Yerli dizilerin atası Mısır filmleri

Leyla Murad ve Muhammed Abdulvahab birlikte Yahya el hub filminde. 1938
Leyla Murad ve Muhammed Abdulvahab birlikte Yahya el hub filminde. 1938

Murat Özyıldırım

Türkiye’de 1930’lu ve 40’lı yıllarda köşe bucağa sinen değişim fikrinden eğlence anlayışı da nasibine düşeni almıştı. Halkın nur topu gibi 2 gözde eğlencesi vardı; radyo ve sinema. Özellikle radyo, evlerde, kahvehanelerde haber ve eğlencenin vazgeçilmez adresiydi. Türk musikîsinin radyolarda yasaklandığı 1934-1936 yıllarında ise halk, radyosunu kendisine en yakın bulduğu musikînin yayınlandığı istasyona ayarlamıştı: Kahire Radyosu’na. Yasağın kalkmasından sonraki yıllarda da zor günlerin bu vefalı dostuna bağlılık devam etti.

Peki, halkımızın Kahire Radyosu’yla gönül bağı nereye dayanıyor?

Öncelikle belirtmek gerekir ki o dönemde Arap musikîsi hakikaten altın çağını yaşıyordu. Ümmügülsüm, Muhammed Abdülvahab ve Leyla Murad gibi şöhretlerin radyolarda, gramofonlarda şakıdıkları bir dönemdi bu. Mısır makamlı musikîsiyle pek çok benzer özellik taşıyan musikîmiz sebebiyle Arap şarkıcıların Türkler tarafından beğenilmesi şaşırtıcı değildi.

Şarkılı Mısır filmlerinin altın yılları

Radyo ve plaklarla tanınan Arap musikîsinin Türkiye’ye bir başka giriş yolunu Mısır filmleri oluşturmuştu. İlk sessiz kısa filmin İskenderiye’de 5 Kasım 1896’da gösterilmesinin ardından Mısırlılar, bu yeni icada büyük ilgi duymuşlardı. İstanbul’daysa sadece erkeklerin izleyebileceği ilk sessiz kısa filmler, bir yıl sonra, 1897’de Beyoğlu’nda Sponeck Birahanesi’nde birer dakikalık gösteriler şeklinde sunulmuştu. Gelişen teknolojiyle birlikte çekilen filmlerin süresi uzamıştı ancak sinemanın halk üzerindeki asıl etkisi, sesli filmlerle olmuştu.

Ortadoğu’da filmlerin halkı büyülü bir atmosfere sokup etkisi altına almasının asıl ortaya çıkışı, Mısır’da ilki 1932 yılında Nadire’nin başrol oynadığı Unşudet el-fuad (Kalbimin Şarkısı) isimli sesli -ve elbette şarkılı- filmiyle oldu. Filme gösterilen ilginin ardından, Mısır’da kısa süre içinde tümü şarkılarla dolu çok sayıda film çekilmeye başlandı. Bu filmler, senaryonun içine serpiştirilmiş şarkılardan oluşan yapımlardı. Genellikle tanınmış bir ses sanatkârı olan başrol oyuncusunun solo ya da koro eşliğinde seslendirdiği eserler şeklinde izleyiciye sunulurdu. Bazı filmlerde dansçılar da şarkıcıya eşlik ederlerdi.

Mısır filmlerinin Türkiye’ye ithal edilmesiyse, 1936’da çekilen udi-bestekâr Muhammed Abdülvahhab’ın şarkılar okuduğu Damua’l-hub (Aşkın Gözyaşları) filmiyle başladı. İstanbul sinemalarında halkın olağanüstü bir ilgi ve heyecanla karşıladığı film, gazetelere konu oluyordu. Bilet kuyrukları uzuyor, izdiham caddelere taşıyordu. Öyle ki, filmi izlemek isteyip de içeri giremeyenler sinemaların camının, çerçevesinin kırılmasına yol açıyordu. Türkiye’de etkisi tahminlerden de büyük olan Aşkın Gözyaşları’ndan ilhamla, 1966’da aynı isimle bir Türk filmi çekildiği gibi bir de kitap yayınlandı. Ancak bunlardan daha da unutulmazı, Hafız Burhan’ın, Muhammed Abdülvahhab’ın Sahirtu adlı ünlü tangosunu Aşkın Gözyaşları adıyla Türkçe sözlerle okuduğu ve satış rekorları kıran plağı oldu. Böylece Türkiye’de şarkılı Mısır filmlerinin altın yılları başladı ve kısa sürede ülkenin sinema salonlarını Mısır filmleri kapladı.

Mısır filmlerinin içeriği -sonradan Türk film yapımcılarının da örnek alacağı gibi- halkın kolayca algılayabileceği basit hikâyeler üzerine kuruluydu. En çok işlenen konu, Şark melodram anlayışına gayet uygun olarak zengin-fakir arasındaki imkânsız aşktı.

Mısır filmlerini neden çok sevdik?

İslam-Arap tarihinden alınan konular, Mısır filmlerinde beğenilen bir başka temayı oluşturuyordu. Aralarında Ümmügülsüm’ün başrol oynadığı Denanir ve Salama adlı yapımların da yer aldığı tarihî filmlerde, İslamî vurgunun gerek konu, gerekse konunun geçtiği mekânlarla ön plana çıkmasının Türk izleyiciler için son derece ilgi çekici olduğuna kuşku yoktur.

Mısır filmleri, çok değil 20 yıl önceki Türkiye’yi andıran sokak görüntüleriyle halkta büyük merak uyandırıyor, güzel sesli Mısırlı sanatkarlar beğeniyle izleniyordu. Mısır Radyosu’nda severek dinledikleri şarkıcıları beyaz perdede görmek, Türkler için heyecan vericiydi şüphesiz. Üstelik Türkiye’de devrimlerle değiştirilmiş olan hemen her şey bu filmlerde önceki halleriyle mevcuttu; Arap harfleri, camilerden Arapça ezanların okunması, yollarda gezinen fesli beyzadeler, paşalar, sarıklı cüppeli hocalar ya da çarşafa, peçeye bürünmüş Mısırlı hanımlar…

Mısır filmleri, 50’li yılların ortalarında Türkiye’deki etkilerini yitirdiler. Bunun asıl nedeni, Türk rejisörlerin Mısır filmleriyle aynı içeriğe sahip ve tamamen yerli yapımlar ortaya koyma başarısı (!) göstermeleri oldu. Zengin kız-fakir delikanlı, İslam tarihi gibi konuların bol gözyaşlı ve acıklı şarkılarla işlenişi, Mısır sinemasının Türk sinemasına yıllarca kullanacağı muazzam armağanı oldu. Böylece Yeşilçam melodramlarının başarısının, halkın Mısır filmlerince hazırlanmış psikolojik beklentilerine “yerli” bir cevap olmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Şurası unutulmamalıdır ki, halkın en beğendiği dönemde Mısır filmleri, Şark’ın gündelik yaşantısını yansıtan mütevazı kareleri seyirciye sunuyor, bu yönüyle Batılılaşma çabalarına rağmen 40’lı, hatta 50’li yıllarda Şark medeniyetine ait bin yıllık kimliklerini muhafaza eden Türk zevkiyle bütünleşiyordu.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım