Zamanın ipine dizili huzurtaneleri

Tesbih
Tesbih

Değdiği eller tespihi çektikçe, o da ellerin kahrını çekti yıllar yılı. Bazen bir kaplumbağa kabuğu bile küçülüp tane biçimine bürünerek kemikleşmiş, hatta taşlaşmış kalpleri zamanın ipine dizmesini bildi.

Tespihin hikâyesi, Allah’ın her türlü kusur ve noksan sıfatlardan yoksun olduğunu dile getirmek maksadıyla söylenen Sübhanallah kelimesinin kökünden, Sübhâ’dan türeyip avuçlarımıza yerleşir.

Sabrın ve tevekkülün nişanesi tespihi elinden düşürmeyen eski insanlar, gerek kullandıkça rengi kızaran -hatta elmas gibi parlayan- sırçalı kukadan, gerekse saf öd ağacından tespihleri, kokusuna nail olabilmek için senelerce parmaklarına yoldaş ettiler.

Budizm, Hinduizm, Hıristiyanlık ve İslamda bambaşka şekillere büründü tespih. M.Ö. 8. yüzyılda başlayan Hindu inancının mensupları, dinin üç tanrısından biri olan Şiva adına yapılmış ‘Şiva’nın Gözü’ isimli sırıma geçirilmiş tespihi ayinlerinde kullanırlardı. Budistlerin Japamala, yani Gül Tespih dedikleri 27’şer parçaya bölünmüş 108 büyük taneli tespih, meditasyon yoluyla kişiyi Nirvana’ya ulaştıran boncuklu bir merdivendi adeta. Günümüzdeyse Budistler beyni kontrol etme gücüne sahip olduğuna inanılan Rudraksha tohumundan yapılan tespihleri çekerler.

Hıristiyanlıkta tespih 3. yüzyıla kadar yalnızca manastırdaki keşiş kıyafetlerinin parçasıydı. 12. yüzyıla kadar dinî ayinlerde değil de bir tür tılsım objesi olarak kullanıldı. Örneğin kanı saflaştırarak çocukları hastalıklardan koruduğuna inanılan inci tespih vaftiz törenlerinin vazgeçilmezi oldu. Ancak tespihin tılsım olarak kullanılmasını papazlar pek hoş karşılamıyorlardı.

Gün geldi okuma yazma bilmeyen Hıristiyanlar duaları takip etmek istediler. Bu yüzden de tespih ancak 1520’de, Katoliklerin dinî lideri Papa X. Leo’nun da onayıyla parmaklar da özgürleşti. 6’sı büyük, 53’ü küçük olmak üzere 59 boncuktan yapılan Katoliklerin tespihinin ucuna bir de haç yerleştirildiğini biliyoruz.

Ermeni kilisesi ve Protestanlar gösteriş olduğu düşüncesiyle dualarında tespih kullanmazlar. Ortodokslarsa tespihle duayı sadece manastırda yaparlar.

Parmakları tespihle buluşmayanlar da vardı elbette. Örneğin Museviler tılsım amacıyla boncuk dizilerini kullanan Şamanları taklit etmek istemediler. Bu yüzden de ibadetlerinde tespihe yer vermeyip dualarını, adedini saymadan Yahova’ya iletmeyi seçti.

Osmanlı sanatı tespihe dizildi

Müslümanlar zikirlerini saymak için İslamiyetin ilk yıllarında çakıl taşları, zeytin ve hurma çekirdeklerini iki keseden birine doldurup doludan boşa aktardılar. Hatta Hz. Muhammed’in (sas) zikirlerini parmak eklemleriyle yaptığı ve bu yöntemi tavsiye ettiği Tirmizî’de geçer.

Sübhâ adı verilen 99’luk tespihlerin her bir tanesi Allah’ın bir sıfatını simgeler. Yani Müslümanlar Allah’ın isimlerini, yine Allah’a sığınarak andılar yıllar yılı. Ebu Hureyre’den aktarılan hadis-i şerifteki “Her namazın ardından her birinden 33’er defa olmak üzere Sübhanallah, Elhamdülillah ve Allahu Ekber deyiniz” öğüdü üzerine de 33’lük tespihler yapıldı.

Vehhabiler ve Aleviler tespih kullanmadı ama Suriyeli Aleviler, Kırk Erenler’i temsilen 40 taneli tespihi dualarıyla süslediler. Bektaşi tespihlerinde ise biri imamenin dibinde, diğerleri duraklarda olmak üzere 4 ayrı renkte boncuk kullanıldı. Bunlarda kırmızı boncuk Hz. Ali’yi, beyaz Hz. Fatma’yı, sarı Hz. Hasan’ı, yeşil olan ise Hz. Hüseyin’i temsil ederek renkler tanelerde kişileştirildi.

Osmanlı’da yapılan her özel tespih, ustasının ismiyle anılır, tornada çekildikleri için tespih ustalarına ‘tespihi çeken’ denirdi. Tanelerin birbirinin aynı olması, duraklar, imamenin tanelerle uyumu ve renk ahengi dikkat edilmesi gereken özelliklerdi. Tespihi çile edip sabırla çeken ustaların dükkânları daha çok Beyazıt çevresindeydi. Bir dönemin dünyaca meşhur tespih ustalarıydı Horoz Hasan Usta, Halil Usta, Tophaneli İsmet Usta ve daha niceleri...

17. yüzyıldan itibaren Osmanlı’da tespih, dinî fonksiyonun yanında birçok padişah, sultan ve sadrazam tarafından kullanılan bir aksesuar haline geldi. III. Selim’in taneleri fındık büyüklüğünde, pembe incili ve zümrüt 99’luk tespihi ile Sokullu Mehmed Paşa’nın tümü elmaslardan dizilmiş tespihi çok meşhurdu. Ne yazık ki her iki tespih de yangınlara kurban gitmiştir.

Rivayet odur ki I. Ahmed, Sultanahmet Camii’ne kaç kişinin girebildiğini hesaplamak için 100 bini kalenbek, 100 bini de öd ağacından olmak üzere 200 bin adet tespih yaptırır. Caminin açılışında her gelene bir tespih verilir. Durumun sağlamasının yapılması için de çıkarken bir tespih daha verilir. Tıklım tıklım dolan camiye 86 bin kişinin sığabildiği anlaşılır böylece. Yani camiye gelenleri, ziyaretçilerin gönüllerini de fethederek saymıştır bu gönlü yanık Osmanlı padişahı.

Gel zaman git zaman tespih, erkeklerde stres atmaya yarayan bir eğlence aracı olup ‘elin sakızı’ gibi dolaşmaya başladı parmaklarda. Dinî fonksiyon taşımayan bu ‘maskot tesbihler’in tane sayıları 17’lik, 19’luk, 21’lik gibi anlamsız rakamları kekeler.

Tanelerin zikirli, zikirlerin bereketli olsun ey tespih!