Türk arşivleri açıkken Taşnak arşivleri neden kapalı

Türk arşivleri açıkken Taşnak arşivleri neden kapalı?
Türk arşivleri açıkken Taşnak arşivleri neden kapalı?

Tehcirin ideolojik, etnik veya dini sebeplerle Ermenileri imha etmek amacıyla yapıldığına dair resmî herhangi bir belge yok. O halde soykırım söylemini savunan tarihçiler görüşlerini neye dayandırıyorlar? Tarihçilerin tehcire yaklaşımları ve ileri sürdükleri deliller neler? Soruların yanıtı ABD'li savaş tarihçisi Edward J Erickson'un Osmanlılar ve Ermenliler: Bir İsyanın ve Karşı Harekatın Tarihi kitabından iktibas edilmiştir.

Bu satırları Türkler için bir yazılı müdafaa gibi okuyan ve etiketleyen okurlar ve eleştirmenler olacaktır. Bu yaftalama kısmen, yazarın “bütün arşivleri ele almadığı” ve/veya “daima var olan bilgi alanını ihmal ettiği” fikrini de içerebilir. Malumat sahibi okurlarımın dikkatini çekmek isterim ki, konu hakkındaki anlatılardan tamamıyla haberdarım ve onları itinayla mukayese ettim.

Osmanlıların niçin Ermenileri tehcir ettiğine dair bir sürü başka izahatı öne süren mühim miktarda çalışma var. Bunları beş temel tutum ve bakış açısı şeklinde tasnif etmek mümkün. Bilimsel kavramlar çerçevesinde serdettiğim bu tezleri burada herhangi bir hususi sıra gözetmeksizin takdim edeceğim.

