Yeryüzü sahnesinde satranç hamleleri

Satranç
Satranç

Yeryüzü sahnesinde organizasyonun minyatür modeli denilebilecek satranç takımları, ustalarının mahir ellerinden dönemin sanat anlayışını sızdırır. Satrancın ayrıca taşlardaki dinî, politik veya ideolojik temsillerle propaganda aracı olduğunu söyleyebiliriz.

Kendi halinde bir oyun kabul edilen satrancın içinde bir başka ben yatar. Öyle ki, Fil havayı, Vezir ateş ve bilgeliği, Kale toprağı, Şah da kâinatı temsil eder.


Bilin ki, her oyunda bir dünyanın kurulup rakip dünyanın yıkılması bundandır.

Satranç, strateji oyunu olmanın ötesinde farklı organizasyon yöntemleri geliştiren eskilerin dehasını da yansıtır.

Piyonunu ilk öne atan kişi kimdir bilinmez ama Mısır'da, M.Ö. 4000'den kalan Kraliçe Nefertiti'ye ait piramitteki figür, oyunla ilgili ilk görsel dokümanı sunar bize. Satranç masasında kendi kendine oyun oynayan kraliçe için yenmek veya yenilmek çok mühim değildir haliyle.

M.Ö. 13. yüzyıla geldiğimizde görkemli cüssesiyle Truva Atı karşılar bizi. Bir rivayete göre kahraman Odise, satrançtaki attan esinlenerek düşmanlarına tuzak kurmak için bir tahta at yapar. Bu at, diğer taşların üzerinden atlayabilen satrançtaki at gibi sinsice ve şaşırtıcı hamlelerle ilerleyerek en umulmadık anda yakalayıverir Truvalıların şahını.

Derken satranca ilişkin ilk yazılı kayıtlar çıkar karşımıza. Hint hükümdarı II. Çandragupta dönemine geldiğimizde Sanskritçede 'ordu' anlamına gelen Çaturanga oyununun satranca göz kırptığını görürüz.

Buna göre atın L şeklindeki hamlesi süvari birliklerinin düşmanı ustalıkla kıstırma taktiğine dayanır. Bilge vezir büyük hamleler yapıp da rezil olmamak için yalnızca bitişiğindeki karelerde çapraz olarak ilerlemeyi tercih eder. Kral ise oyunu, önündeki piyade birliklerince korunarak karargâhtan ağır ve emin adımlarla takip eder.


Gün gelir satranç Kuzey Hindistan'dan at sırtında yola çıkarak Pers hükümdarı I. Hüsrev'e takdim edilmek üzere İran'a taşınır. 531-579 yıllarında 16'sı zümrüt, 16'sı yakuttan 32 taş ve 64 kareli geleneksel oyun tahtası Astapada hediye edilir kendisine.

Firdevsi, satrancı taşıyan kervanın yaşadığı ilginç bir olayı eseri Şehname'ye şöyle aktarır:

Şah, satranç armağanına karşılık Brahman'a “Dile benden ne dilersen” der. Brahman da 64 kareli satranç tahtasının ilk karesine 1, ikinci karesine 2, üçüncü karesine 4... yani her kareye bir öncekinin 2 katı buğday koyarak doldurmasını ister. Şah, Brahman'ın alçak gönüllülüğüne hayran kalarak isteğinin derhal yerine getirilmesini emreder. Ancak buğdaylar satranç tahtasına sığmaz hale gelince bu hesaba ülkedeki buğday stoklarının yetmeyeceği anlaşılır. Pes eden Şah'a, zekâsına hayran kaldığı Brahman'ı tebrik etmek düşer sadece.

Papazların aforoz ettiği oyun
İran'da Çatrang adını alan oyun, Arapların İran'ı istilasıyla İslam dünyasında Satranc diye kabul görür. İslam'la birlikte Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da hızla yayılır. Emeviler döneminde Harun Reşid, Şarlman'a bir satranç takımı armağan eder. Böylece Endülüs yoluyla Avrupa'ya doğru seyreder satranç.

9.-11. yüzyıllarda İtalya, Bizans İmparatorluğu ve Rusya üzerinden yayıldığı Avrupa'da gözde bir oyun hüviyetine bürünür. İlginçtir, Katolik kilisesi onu İslam'ın bir parçası olarak görüp oynayanları aforoz etmekten geri durmaz. 15. yüzyıl Avrupa'sındaki satranç ustaları kilisenin hışmından korunmak için oyuna Vezir olarak Kraliçeyi, Fil olarak da Papazı dahil eder; güya onu İslam kültür dairesinden çıkarırlar.

1497'de İspanyol Lucena, kitabında zamane satrancının kurallarını açıklar. Piyonla 2 kare atlama, piyonların rakibin son sırasına ulaştıklarında başka bir figüre (mesela Vezire) dönüşmesi gibi kurallar bugün de geçerliliğini korumaktadır.


Osmanlı matı
Rivayet odur ki, kendisi de satranç meraklısı olan Şehzade Selim, Şah İsmail'in pek hünerli bir usta olduğunu işitir. İran'ı daha yakından tanımak isteyen Selim, satranç ustası bir kuyumcunun yanında kimliğini belli etmeden çırak olarak çalışır. Zamanla ünü yayılır ve Şah İsmail, bu çırakla satranç oynamak ister.


Selim, İran Şahını uzun bir müsabakanın ardından yener ama asıl mat, Çaldıran'da gelecektir: 1514'de Safevi ordusunu savaş meydanına serdiğinde ganimetler arasında binlerce satranç takımına el koymuştur!

Osmanlı kültüründe satranç hakkında birçok kitap yazılmıştır. Kanuni devrinde Seferihisarlı İsmail Şaban tarafından derlenmiş el yazması en önemlilerinden. 1670'lerde III. Ahmed tarafından Polonya hükümdarına gönderilen satranç takımı da, Osmanlı'nın satranç merakının kanıtlarındandır.

Malum, oyun bitince taşlar toplanır, Şah ve Piyon, galip ve mağlup aynı kutuya yerleştirilir.
Deyiş yerindeyse dünyanın kavgası, onu idare eden el tarafından sona erdirilmiş, galip de, mağlup da eşitlenerek yan yana uzatılmıştır.
Satranç tahtası dediğiniz şey de, her an yeni bir oyunun başlayıp bittiği bir dünya sahnesi değil midir nihayetinde?