x 1,8 santimetreküp olan eski bir Norveç kibrit kutusu içine yerleştirdiği 2 küçücük defterden oluşan günlüğünü çıplak gözle okumak çok zor.
Kibrit kutusunun sırrı nasıl çözüldü?
Peki nasıl oluyor da bu küçücük defterlerde ya­zanları Türkçe olarak rahatlıkla okuyoruz? İşte onun hikâyesidir aşağıda anlatacaklarımız.

Bir Amerikalı, nam-ı diğer bu satırların yazarı, Ankara'daki büyükelçilikte görevini bitirdikten sonra Türkiye'ye yerleşmeye karar verir ama bir emeklilik projesine ihtiyacı vardır. Türkçeyi se­verse de, Türkçenin gizemli atasına, Osmanlıcaya ayrı bir merak duymaktadır. Derhal harekete ge­çer. İlk önce Ankara'daki Osmanlıca kurslarına, ardından İstanbul'dakilere katılır.

Yalnız kursa katılanlar arasında ilginç biri daha vardır. Adı: Müge Tokad. Babası Prof. Dr. Yıl­maz Tokad'ın isteğinden esinlenerek dedesinin günlüğünü Latin harflerine çevirmeye kararlıdır Müge Hanım. (Kardeşi Fuad Tokad, işini kolaylaş­tırmak için 2 defterin küçücük sayfalarını büyük bir itinayla fotoğraflayarak büyütmüştür şimdi­den.)

Uzun lafın kısası, yolları kesişen bu 2 Osman­lıca meraklısı, yani Müge Tokad ve Jack Snowden orada tanışır ve evlenirler. Bendenizi, yani Jack Snowden'ı ise Osmanlıcanın peşinde uzun bir serüven beklemektedir: Müge Hanım'ın dedesi Mehmet Fuad Tokad'a ait günlükleri çevirme işi artık bir Amerikalınındır!

Defterlerin Osmanlıcadan Latin harflerine aktarılması 1,5-2 yıl kadar sürer. Nihayet Kibrit Kutusundaki Sarıkamış-Sibirya Günlükleri ismiyle Aralık 2010'da Timaş Yayınevi tarafından yayın­lanması aileye büyük bir mutluluk katar. Rah­metli Yılmaz Tokad Bey'in muradına ermiş oldu­ğu söylenebilir artık.

Günlükler yayınlanır yayınlanmasına, ancak Mehmet Fuad'ın sözlerini okumak Müge Hanım ve eşine yetmeyecektir. Fuad Bey'in Ruslarla sa­vaştığı, esaret çektiği yerleri de görmek isterler. Ama yola çıkmadan önce onları bir sürpriz daha beklemektedir.

Dr. Bingür Sönmez'in İstanbul'da verdiği Sarı­kamış konulu bir konferansa katılma, kendisiyle tanışıp Erzurum-Sarıkamış seyahatini anlatma fırsatı bulurlar. Sarıkamış davasının en büyük savunucularından biri olan Bingür Hoca tam des­tek verir. Arkadaşları, Erzurum'da bulunan Mu­zaffer Taşyürek ve Sarıkamış'ta yaşayan Hüseyin Demirci'ye Snowden çiftinden bahseder.

Yola koyulan çiftin Erzurum'da buluştuğu ki­şilerden Kafkas Cephesi uzmanı olarak tanınan Muzaffer Taşyürek, Mehmet Fuad'ın Kazaklar ta­rafından esir alındığı Gez köyünü gezdirir onlara. Sonra Fuad Bey'in günlüğünde yazdığı İstanbul Kapısı, Kars Kapısı, metruk Amerikan Konso­ loshanesi ve Aziziye Tabyasını gezerler. Meh­met Fuad Bey günlüğünde bu binaya yakın bir yerde esir alındıktan sonra tutuklandığını şöyle anlatmaktadır:

“17 Şubat 1916: Bu pis yerde sabahı ettik. As­ker arasından çıktık. Yine bir Ermeni zabiti, Şakir Efendi ile beni yine buralarda -Amerika Konso­loshanesi civarlarında- yukarı, her tarafı berbat, camları kırılmış, içerisi insan pisliğiyle dolmuş bir odaya götürdü. Burada da epeyce bekledik. Yanımızda Şakir Efendi'nin ısrarına rağmen 2 de bizim askerlerden hizmetçi vardı. Yanımıza bir topçu mülazımı da gelmişti. İsmi Mustafa idi. Erzurum'da esir olmuş. Neyse, biraz daha bekle­dik. Sonra buradan çıkarılarak 2 Rus zabiti ve biri Kazak birkaç muhafız neferle epey dolaştık.”