  • 1) Anadolu’nun etnik bakımdan tek türleştirilmesi
  • Bu bakış açısı, Ziya Gökalp’in ideolojik fikirlerinden güç bulan Jön Türklerin Ermenileri (ve diğerlerini) yok ederek Anadolu’yu ırkî bakımdan tasfiye ederken yerlerine etnik olarak Türkleri (veya Müslümanları) ikame etmeyi istedikleri fikrini savunur. Bu mülahaza, ilaveten, gizli Jön Türk siyasî platformlarına 1909 kadar erken bir dönemde girmişti. Tez, Balkanlar’dan gelen Müslüman mültecileri kapsayan Jön Türk nüfus mühendisliği şemalarına, aynı şekilde tehcir edilen Ermenilerin yüzdelerini ve oranlarını listeleyen orijinal nezaret telgraflarıyla birlikte Ziya Gökalp’in yazılarına dayandırılır. Esas fikir, Ermenilerin etnik açıdan saf bir Türk Anadolu merkezi oluşturmak amacıyla taammüden tehcir edildiğidir. Tez ikna edicidir ve bu tezin en üretken savunucusu Profesör Taner Akçam’dır. Türk tarihçiler Uğur Ümit Üngör ve Fuat Dündar tarafından kaleme alınan yakın zamandaki eserler de bu bakışı desteklemektedir. Benim kanaatimce bunun için ortaya konulan delillerde kuvvet ve biraz da gerçeklik mevcut, ancak tehcirin neden 1915-16 kışında durduğunu izah etmekte başarısızdırlar.
  • 2) İmha niyeti
  • Bu sav, 1911 gibi erken bir dönemde Jön Türk siyasal hareketinde karar alma yetkisine sahip kişilerin, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermeni nüfusunu onları asıl yerlerinde veya ölüm kamplarında imha etmeye karar verdiği fikrini geliştirir. Jön Türkler başarmak için İmparatorluk genelinde bir ölüm makinesi operasyonunu sözlü olarak idare maksadıyla Teşkilat-ı Mahsusa’yı istimal edip gizli, çift-hatlı komuta yapısı kurdular. Bu tutumun mantığı, Jön Türklerin Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermeni nüfusun kökünü kurutmak için ideolojik, iktisadî ve siyasî muharriklere sahip olduğudur. Mezkûr tutumun en coşkulu müdafileri Vahkan Dadrian ve Raymond Kévorkian’dır, pek çok Batılı yazar da bu fikri savunmaktadır. Dadrian ayrıca her ne kadar bu iddia hemen bütün bağlılarını kaybetmişse de Almanların Osmanlıları, Ermenilerin imhasına teşvik edip desteklediğini de ileri sürer. Şayiaya, bağlamlarından kopmuş hakikatlerin seçilmesine ve aleni spekülasyona dayanan söz konusu görüşü destekleyen neredeyse hiç sahih kanıt yoktur.
  • 3) Kümülatif radikalleşme
  • Bu tutum, harp zamanı mecburiyetlerinin getirdiği sınırlı bölgesel tedbirlerin, Osmanlı’nın Ermenilere yönelik politikalarında birikerek artan bir köktenleşmeye yol açtığı fikrini savunur. Ayrıca Ermeniler, onları Osmanlı Hükümeti ile bir müsademe sahasına atan İtilaf devletleri tarafından şiddet ve isyana teşvik edildiler. Hakikatte Ermeniler kendi yok oluşlarının mimarıydı. Bu tutumun yazarı Prof. Donald Bloxham; Yücel Güçlü ile Michael Gunter’in yakın zamandaki çalışmaları mezkûr duruş ile uyum arz eder. Bloxham, Ermenilerin imhası için önceden tasarlanmış hiçbir ayrıntılı plan bulunmamasına rağmen, radikalleşme politikasının sonucu olarak soykırımın müteakiben meydana geldiğini ileri sürdüğü noktada Güçlü ve Gunter’den ayrılır. Bu, tehcirlere yaklaşmak ve açıklamak için oldukça sağlam bir duruştur, ancak soykırım iddialarına teşmili onu büyük ölçüde zayıflatmaktadır.
  • 4) Misilleme ve mazeret
