Vasiyetnamede bir cümle unutulmuş! “Zaten mezarım bilinmeyecek, bilmeyecekler ”

Dualar ve tekbirler eşliğinde... Bediüzzaman’ın cenaze haberi yurdun dört bir yanına hızla yayılmış, talebeleri yanında Urfa halkı da akın akın cenazesine koşmuştu. O kadar büyük bir kalabalık vardı ki, kaldığı otelden alınıp iki kilometre mesafedeki Dergâh’a tam iki saatte götürülebilmişti.
Dualar ve tekbirler eşliğinde... Bediüzzaman’ın cenaze haberi yurdun dört bir yanına hızla yayılmış, talebeleri yanında Urfa halkı da akın akın cenazesine koşmuştu. O kadar büyük bir kalabalık vardı ki, kaldığı otelden alınıp iki kilometre mesafedeki Dergâh’a tam iki saatte götürülebilmişti.

Bediüzzaman'ın 1960 yılında vefatının üzerinden geçen onca yıla rağmen naşının nerede olduğu hala büyük bir sır. Bu sırrın arkasındaki gerçekleri Araştırmacı-Yazar Müfid Yüksel Derin Tarih'te okurları için kaleme aldı.

Bediüzzaman Said Nursi 23 Mart 1960 tarihinde hayat yolculuğunun son durağı olan Urfa’daki İpek Palas Oteli’nde vefat eder ve ertesi gün Ulu Cami’de öğle namazını müteakib kılınan cenaze namazının ardından Mevlid- i Halil Dergâhı’nın eyvanlarından birinde defnedilir. Adana’dan getirilen mermerlerle de bir mezar yaptırılıp kitabesi konulur.

Ancak aradan birkaç ay geçmeden, 11 Temmuz 1960’da mezarın bulunduğu Dergâh, Balıklı Göl ve çevresinde askerî tertibat alınır. 27 Mayıs cuntasının emriyle kabir, askerler tarafından parçalanarak Bediüzzaman’ın nâşı bir tabuta konulup 12 Temmuz’da uçakla Afyon’a, oradan da Isparta’ya götürülür. O gün bu gündür Bediüzzaman’ın kabrinin kırılıp nâşının kaçırılması ve dahası kabrinin yeri tartışılıp durulmakta, zaman zaman bu konu medyada da gündeme gelmektedir.

Geçenlerde bir aile dostu aracılığıyla Bediüzzaman’ın kabrinin yerinin bilinmemesiyle ilgili vasiyetinin, talebelerinden Abdülkadir Ceylan Çalışkan’ın elyazısıyla bir nüshası elime geçti. Gerçi bu vasiyetname başka kaynaklarda da yer almakta; ancak elimizdeki nüsha bizzat şahidi olan Merhum Çalışkan’ın kendi el yazısıyla yazılmış olması hasebiyle önem arz etmektedir.

Aşağıda görselini de bulabileceğiniz vasiyetnamenin metni şöyledir:

Üstad’ın vasiyeti Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Abdülkadir Ceylan Çalışkan tarafından kaleme alınan vasiyetinin bir nüshası.
Üstad’ın vasiyeti Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Abdülkadir Ceylan Çalışkan tarafından kaleme alınan vasiyetinin bir nüshası.

“Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin vefat etmeden bir sene evvel etmiş olduğu vasiyyetnâme:

Benim kabrimi gayet gizli bir yerde bir iki talebemden başka kimse bilmemek lâzım geliyor. Bunu vasiyyet ediyorum. Çünki, dünyada beni şöhretten men eden bir hakikat elbette vefatımdan sonra da, o hakikat o suretle beni mecbur ediyor.

Biz de üstâdımıza sorduk: Kabri ziyarete gelenler Fatiha okur, hayır kazanır. Acaba, siz ne hikmete binâen kabrinizi ziyaret etmeği men ediyorsunuz? Cevaben üstadımız dedi ki:

‘Bu dehşetli zamanda eski zamandaki firavunların dünyevî şan ve şeref arzusuyla heykeller ve mumyalarla nazar-ı beşerî kendilerine çevirmeleri gibi enâniyyet ve benliğin verdiği gafletle heykeller ve gazetelerle nazarları mana-yı harfîden mana-yı ismiyle tamamen kendilerine çevirtici ve uhrevî istikbâlden ziyade dünyevî istikbâli gâye-i hayâl edinmiş olmalarıyla eski zamandaki Allah için ziyaret mukâbili ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtânın şan ve şerefine ziyade ehemmiyet verip öyle ziyaret ediyorlar. Ben de Risale-i Nur’daki azamî ihlâsı kırmamak için o ihlâsın sırrıyla kabrimi bildirmemeği vasiyyet ediyorum. Hem şarkta, hem garpta, hem kim olursa olsun okudukları Fatiha ervâha (ruhlara) gider. Dünyada beni sohbetden men eden bir hakikat elbette vefatımdan sonra da, o hakikat bu suretle beni sevâb cihetiyle değil, dünya cihetiyle men etmeğe mecbur edecek’ dedi.”

