Soykırım 1783'ten beri devam ediyor

Yakın dönemdeki çalışmalar Tatar sürgününün 
“soykırım” olarak tanımlanması gerektiğini vurgulamaktadır. 
Kırım Tatar ressam Rustem Eminov’un 
mahir fırçasından sürgün...
Yakın dönemdeki çalışmalar Tatar sürgününün “soykırım” olarak tanımlanması gerektiğini vurgulamaktadır. Kırım Tatar ressam Rustem Eminov’un mahir fırçasından sürgün...

Hukukçular arasında Tatar sürgününün “soykırım” mı yoksa “insanlığa karşı suç” mu olduğu hususunda fikir ayrılığı mevcut. Ancak hukukî açıdan bu sürgünün “soykırım” olarak tanımlanması gerekmektedir. Çünkü Kırım Tatarlarına karşı Rusya rejimlerinin işlediği suçlar, Kırım’ın 1783 yılında işgali ile başlamış, 18 Mayıs 1944’te tarihinde en ölümcül haline ulaşmıştır ve ne yazık ki bugün dahi devam etmektedir. Rusya’nın 238 yıldır Kırım’da uyguladığı politikayı, akademik dünyanın kullanmayı çok sevdiği “Kırım’ı Ruslaştırma”, “Kırım’ı Tatarsızlaştırma”, “Stalin rejiminin suçları” olarak tanımlamak en basit şekilde, işlenen suçu hafif göstermektir.

Namık Kemal Bayar

Avukat, Dünya Kırım Tatar Kongresi Genel Sekreteri, Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Genel Başkan Vekili
_____________________________________________

Kırım Tatar halkına karşı Rusya rejimleri tarafından işlenen insanlık suçu denildiğinde akla ilk olarak 18 Mayıs 1944’de gerçekleşen büyük sürgün ve sonrasında yaşananlar gelmektedir. Büyük sürgün, Kırım Tatar halkının topyekûn olarak vatanından kopartıldığı ve nüfusunun neredeyse yarısına yakınını kaybettiği, insanlık tarihinin en dramatik ve trajik olaylarından biri olarak tarihçiler ve sosyologlar tarafından pek çok değerlendirme ve incelemeye tabi tutulmuştur. Elde edilen bulgular sürgünü hukukî açıdan değerlendirme ve tanımlama noktasında yeterli delilin toplanmasına fayda sağlamıştır. Kırım Tatar sürgününün hukukî değerlendirmesini yapan çalışmalar çok yenidir ve bazı tartışmalara yol açmıştır. Hukukçular arasındaki bu tartışmalar, sürgünün “soykırım” suçu mu yoksa “insanlığa karşı suç” mu olduğu etrafında toplanmaktadır. “Soykırım” ve “insanlığa karşı suç”un tanımı için İnsan Hakları Beyannamesine, uluslararası anlaşmalara ve bunlarla paralel olan Türk Ceza Kanunu’nun 76. ve 77. maddelerine bakılabilir.

18 Mayıs 1944 Kırım sürgününün hukukî boyutu üzerine yapılan çalışmalardan bir kısmı hadiseyi “insanlığa karşı suç” olarak değerlendirmektedir. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalar bu sürgünün mutlaka “soykırım” olarak tanımlanması gerektiğini vurgulamaktadır. “İnsanlığa karşı suç” olarak nitelendirenler iki tespitten hareket etmektedir. Birinci gruba ait değerlendirmeler temelde Kırım Tatarlarına karşı işlenen suçların tarihî sürecini göz ardı ederek, sadece 18 Mayıs 1944’te Stalin rejimi tarafından gerçekleştirilen sürgün fiilini ve bunun sonuçlarını çalışmalarına esas almaktadır. İkinci gruba ait çalışmalar, Sovyetler Birliği’nin son dönemlerinde büyük sürgününün kınanması ve Kırım Tatar halkının rehabilitasyonuna dair çalışmalar başlatmasını hafifletici ve suçun sonuçlarını ortadan kaldırmaya yönelik bir fiil olarak görmektedir. Bunlar sürgünün bir halkı topyekûn imha kastını taşımadığı savından hareket etmektedir.