  • Bu görüş Ermenilerin çaresiz ve masum Müslüman köylülerin binlercesini taammüden katlettiği fikrinden hareket eder. Umutsuzluğa kapılan Osmanlı Devleti ile birlikte suça güdülenmiş çeteler aynı şekilde mukabelede bulundu ve Ermeni kışkırtıcıları öldürerek karşılık verdi. Bu, devlet güvenliği ve askerî zorunluluğun sevk ettiği tehcirlerle eşzamanlı meydana geldi. Söz konusu tutum Türklere münhasırdır ve Enver Konukçu ile Türkkaya Ataöv’ü kapsar. Büyük sayılarda Müslümanın, hakeza Ermeni, Kürt ve Rumun, 1. Dünya Harbi boyunca Batı Anadolu’da mukatele şeklinde bir iç savaş dâhilinde öldürüldüğü doğrudur. Benim görüşüm, söz konusu hadiselerin tehcir kararında asla bir gerekçe teşkil etmediğidir.
  • 5) Devlet emniyeti ve ayaklanma
  • Bu görüş, Osmanlı Devleti’nin güvenliğine acil ve hakiki bir tehlike arz eden büyük bir Ermeni ayaklanmasının 1915 yılında vuku bulduğu fikrine dayanır. Büyük Güçler’in Osmanlı İmparatorluğu’nun imhasını hedefleyen plan ve entrikalarının bizzat gönüllü suç ortakları olan Ermeni ihtilalci komiteleri tarafından kışkırtılan Osmanlı Ermenilerinin bağımsız bir Ermenistan kurmak için isyana kalkıştığı tezini geliştirir. Tehcirler hakkındaki modern resmî Türk versiyonu ve pek çok Türk tarihçi bu düşünce safının takipçisidir. 20 yıl önce bu izahın en makul yaklaşım olduğuna inanıyordum. Ancak bugün bu tezin, bütün Osmanlı Ermenilerinin ancak minicik bir parçasının bilfiil ayaklanma ve gerilla faaliyetlerine girmiş olduğu ve bu arada Ermenilerin büyük kısmının ya pasif seyirci ya da sadık vatandaş kaldığı hakikati karşısında işlerliğini kaybettiğine inanıyorum. Benim fikrî dönüşümüm, Amerika’nın geçen 10 yıldaki isyana karşı koyma harekâtları hakkındaki artan idrakimin ve bu duruma şahsen dâhil olmamın doğrudan bir sonucu olarak gerçekleşti.
  • Benim görüşüm nedir?
  • Bu satırları yukarıda bahsedilen tutumların hiçbirinin tamamen akla yatkın olduğu hususunda ikna edilemediğim için yazdım. Muhakkak ki hepsinde bir nebze hakikat payı var. Osmanlılar ve Ermeniler kitabımda da işlediğim tutum en çok Prof. Donald Bloxham’ın eseriyle uyum gösterir. Ben de, bölgesel düzeyden millî seviyeye dek Osmanlı politikalarında, özellikle askerî isyana karşı koyma politikaları hususunda, giderek artan bir radikalleşme olduğuna inanıyorum. Bizzat tehcirlerin, hızla yükselen ve kasten tasarlanmış bölgesel isyana karşı koyma harekâtlarının bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde Prof. Bloxham’a Ermenilerin toplu imhasına dair evvelce planlanmış herhangi bir karar olmadığı konusunda da katılıyorum. Hakeza, Hilmar Kaiser’in, Osmanlı arşiv malzemelerinin, Cemal Paşa’nın yerlerinden edilmiş Ermenilerin hayatlarını ve mülklerini korumak için her yolu denediğini, böylece tehcir olayları esnasında ve akabinde önceden tasarlanmış, devlet destekli bir imha kavramını külliyen meşkûk hale getirdiğini ima ettiğini gösteren yakın zamandaki çalışmasıyla da aynı tarafta duruyorum.