Vasiyetnamenin şahitlerinden aile dostumuz Özer Şenler’le de bu konuyu 2010 Nisan’ında müzakere ettik. Kendisi Bediüzzaman’ın talebelerindendi. Özer Şenler Bediüzzaman’ın, vefatından bir iki yıl evvel bu sözlü vasiyetnameyi söylerken Ceylan Çalışkan’la birlikte Bediüzzaman’ın yanında olduğunu ve bu sözlü vasiyetin Ceylan Çalışkan tarafından yazıya geçirildiğini, ancak Bediüzzaman’ın bu ifadelerin hemen ardından ilave ettiği bir sözün yazıya geçirilmesinin ise unutulduğunu söyledi. Özer Şenler’in bize aktardığına göre Bediüzzaman “Ve zaten mezarım bilinmeyecek, bilmeyecekler” diye bir ilavede bulunmuş fakat bu söz vasiyetname metnine geçmemiş.

Bediüzzaman’ın nâşının akıbetiyle ilgili basında zaman zaman tartışma yer alırken Emniyet Genel Müdürlüğü’nden Hürriyet gazetesine ulaşan bir belge 23 Haziran 2006 tarihinde şu şekilde yayınlanır:

“Zabıt Varakas

Konya İmam Hatip Okulu fahri Arabî hocası Abdülmecit Ünlükul’un Urfa’da medfun kardeşi Said-i Nursi’nin cesedini nakl-i kubûr suretiyle Isparta’ya defnine müsaade olunmasına dair 4 Temmuz 1960 tarihli dilekçesi üzerine işbu talebi is’af edilerek 12 Temmuz 1960 günü Afyon’a getirilmiş bulunan mevtâya ait tabut Afyon’dan teslim alınarak Isparta’ya getirilmiş ve aynı gün akşamı kardeşi Abdülmecit Ünlükul da hazır bulunduğu halde aşağıda imzaları bulunan şahıslar huzurunda Isparta şehir mezarlığında ihzar edilmiş bulunan kabre defn edildiğine dair işbu zabıt mahallinde tanzim ve hep birlikte imza altına alındı.(12. 7. 1960)

Isparta Vali Muavini: Besim Ulcay(İmza)

Eminyet Müdürü: Zeki Vural(İmza)

Vilâyet Jandarma K.: Zekeriya Kantekin(İmza)

Merkez Kumandanı: Yarbay Hamdi Atamer (İmza)

Merkez Hükümet Ve Belediye Tabibi: Dr. Rifat Öner (İmza)

Mevtanın Kardeşi: Abdülmecit Ünlükul(imza)”

Yukarıda alıntıladığımız belgeye göre 4 Temmuz 1960’da Bediüzzaman’ın kardeşi ve Konya İmam Hatip Okulu Arapça hocası Abdülmecid Ünlükul bir dilekçe verir. Bu dilekçeye göre kardeşinin nâşının Urfa’da, kendisinin ise Konya’da bulunduğundan bahisle nâşın Urfa’dan alınarak Isparta’ya defnine müsaade edilmesini talep eder. Ancak Abdülkadir Badıllı’nın bizzat Abdülmecid Nursi’den naklettiğine göre dönemin Konya valisi Necdet Yalçın ile ordu komutanı Cemal Tural tarafından vilayete çağrılarak bu dilekçe kendisine zorla imzalatılmıştır.

Yine bu belgeye göre Bediüzzaman’ın nâşı uçakla 12 Temmuz’da Afyon’a, oradan da alınıp Isparta’ya getirilmiş ve aynı gün akşam, Isparta Şehir Mezarlığı’nda hazırlanmış olan bir kabre, kardeşi ve belgede imzaları bulunanların hazır bulunması ile defnedilmişti.

Hürriyet gazetesi bu belgeyle birlikte bir habere daha yer verir. Buna göre emekli bankacı Hasan Özbek adlı bir şahıs Bediüzzaman’ı defnedenler arasında o dönemde Isparta’da komiser olan babası Kanber Şevket Özbek’in de bulunduğunu söylemektedir.

Bediüzzaman’ın nâşının akıbeti konusunda başka söylentiler de yer almaktadır. 1993 yılında İsmet Bozdağ’ın DP dönemi Milli Müdafaa Vekili Ethem Menderes’ten naklettiğine göre nâşı uçakla götürülerek denize atılmış.

Aynı iddiayı 1993’te RP İstanbul Milletvekili olan Hasan Mezarcı da gündeme getirmişti. Soner Yalçın da Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı (2006) adlı çalışmasında da aynı iddiayı dile getirir. Hürriyet’te yayınlanan belge Soner Yalçın’ın bu iddiası karşılığında Emniyet Müdürlüğünce yayına verilir.

Ancak yine Özer Şenler’in bize aktardığına göre Bediüzzaman’ın bazı talebeleri, Isparta Şehir Mezarlığı’ndaki mezarın yerini bulurlar. Bunu haber alan 27 Mayıs cuntasının, yani Milli Birlik Komitesi’nin emriyle nâş buradan alınıp çinko bir tabut içine konularak uçağa bindirilmiş ve Akdeniz’in ortasına bırakılmıştır.

Tüm bunlara rağmen Bediüzzaman’ın nâşının nerede olduğu hâlâ bir sır. Nâşını aramak boynumuzun borcu mu? Yoksa vasiyetnamesindeki “Zaten mezarım bilinmeyecek, bilmeyecekler” sözüne uyarak bu sevdadan vazgeçmek mi gerekir? Karar sizin.