İstanbul radyosu yılları: Mehmet Fuad, PTT Müdürlüğü’nden 1950 yılında başmühendis olarak ayrılarak aynı yıl İstanbul Radyosu Müdürlüğü’nde yeni göreve başladı ve yaş haddi doluncaya dek (1957) burada çalıştı. Üstte İstanbul radyosuna ait kimliğin ön ve arka yüzü görülüyor.
Sarıkamış'ta yaşayan Hüseyin Demirci ise (ken­disi oradaki TRT/Anadolu Ajansı sorumlusudur) Jack Snowden'ı (Müge Tokad iş için İstanbul'a dönmek zorunda kalmıştır) ilk olarak Kayma­kam Erdoğan Turan Ermiş'le tanıştırır. Hamamlı köyünde bulunan eski esir kampının şehitliğinde Muhtar Yunus Gökcan ile de görüşürler. Toplu halde gömülmüş Türk esirlerinin mezarları, şe­hitlik anıtının etrafında belirsiz bir şekilde gö­rülmektedir. Burada Sarıkamış harekâtı sırasında hayatlarını yitiren binlerce savaşçı yatmaktadır.

Sarıkamış sessizliği
Mehmet Fuad, Hamamlı yerine merkezde bu­lunan esir kampında kaldığı dönemde şunları yazmıştır:

“28 Şubat 1916: Ortalık henüz kış olmak do­layısıyla soğuk ve dolayısıyla karlı idi. Yine bu­gün bir Rus zabiti geldi. Bu adam güzel Fransızca bildiğinden bize hep Fransızca söylüyordu. İyice anlayamıyordum. Yalnız birkaç gün sonra Bakü tarafında Hazar Denizi'nde biradaya gönderile­ceğimizi anlayabildim. Yine taayyüşümüz (harçlı­ğımız) harcandı. Yurdumuzda 5, nihayet 10 kuru­şa alınabilen bir ufak tencere yemeği burada 3,5 rubleye aldık. 2 manata da adi bir ustura. Ta gece yarısına kadar şarkı ve gazel söyleyerek vakit ge­çirdik. Fakat yine sıkıntı var. ”

Dünden bugüne… Mehmet Fuad, günlüğün 6 Nisan 1916 tarihli kısmında Sarıkamış kilisesinin resmini çizdiğini kaydeder. İşte kilisenin yaklaşık 1 asır öncesine ait çizimi ve bugün cami olarak kullanılan hali!
Mehmet Fuad, Hazar Denizi'nde yer alan o ada­ya gitmez. (Nargin Adası Rusların en berbat esir kamplarındandır.) 2 ay daha kaldığı Sarıkamış'ta bir gün odasından görünen bir kilisenin resmini çizer ve şunları kaydeder defterine:

“6 Nisan 1916: Hava bozuk. Oldukça soğuk. Rahatsızlığım azaldı. Öğleden sonra Mülazım-ı sanî (Üsteğmen) Osman Efendi ziyareten evimize geldi. Balkan Harbi'nde nasıl Avusturya'ya iltica ettiklerini ve İstanbul'a gelinceye kadar oradaki hayatını ve gözlemlerini anlattı. Biraz sonra Ak­senti gelerek Nisan ayında Bakü'ye sevk edilece­ğimizi dedi. Buna Sarıkamış kilisesinin küçük bir karta yaptığım resmini verdim.”

İlginç olan nokta şudur ki, Mehmet Fuad Sarıkamış'tayken ve facianın üzerinden sadece 1 yıl geçmiş olmasına rağmen ondan hiç bahsetmemiş. O zamanlar haberleşme imkânları ilkel olduğu için sıradan bir askerin, hatta esirin bundan haberi olmamasına hak vermek gerek.

Sarıkamış'tan trenle ayrıldıktan sonra günlüğünü tutmaya devam etmiş Mehmet Fuad:

“3 Mayıs 1916: Trenimiz Kars'ta çok durmadı. Şehir biraz uzak olduğundan görmedik. Gün doğunca hareket ettik. Kars'a gelmeden ve burayı geçtikten sonra arazi ova idi. Çayırlıklar, çeşitli köyler var. Eski Osmanlı kaleleri görünüyor. Buradaki köyler gelişmiş değil. Öğleden evvel Aleksanderpol (Gümrü) istasyonuna geldik. Trenimiz burada çok durdu. Şehir etrafı avcı hendekleri, tel örgüleriyle tahkim edilmişti. Öyle anlıyorum ki yavuz Türklerin Sarıkamış'a ilk saldırıları Ruslara bu korkuyu vermiştir.”

Yaklaşık 2 hafta sonra ise şu satırları kaydeder:

“18 Nisan 1916: Sevk olunacağız diye şiddetli bir intizar geçiriyorduk. Vakit geçmedi. Saat 3 vardı. Can sıkıntısı. Bu zaman kalp ve fikri mütereddid hasıl olan tereddütler bizi inkisara [gönül kırgınlığına] uğrattı. Birincisi (yüz zaman etrafa bakınırken istasyona doğru 2-3 kadar bir insan grubunun gittiğini görmüştük), giden grup sevk olunacak diğer zabitân zannedildi. İkincisi ve büyüğü de giden 8 kişinin gitmeyeceği rivayeti idi. Bunun için acaba ötekiler gidiyor da biz burada yine sefalete mi yaşayacağız diye ümitsiz olmuştuk.”

Erzurum'a Rus saldırısı
Snowden çifti Erzurum ve Sarıkamış'a kadar M. Fuad'ın geçtiği yolları sabırla adımlarlar.