  • Okurların farkında olduğu üzere sayıca az olsalar da Ermeni ihtilalci komitelerinin gerçek yetenekleriyle orantısız olarak istenmeyen bir sonuç elde ettikleri fikrini yürütüyorum. Sırasıyla ön etkisel ve tepkisel hareket eden Ermeni ihtilalci komitelerinin ve isyancı grupların, doğudaki cephe hattı ordularıyla bağlantılı kırılgan Osmanlı iletişim hatlarını engelledikleri bir vakıadır. Van isyanının ertesinde Osmanlı yetkililerinin elinde bulunan birikmiş istihbarat, İmparatorluğun Ermeni-İtilaf Devletleri’nin iyi koordineli, gayrinizami ve konvansiyonel taarruzlarının tam eşiğinde durduğu konusunda yetkilileri ikna etti. Yerel nitelikten bölgesel bir askerî politikaya kayan ve bu açmaza bir çözüm bulmakta kararlı, kıt kaynaklı Osmanlılar Batı tarzı bir isyana karşı koyma harekâtı olarak tehciri seçtiler. Söz konusu harekât planı, Osmanlıların geride kalanları küçük askerî birliklerle kolayca tafsilen mağlup edebilecekleri şekilde Ermeni asileri ve gerillaları destek tabanlarından ayırdı.
  • Ermeni tehcirleri hususunda sahip olduğum sonuçlara nasıl ulaştığım hakkında da bir izah getirmeliyim. Ve ilkin, 20 yıl boyunca kafamı karıştıran rahatsız edici soruları okurun da dikkate almasını istiyorum. Bu sorular:
  • Niçin “suçun işlendiğini gösteren su götürmez bir delil” yok? Bugün hiçbir yerde, ne Ermenileri imha etmek için ne de onları ideolojik veya siyasî sebeplerden dolayı tehcir etmek için bir emir bulunduğunu gösteren hiçbir sahici delil mevcut değil. Kısacası, bu hususları açıklayan resmî bir belge yoktur ve bu durumda “Neden?” diye sormalıyız. Osmanlılar evrak ve bürokratik dosya tutma hususuna takıntı derecesinde önem veriyordu. Gerçekten de yüksek ölçüde merkezî ve “hiyerarşik” Osmanlı bürokrasisinde yazılı ve damgalı resmî talimat ve emir olmaksızın neredeyse hiçbir şey yapılmazdı. İngilizler 4 yıldan fazla İstanbul’u işgal ettiklerinde, hırslı bir biçimde devlet-destekli harp suçları hakkında deliller aradılar ve hiç bulamadılar. Dünya Harbi esnasında İmparatorluk sathında bölgesel idarecilere dağıtılmış böylesi talimat ve emirlerin tek bir tanesinin bile sağlam kalmamış olması, en basitinden anlaşılmaz bir şeydir.
  • Çok sayıda Osmanlı Ermeni vatandaşlarının niçin tehcire tâbi tutulmadığı hakikatini nasıl izah ederiz? Bilhassa Osmanlı İmparatorluğu’nun batı uçlarında, neden 350 bin gibi yüksek sayıda Ermeni evlerinde bırakıldı? Eğer gaye toptan imha idiyse niçin Batı’daki Ermeniler de göçe zorlanmadı? Ayrıca özellikle 1916 baharından sonra Osmanlılar kendi savaşlarını muhtemelen kazanırken, tehcirler hangi gerekçeyle tamamen sona erdi?
  • Ermeni ihtilalci komiteleri ile müttefik taarruz operasyonlarına destek için ayaklanmayı teşvik eden İtilaf kuvvetlerinin (Rusya, İngiltere ve Fransa) arasındaki apaçık delil mahiyetindeki yazışma silsilelerini ve yakın temasları, Ermenilerin çaresiz kurbanlar oldukları fikriyle nasıl telif edeceğiz?
  • Teşkilat-ı Mahsusa’nın sözde “çift hatlı” yapısına dair delillerin tamamının ya şayiaya veya “iddianamelerin metin tahlillerine” dayanması ve 1919 tarihli resmi gazetelerde basılan mahkeme kararlarının İstanbul’daki Osmanlı harp suçlularının davalarını göstermesi nedendir? Neye binaen bu türlü bir tertibatın mevcudiyetini gösteren hiçbir delil yoktur? Nasıl olur da bu iddiaları teyit etmek üzere bir resmî yazışma silsilesi veya kısmî bir dokümantasyon dahi mevcut değildir? Böylesi bir teşkilat, nasıl 4 yıl boyunca sözle nakledilmiş emirler üzerine işleyebilmiştir?
  • Hiç kimsenin Büyük Güçlerin 1895- 1901 yıllarındaki tehcir şeklindeki isyana karşı koyma politikalarıyla Ermeni nüfusunun tehciri arasındaki apaçık benzerlikleri tespit ediyor görünmemesinin sebebi nedir? Ayrıca, Prof. Bloxham haricinde neden hiç kimse tehcirleri Cihan Harbi’nin bağlamına oturtmuş değil?