Katılmamızın mümkün olmadığı bu görüş öncelikle tarihî gerçeklere aykırıdır. Özellikle Kırım Tatar halkına karşı Rusya rejimleri tarafından işlenen suçları sadece 18 Mayıs 1944 sürgününden ibaret saymak tarihî ve sosyal gerçeklerle bağdaşmaz. Diğer taraftan, insan haklarına saygı ve insanlığa karşı işlenmiş bir suçu bütün sonuçları ile ortadan kaldırmak, bu suç sonucunda doğan zararları tazmin etmek, suçluları cezalandırmak ve adaleti sağlamak her devletin “erga omnes” yani “herkese ve her şeye karşı” sorumluluğudur ve bu sorumluluğu yerine getirmek, suçu işleyen devletin suç tanımını ve buna karşı öngörülen cezayı hafifletmemelidir.

Kırım Tatarlarına karşı Rusya rejimlerinin işlediği suçlar, Kırım’ın 1783 yılında işgali ile başlamıştır. 18 Mayıs 1944’te ise tarihindeki en şiddetli ve ölümcül haline ulaşmış olup ne yazık ki bugün dahi devam etmektedir. Bu tarihî, sosyal ve güncel gerçeklik Dünya Kırım Tatar Kongresi’nin 31 Temmuz-2 Ağustos 2015 tarihinde yapılan genel kurulunun açılış bildirisinde şu şekilde vurgulanmıştır:

“Tarihî devletimiz Kırım Hanlığı’nın yok edilerek vatanımızın zapt edildiği 1783 yılından bugüne kadar, Kırım’ın tek ve aslî sahibi olan milletimizin yeryüzünden silinip gitmesi için her türlü baskı, sürgün ve katliamlar tatbik edildi. Bütün bu insanlık suçlarını işleyen Çarlık Rusyası ve onun siyasetini çok daha korkunç metotlarla sürdüren Sovyetler Birliği idi. Bugün dünyanın her tarafına, özellikle de Türkiye’ye milyonlarca Kırım Tatarının dağılmış olmasının sebebi bu bitmek bilmeyen zulümdür. Vatandaki ve diasporadaki Kırım Tatarları bu zulümlere maruz kalanların çocukları veya torunlarıdır. Aziz vatanımızda yaşamaya devam eden Kırım Tatarları ise ne yazık ki bu zulmün yeni varyantını yaşamaktalar. Bu son insanlık suçunun faili ise Çarlık Rusyası’nın ve Sovyetler Birliği’nin varisi olmakla ve onların bütün kanlı icraatlarıyla övünen bugünkü Putin Rusyası’dır.”

Aluşta yakınlarında boşaltılmış Kırım Tatar köylerinden biri olan Üsküt. Fotoğraf, köydekilerin tamamen sürgün edilmesinden sonra, 1945’de çekilmiş.
Aluşta yakınlarında boşaltılmış Kırım Tatar köylerinden biri olan Üsküt. Fotoğraf, köydekilerin tamamen sürgün edilmesinden sonra, 1945’de çekilmiş.

238 yıldır devam ediyor

Açılış bildirisinde yer alan bu vurgu, kongrede kabul edilen “Dünyaya Müracaat” adlı belgede yer alarak, “1783’den bugüne kadar Rusya İmparatorluğu ile onun varisleri olan Sovyetler Birliği ve Rusya Federasyonu tarafından Kırım Tatarlarını yok etmek kastıyla işlenen bütün suçların insanlık suçu kapsamında yargılanarak, soykırım olarak kabulü” bütün dünyadan talep edildi. Keza kongre, aynı belgede “Kırım’ı işgal eden ve Kırım Tatarlarına yönelik baskı ve zulüm eylemine aralıksız olarak devam eden Rusya Federasyonu’nun ve bu devletin işlediği suçlarda görev alan memurlarının Milletlerarası Adalet Divanı’nda ve Milletlerarası Ceza Mahkemesi’nde yargılanarak cezalandırılmasını” da talep etti.

Kongrenin bu iki talebi, özellikle “Dünyaya Müracaat” belgesinde yer alan diğer taleplerle ve kararlarla pekiştirildi. Kongrenin bu belgelerde vücut bulan, Kırım Tatarlarına karşı Rusya rejimleri tarafından işlenen insanlık suçlarının başlangıcını 1783 yılına tarihleyen ve bu suçun o tarihten bugüne devamlılık, yani ceza hukuku anlamında “temadîlik” arz ederek, uluslararası sözleşmeler ve ceza kanunlarında yer alan “soykırım” tanımının “Bir planın icrası suretiyle, millî, etnik, ırkî veya dinî bir grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi maksadıyla” işlenen bir suç olduğunu vurgulayan bu tarihî ve mantıksal kurgusu büyük sürgün ve Kırım Tatarlarına karşı işlenen suçlar hakkında araştırma yapan hukukçular arasında da önemli bir etki yaptı.

Bilhassa Ukrayna olmak üzere konu hakkında araştırma yapan Avrupalı, Amerikalı ve az sayıdaki Türkiyeli hukukçular, söz konusu fiilleri sadece 18 Mayıs 1944 sürgünü bağlamında tartışmak yerine daha eski ve tarihî zamanlarda başlayan bir fiil üzerinden inceleme gerekliliği ve bu incelemeyi günümüzde devam edegelen fiillere bağlama; yani hukuksal düzlemde illiyet bağını kurma noktasında tartışmaya başladılar. Salt 18 Mayıs 1944 sürgünü ve sonuçlarını irdelemenin söz konusu fiillerin nitelendirilmesinde yetersiz olacağı, işlenen suçlar ve kapsamının Kırım Tatar halkının irade ve talepleri doğrultusunda daha geniş bir şekilde incelenmesi ve irdelenmesi gerekliliği de kongre tarafından böylelikle ortaya konuldu.

1944 sürgününün hukukî yönünü hafifletmek için “insanlığa karşı işlenmiş bir suç” deniliyor. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalar bu sürgünün mutlaka “soykırım” olarak tanımlanması gerektiğini vurgulamaktadır.


Bu girişim adaletin sağlanması noktasında hukuk dünyasında Kırım Tatarları açısından yeni bir dönemi başlattı. Konu fikrî ve bilimsel alanda yeniden ve daha geniş bir boyutta tartışmaya açıldı. Kırım’ın 1783 yılında Çarlık Rusyası tarafından işgalinin ardından başlayan zorla din değiştirme, topraksızlaştırma gibi uygulamaların ardından başlayan zorunlu göçler; Sovyet Rusya’nın 1921-22 ve 1932-33 suni açlık ve Holodomor, 1936-37 aydın sürgünleri ve katliamları, 18 Mayıs 1944 sürgünü ve sonrası fiilleri, Kırım’da Kırım Tatarlarına ait her türlü medeni mirasın yok edilmesi, Kırım Tatar dilinin unutturulma politikaları, bugünkü Rusya Federasyonu’nun Kırım’ın 2014’te yeniden işgali ile başlayan baskıcı uygulamaları, 2014’ten sonra 40.000’e yakın Kırım Tatarının yurdunu terk etmek zorunda kalması; adam öldürme ve kaçırma, gözaltı, tutuklama ve baskınlar suretiyle sivil halkı devlet terörü nitelikli eylemlerle korkutma ve yıldırma fiilleri gibi pek çok kitlesel ve bireysel etki doğuran eylem esasında, hukukî anlamda soykırım suçunu oluşturan “bir planın icrası suretiyle, millî, etnik, ırkî veya dinî bir grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi maksadıyla” işlenen fiiller olarak tanıma birebir oturmaktadır.

Rusya’nın 1783’ten bu yana Kırım’da uyguladığı politikayı, akademik dünyanın kullanmayı çok sevdiği “Kırım’ı Ruslaştırma”, “Kırım’ı Tatarsızlaştırma”, “Stalin rejiminin suçları” olarak tanımlamak en basit şekilde işlenen suçu hafif göstermektir. Bu politikanın bir tek tanımı olabilir. Bu tanım da Kırım Tatarlarını yok etmek kastıyla “soykırım” suçudur. Farklı her tanımlama ve tabir, Rusya’nın işlediği suçları normalleştirme, hafifletme anlamına gelmektedir. Ortada bir suç vardır ve bu suç hukukî tanımı ile ilan ve beyan edilmelidir.

Sürgün ve kıyımı tasvir eden çizim ve tablolar, yaşanan acının ancak küçük bir kısmını yansıtabiliyor.
Sürgün ve kıyımı tasvir eden çizim ve tablolar, yaşanan acının ancak küçük bir kısmını yansıtabiliyor.