Esaretten önce yaşadıklarını anlamak, gittiği yer­leri görmek için Sarıkamış'tan sonra Horasan'ın güney taraflarında yer alan Kepenek köyünü bulma arzusundadırlar. Rusların Erzurum'a bü­yük taarruzu başladığı zaman, yani Ocak 1916 ortasında Mehmet Fuad Bey Kepenek'tedir. 3 ay önce o ve arkadaşları, Ruslarla birkaç ay boyun­ca Tortum'dan Patnos'a kadar savaştıktan sonra Kepenek'e gelip yerleşmişlerdir.

Bu sakin ve sessiz 3 aylık dönemin birdenbire değişmesini şöyle kaydetmiş günlüğüne:

“13 Ocak 1916: Ruslar tarafından her cephe­ye umumi taarruza başlandı. Top sesleri göklere çıkıyor.

15 Ocak 1916: Taarruz devam ediyor. Bizim fırka cephesinde de şiddetli idi. Nihayet 83. Alay eski siperlerini kaybetti. Biraz geriye geldi. 17. Fırka bize imdad geldi. 11. Kolordu Telli Tabya'yı filan da mevkileri kaptırmış… 82. Alay ve 84. Alay cephelerinde değişiklik yoktu. 84. Alay Ela­göz-Karataş hattını tutuyordu.

16 Kanun-i Sanî (3 Şubat): Bu akşam Kepenek'e 28. Fırka Emir Zabiti Cemil Efendi tarafından ric'at emri yazdırıldı.”

Bir Ermeninin evinde kalan Türk
Mehmed Fuad, Ocak 1915'te Haydarpaşa'da trene binip Ulukışla'ya gitmiş. Sonra at arabala­rıyla Niğde, Kayseri, Sivas, Erzincan ve Erzurum...

Aynı güzergâhı izlemek için Snowden da tre­ne biner ama bu defa Erzurum'dan İstanbul'a doğru…

Mehmed Fuad yolculuk süresince birkaç Ermeni'nin evinde kalmış. Bakın o günleri nasıl kaydetmiş defterine:

“28 Ocak 1915: Sabahleyin Keçeyurdu'ndan da ayrıldık. İkindi üzeri Su (İnderesi) kaza merkezi­ne geldik ve bir Ermeni evine indik. Fakat Erme­ni bize kabalık gösterdi. Yatacağımız odanın mef­ruşatını hep kaldırmıştı. Aldırmadık. Geceledik.

29 Ocak 1915: Bugün istirahatle geçti. Hemşeh­rim Ankaralı Cevat'ı (binbaşının oğlu) gördüm. Sabahleyin Ermeni herhalde bizim iyi adamlar olduğumuzu anlayarak odaya sedir, minder filan getirdi. Akşam oldu. Yemeğimizi çarşıda yedik. Eve çıktık. Ev sahibi Ermeni de yanımıza geldi. Konuşuyorduk. Birdenbire bir çocuk gelerek ge­linin bayıldığını söyledi. Hemen ben Sivas'tan al­dığım ilaçlardan 2 hap, 1 de lokman ruhunu ver­dim. Hapları yutsun, ötekini de koklasın dedim. Biraz sonra Ermeni geldi. Son derece minnettar kaldığını söyledi.”

Sivas'ta gördüklerini ise şöyle yazmış:

“23 Ocak 1915: Sivas oldukça büyük. Batıdan gelirken şehre Hükümet Dairesi tarafından girilir ki, en ziyade nazara o çarpar. Buna civar bir idadi mektebi mevcut. Bunlardan gayri bina yok ade­ta. Bir iki tane lokantaya benzeyen aşhaneler var. Bazı kahvehaneleri de eh biraz. Caddeler dar ve temiz değil. Çarşıda hoşa gitmez bir iki mağaza, dükkan müstesnadır. Hilal-i Ahmer (Kızılay) yapı­lan bina zararsız. Birçok cami ve medreseler de var. Bunlar hep tadilde, şehir de büyük bir tamire muhtaç. Ahalisi oldukça munis. Fakat çok Erme­ni var. Bunlar gelişmiş. Sanatkârlar hep bunlar­dan. Göze çarpan hemen her şey Ermenilerin. Ti­caret, sanat hep bunlarda. Bunlar teessüfe şayan. Neyse, bir iki tane de yeni Türk şirketleri açılmış, fakat iptidai (ilkel)... Burada öteberi aldık. Epey para sarf ettim. Pederime Sivas'a geldiğimi ve bu­radan da hareket edeceğimi telgrafla bildirdim.”

Başta dedim ya “sıradan bir Türk askeri” diye; şimdi sözü geri alma zamanı. Mehmet Fuad'ın esaretin kucağında, buz tutan elleriyle kaleme aldığı ve onu sıradan bir askerin çok ötesine ta­şıyan bu hüzünlü satırlar, bir asır öncesinin mü­tevazı bir tarihçesi değerinde. Üstelik som ve ta­rafsız bir tarihçe bu. Dilerim mücadelenin nice gizli kahramanları; kayıtları, notları ve anılarıyla saklı değil, haklı kahramanlar olarak bizlerle bu­luşmaya devam ederler.