Hançer ve kurşunlar yürek dağladı 23 Temmuz 1915’te, Diyarbakır’ın Hızır İlyas köyünde eşleri cephede bulunan Müslüman kadınlar ve çocukları Ermeni çeteleri tarafından vahşice katledilmişlerdi.Ermenistan arşivi neden kapalı?

Büyük Güçlerin üçü karşısında, İmparatorluğun ölüm-kalımı için varoluşsal mücadelesinin en kötü günlerinde, 1915 baharında Osmanlılar neden yaklaşık yarım milyon kişiyi tehcir etmeye karar verdiler? Osmanlı stratejik politikası ve askerî öncelikleri, tam bu zaman noktasında tutarlı ve makuldü. Kıt kaynakları bu kadar çok insanın tehcirine sarf etme kararı, harp cephelerindeki çabalarını zayıflattı ve Osmanlı Devleti’nin bilinen bütün harp planları veya stratejik öncelikleriyle çelişki gösterdi.

Türk arşivleri neden bilim adamlarına açıktır ve buna karşılık Ermenistan’ın, Taşnaklar’ın Massachusetts’in Waltham’ındaki ve Ermeni Patrikliği’nin Kudüs’teki belgeleri kapalıdır?

Burada ileri sürdüğüm sonuçlar, Ermeni ihtilalci komitelerinin uzun süre devam eden eylemlerinin neticesi olarak Ermenilere ne olduğunu anlamak için bir bağlam kurmaktadır. Bir askerî tarihçinin perspektifinden topladığım deliller, bunları yazdığım esnada, hikâyenin çözülerek açılmasını sağladı. Spekülasyonda bulunmamak ve varsayımlar yürütmemek için çaba gösterdim ve analizimi, iktibas ve bilgileri işime yarayacak şekilde seçip kullanmaktan ziyade, bağlam içindeki tam belgelere dayandırmaya gayret ettim. Sonunda ulaştığım sonuçlar (Türkçe ve Almanca belgeleri şahsen tercümelerim de dahil olmak üzere) bana aittir.

Silahlarıyla beraber ele geçirildiler Ermeni isyancılar Türk köylerini ateşe verirken İtilaf güçlerinden aldıkları destekle hareket ediyorlardı. Diyarbakır’da bomba ve silahlarıyla yakalanıp tutuklanan bir Ermeni çete.
Silahlarıyla beraber ele geçirildiler Ermeni isyancılar Türk köylerini ateşe verirken İtilaf güçlerinden aldıkları destekle hareket ediyorlardı. Diyarbakır’da bomba ve silahlarıyla yakalanıp tutuklanan bir Ermeni çete.

Bu satırlar Jön Türkler tarafından işlenen töhmet altındaki bir Ermeni soykırımını reddeder ya da inkâr eder mi? Bunun aksini ispat etmenin zor olduğuna işaret ederek, Prof. Guenter Lewy ile aynı tarafta duracağım. Prof. Lewy 2005 yılında, Nazi devletinin Avrupalı Yahudilere yönelik maksatlı bir soykırım yürüttüğüne dair çok miktarda kat’i deliller bulunduğuna işaret etti. Aynı zamanda günün sonunda, Osmanlı Devleti’nin tertiplediği Ermenilerin maksatlı bir biçimde toplu imhasının gerçekliğini ispat eden aynı şekilde sahici delillerin bulunmadığını da gösterdi. Lewy ayrıca her ne kadar devlet düzeyinde kanıtlanabilir bir soykırım yoksa da, bireysel düzeyde, katliam, etnik temizlik ve insanlığa karşı ortak suçları ihtiva eden yerel soykırım eylemlerine dair çok sayıda ispatlanabilir hadisenin bulunduğunu da ileri sürüyordu. İlaveten, Osmanlı Devleti’nin bu suçlardan haberdar olduğuna ve tesirsiz bir şekilde müdahalede bulunduğuna, ancak son kertede yüzlerce münferit sanığı eylemlerinden dolayı hesaba çekilmek için mahkemeye sevk ettiğine dair de mühim ölçüde sahih delillerin mevcudiyetini kaydediyordu. Lewy, bariz olan şeyi, yani bağıntının nedensellik anlamına gelmediğini ve bir şeyin soykırıma çok benzemesinin onu soykırım yapmayacağını gösterdi. Buna ben de katılıyorum.

Bu da beni yazımı şu kapsamlı soruyla bitirmeye sevk eder: “Eğer 1915 Ermeni tehcirleri soykırım değil idiyse neydi?” İsyana karşı koyma tezi bana gelen yegâne makul açıklama ve bu bugün bilinen bütün olgularla tam mutabakat sağlayan bir anlatıdır. Ancak görüşümün, 20 yıllık bir süreçte değişim gösterdiği gibi, bilim adamlarının yeni bilgileri sunmasıyla birlikte gelecekte yeniden değişebileceği ihtimalini dışlamıyorum. Son olarak bu hadiselere ilgi duyanları, kendilerine ait hususi sonuçlara varmadan evvel geniş ve derin okumalara teşvik ediyorum.

Not: ABD’li savaş tarihçisi Edward J. Erickson’un Timaş
Yayınları tarafından neşredilen Osmanlılar ve Ermeniler:
Bir İsyanın ve Karşı Harekâtın Tarihi adlı kitabından
yayıncının izniyle iktibas edilmiştir. DT.