Soykırımı tanımak

Ukrayna parlamentosu Verkhovna Rada 12 Kasım 2015 tarih ve 792-8 sayılı kararı ile 18 Mayıs 1944 sürgününü soykırım olarak kabul etmiş ve diğer parlamentolara da bu soykırımı tanıma çağrısı yapmıştır. Esasında Ukrayna Emniyet Müdürlüğü’nün 5 Mayıs 2009 tarih ve 24/5/G-28 sayılı başvurusu ile Ukrayna Genel Başsavcılığı, Kırım Özerk Cumhuriyeti Başsavcılığı’na sürgünün bir suç olarak kovuşturma öncesi ön soruşturmasını yapmak üzere görev vermişti. Bunun üzerine Kırım Başsavcılığı, ceza davası açmaya yarar pek çok delil topladı. Ancak 2014 işgali ile toplanan bütün deliller işgalci Rusya Federasyonu tarafından ele geçirilerek ortadan kaldırıldı. Bugün Ukrayna’nın başkenti Kiev’de yeniden kurulan Kırım Başsavcılığı bütün dosyayı yeniden ele almak zorunda kaldı. Yine de bu çalışmalar Ukrayna parlamentosunun kararına dayanak teşkil etmiştir. Ukrayna parlamentosunu takiben Litvanya parlamentosu Seimas da 5 Haziran 2019 tarihinde Kırım Tatar sürgününü soykırım olarak kabul eden ikinci kararı hayata geçirmiştir. Halen Estonya ve Polonya parlamentolarında da karar tasarısı sırasını beklemektedir.

Dünya Kırım Tatar Kongresi yönetim kurulu, kongre kararları doğrultusunda Ukrayna parlamentosunun bu kararını da dayanak alarak dünyadaki bütün ülke parlamentolarına Kırım Tatarlarına karşı işlenen suçların “soykırım” olarak kabulü yönünde müracaatını 2017 yılında yazılı olarak tekrarladı. Ukrayna parlamentosunun bu kararı, kongrenin talepleri tam olarak karşılanmasa da, adaletin sağlanmasında önemli bir adımdır. Bugünlerde Ukrayna parlamentosunun gündeminde bulunan “Kırım Tatar Halkının Statüsü” ve “Kırım Tatarlarının Yerli Halk Olarak Tanınmasına Dair” kanun tasarıları görüşmelerinde, kongrenin diaspora ve vatanda yaşayan tüm Kırım Tatarlarının haklarının rehabilitasyonuna, hatta tazminine dair talepleri gündemdedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “Kononov-Letonya” davasında vermiş olduğu karar ve Birleşmiş Milletler Lahey Uluslararası Adalet Divanı’nın 2017 yılı Nisan ayında ön inceleme duruşmasını yaptığı “Ukrayna-Rusya” davasında Kırım Tatarları ile ilgili olarak “Rusya Federasyonuna ‘Ayrımcılığın ve Irkçılığın Önlenmesi hakkında Uluslararası Sözleşme’yi imza ettiği ve bu sözleşme kapsamındaki yükümlülükleri hatırlatarak; Kırım Tatarlarının yegâne temsil organı olan Kırım Tatar Millî Meclisi ve diğer millî kuruluşları ile irtibat ve bağ kurmalarının önündeki engellerin kaldırılması ve bunlara yasak getirilmesinden kaçınması” yönünde önleyici tedbir kararı alması, Kırım Tatar halkına karşı işlenen suçların uluslararası mahkemelerde yargılanması yönündeki taleplerin de ilk basamağını oluşturdu.

Netice olarak, gelinen noktada Kırım Tatar halkının, kurultayının, millî meclisinin ve kongresinin Kırım Tatar halkına yönelik olarak Rusya rejimleri tarafından devamlılık arz eden suç niteliğindeki fiillerinin “soykırım” olarak kabulü yönünde talepleri artık dünya hukuk çevreleri ile birlikte Ukrayna ulusal yargı sistemi ve uluslararası mahkemelerin de gündemine gelmeye başlamıştır. Diğer taraftan, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından kendisini Sovyetlerin mirasçısı olarak ilan eden Rusya Federasyonu Temmuz 2020’de yaptığı anayasa değişikliği ile “Sovyetler Birliğinin mirasçısı olduğunu” anayasa hükmü haline de getirmiştir. Buradan hareketle, Kırım Tatar sürgünü ile gerçekleşen soykırım suçunun müeyyidesi noktasında gerek ceza hukuku gerekse tazminat hukuku alanında Rusya Federasyonunun muhatap alınması da “haklara ve borçlara külli halefiyet” ilkesi gereği hukuken gereklilik arz etmektedir.

Bu tartışmalar Kırım Tatar halkının adalet mücadelesinde yeni bir alan açmıştır. Bundan böyle sadece siyasî ve diplomatik alanda süregelen Kırım Tatarlarının hak arama mücadelesi hukuk alanında da yeni bir ivme ve yön kazanacaktır.