Selçukluları yeniden ‘hatırlamak’

Muharrem Kesik(solda) - Ahmed Yüksel Özemre
Muharrem Kesik(solda) - Ahmed Yüksel Özemre

Tarihimiz deyince nedense hep Osmanlı’ya odaklanmışızdır. Haksız da değiliz hani! Onun adresinde oturuyoruz, en yakın ecdadımız onlar. Hele ‘Muhteşem Yüzyıl’larımızın da baş aktörleri onlar olunca ister istemez bu ilgi kaçınılmaz oluyor. Genç tarihçileri biraz da Selçuklu dönemlerine doğru teşvik etmek gerek.

Osmanlı’ya yoğunlaşmanın diğer Türk devletlerine ilişkin ‘ihmalkârlığımızı’ meşru ve mazur göstermeyeceği inancındayım. Mesela sanat ve kültürde hayli merhaleler kat etmiş Uygurlar üzerinde o kadar çalışmıyoruz. Ya Selçuklular? Hala 1960’larda yazılmış eserlerden öğreniyoruz onları.

Timaş Yayınları’ndan çıkan Muharrem Kesik’in At Üstünde Selçuklular: Türkiye Selçuklularında Ordu ve Savaş adlı iyi araştırılmış bir referans eseri imdadıma yetişti. Prof. Dr. Aydın Taneri’den sonra bu yolda yürüyen Kesik, bize Selçukluları ‘hatırlatmakla’ ne iyi etmiş! Bir aferini hak ediyor.

Devletlerin tarihi, bize ulusumuzun karakterine ilişkin ipuçları da verir. Kesik, doğal olarak ‘cengaverliği’mizi vurgulamış. Bana kalırsa Türk’ü tanımlayacak en uygun kelime ‘alperen’dir. ‘Alp’likle ‘erenliği’ kimliğinde imtizaç ettirmiş bir milletiz biz. O nedenle ‘topuzla kopuz’, ‘kılıçla ney’ iç içedir tarihimizde.

Savaş naraları/Meşk nağmeleri

Tarih diye hep boğuşmalardan söz eden bir alışkanlığımız vardır. Hoş, bu takıntı sadece bize özgü değildir; evrenseldir, bütün uluslar bundan hoşlanır. Oysaki belki asıl yazılması gereken savaş naraları değil, meşk nağmeleridir. Müzik, uygarlıkların tarihlerinin bence en önemli şubesidir; ama musikînin tarihçesi hep ihmal edilmiştir.

Tarih, bir milletin özgeçmişidir. O hal tercümesinde bir milletin kişilik, kimlik ve ruhunu yakalayamıyorsanız beyhude yere yapmışsınızdır onca araştırmayı!

Müziğin mistik titreşimlerinde, bir milletin metafiziksel derinliği portrelere dökülür. O müziğin şifrelerini çözebilirseniz, o milleti tanırsınız. Bizim musikîmizi anlamayanlar, bizi de yani Türk’ü de anlayamazlar.

Müzik bir milleti atasına da Allah’ına da taşır. Musikî anlayışınız, varoluşunuzun kaynağına götürür sizi. Bu açıdan Yahya Kemal musikîyi “sadece bir terennüm değil, aynı zamanda tenevvür vasıtası” olarak değerlendirmiştir. Bu gerçeklere ve musikî tarihimize ilişkin onca zengin birikimimize rağmen hala bu sahada güzel eserlerden yoksunuz. Bu açığı kapatabilecek evsafta güzel bir eser Recep Uslu’dan geldi: Selçuklu Topraklarında Müzik.

Müzik dinlenir, evet; ama bu kitap bize müziği okutturuyor.

Kaynakları itibariyle ciddi bir çalışma. Öyle ki, bir müzikoloji çalışmasından ne bekliyorsanız burada hepsi var. Selçuklulardaki müzik türleri, çalgılar, müzisyenler, müzik ve devlet ilişkileri… Eserin yanında icralardan oluşan bir CD de takdim ediliyor. Ne diyeyim tebrik ve takdirden başka!

Özemre’yi anlamak için Türkiye’nin ilk atom mühendisi olmasının yanısıra medeniyetimize dair kaleme aldığı yazılarla son dönem ilim ve kültür hayatına damgasını vuran Özemre, 2008 yılında vefat etmişti.
Özemre’yi anlamak için Türkiye’nin ilk atom mühendisi olmasının yanısıra medeniyetimize dair kaleme aldığı yazılarla son dönem ilim ve kültür hayatına damgasını vuran Özemre, 2008 yılında vefat etmişti.

Bir şahıs sözlüğü

Bilindiği üzere tasavvufun kendine özgü zengin bir terminolojisi var. Bu alanda çeşitli sözlükler yayınlanmıştır, yayınlanmakta.

Aslında tarih bilimi dahil akademik disiplinlerde sözlük (hem umumi, hem de hususi, o alana mahsus) vazgeçilmez bir yardımcıdır. Ne var ki, sözlüğü kullanmak bizim âlimlerimize ‘zül gelir’. O nedenle kitaplar mahdut sözcüklerle yazılır. Zaten kelime hazinemizin engin olması yayıncı ve okuyucu tarafından istenmez.

Kelime dağarcığınızın güdük kalması, zihnî melekelerinizin inkişafını da engelleyeceği düşüncesiyle liseden başlayarak Ferit Devellioğlu’nun meşhur Osmanlıca-Türkçe Lugatı’ndan her gün bir sayfa ezberlemeyi kendime iş / cehd edinmiştim.

Bu çerçevede arz edeyim. Türkiye’de bildiğim kadarıyla bir ilk gerçekleşti ve aziz dostumuz, aslen kendi de mütefekkir ve müellif olan Necmettin Şahinler, 2 bin küsur sayfalık bir sözlük neşretti: Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre: Misalli Kelimeler / Kavramlar Sözlüğü.

İlk kez bir şahıs sözlüğü vücuda getiriliyor. Ama hem yabancı dilleri, hem de Türkçeyi en güzel kullanan son dönem münevverlerinin başında gelen Özemre hocamız için bu gerekliydi.

Müthiş bir tarama ile hazırlanan sözlüğün en önemli özelliği kelimelerin, deyimlerin nerede ve nasıl kullanıldığını alıntılarla göstermesi.

Şahinler’i tebrik ediyor, keşke benzeri bir çalışma yine son devrin en müstesna hatiplerinden merhum Ahmet Aydın Bolak için de yapılabilse diyoruz.