3000 Gece

3000 Gece.
3000 Gece.

“Özgürlük, karanlık günlerde bile içimizde parlıyor. Hiçbir hapishane, bu ışığı söndüremez.”

Hapsetmek, günümüz modern dünyasının insanı cezalandırmak için kullandığı en yaygın yöntemlerden biri. İnsanın yaşama hakkından sonraki en büyük hakkı, özgür davranabilme hakkı çünkü. Özgürlüğü elinden alınan hiçbir insan, içindeki bu duyguyu kaybetmiyor, yıllar geçse de. Yaşadığı her an yeniden özgür olabilme, gönlünce hareket edebilme, gönlünce gezip dolaşabilme umuduyla geçiriyor hayatını.

Filmimizin başrolü Layal da işte bu umudu, hapishanede geçirdiği sekiz yıl boyunca, içinde diri tutanlardan biri. İşin aslı, hapishanede olması da gerekmiyor, Layal ve Filistin topraklarında yaşayan hiçbir insana, -neredeyse yüz yıla yakındır dışarıda olsalar bile- özgür diyemeyiz. Çünkü içinde kendilerini rahat hissedecekleri bir devletleri yok. Sokaklarında sürekli başka bir devletin askeri ve polisi dolaşıyor. Tapu işlemlerinden evlilik işlemlerine, seyahat işlerinden ticaret işlemlerine kadar topraklarında hüküm süren o devlete bağlı hareket etmek zorundalar. O devlet ki kendisini dünyanın sahibi gören, kendisinden başkasını insan bile görmeyen bir anlayışa sahip. Böyle bir devlet, kendi ırkından ve dinî inancından farklı olan bir toplumun özgürlüğüne ne kadar sahip çıkabilir ki?

Burada biraz durup, kendinize yapılan küçük haksızlıklarda bile nasıl canınızın sıkıldığını düşünmenizi istiyorum.
Burada biraz durup, kendinize yapılan küçük haksızlıklarda bile nasıl canınızın sıkıldığını düşünmenizi istiyorum.

İşte Layal da işgal altında hayatını sürdürmeye çalışan milyonlarca Filistinliden sadece biri. Adım atsa, yanlışlıkla bile olsa bir İsrailliye yan baksa işgal devleti tarafından terörist görülebilme ihtimali olan bir milletten sadece biri. Film de böyle basit gibi görünen bir davranışın uzun bir hapse dönüşmesiyle başlıyor. Layal arabayla yolda ilerlerken yaralı birini görüp, ona yardım etmek için arabasına alıyor. Bunu gören işgal askerleri ise terörist olarak kabul ettikleri bu genç ile Layal’ın iş birliği yaptığını düşünüyorlar ve ardından Layal hapse atılıyor. İşgalci devletin mahkemesine çıkıyor ve yaralı birini arabasına alıp yardım ettiği için sekiz yıl hapse mahkûm ediliyor.

Burada biraz durup, kendinize yapılan küçük haksızlıklarda bile nasıl canınızın sıkıldığını düşünmenizi istiyorum. Birisine borç verseniz ve geri vermese üzülürsünüz değil mi? Ya da trafikte biri sizin arabanıza vurup kaçsa bu durum sizi nasıl da üzer. Ya da hak ettiğiniz bir işi hak etmeyen birisine verseler nasıl da küplere binersiniz. Şimdi bir de Layal’ın durumunu düşünün. Yolda giderken yaralı birisini gördü ve yardım etmek istedi diye topraklarını işgal eden bir devletin hâkimi tarafından yargılanıyor ve Yaradan’ın ona verdiği hayatın sekiz yılını hapishanede geçirmek zorunda kalıyor. Dahası, karnında doğmak üzere olan bir çocuğuyla birlikte...

Evet, biliyorum şu sıralar üzerlerine bomba yağdırılarak en temel hakları olan yaşama haklarını bile ellerinden alma konusunda gram hassasiyet göstermeyen, tüm dünyada yasak olan kimyasal fosfor bombalarını sivillerin üzerine atmaktan geri durmayan bir işgal devletinin bir masum insanı hapse atması, bunların yanında nispeten hafif bile kalıyor artık. “Bundan daha kötüsünü görmeyiz,” dediğimiz her geçen günün, ondan daha kötüsünü göreceğimiz başka bir güne gebe olduğunu öğrendik artık. İnsanlığımızdan utandığımız günlere şahit olmak ne kadar da zor…

Nur dünyaya geldiğinde, hayatının ilk yedi yılını hapishanede geçireceğini bilmiyor tabii ki.
Nur dünyaya geldiğinde, hayatının ilk yedi yılını hapishanede geçireceğini bilmiyor tabii ki.

Layal, önce İsrailli suçluların bulunduğu koğuşa konsa da orada onu barındırmıyorlar. Hem ırkına hem dinine düşmanlar çünkü. Onu hep aşağılık birisi olarak görüyorlar. Bir de üstüne hamile olduğu belli olunca hapishane yönetimi, -doktorun da tavsiyesiyle- onu Filistinli mahkûmların bulunduğu koğuşa alıyor. Önce hapishane müdürü karnındaki çocuktan kurtulmasını istiyor ama Layal bunu kabul etmiyor ve çocuğunu doğuruyor.

Nur dünyaya geldiğinde, hayatının ilk yedi yılını hapishanede geçireceğini bilmiyor tabii ki. Annesi Layal ve aynı koğuştaki Filistinli mahkûmlar, Nur’un kendisini mutlu hissetmesi için ellerinden geleni yapıyor. Bu süreçte hapishane yönetimi de ellerinden gelen eziyeti yapmaktan çekinmiyorlar elbette. Ellerine geçen her fırsatta Filistinli mahkûmları daha fazla ezmek için fırsat kolluyorlar. Yine bir gün mahkûmlar, kendilerine eziyet eden gardiyanların yemeklerini hazırlamamak için grev yaptıklarında bir mahkûm, İsrail askeri tarafından silahla hedef alınıp öldürülüyor. Bu kayıp, derin bir hüzün olup çöküyor üzerlerine. Bu olaydan sonra daha büyük bir grev yapıyorlar. Ellerinden ne geliyorsa o şekilde karşılık veriyorlar, bu zulme.

Bu film, Marah Bakir gibi binlerce Filistinlinin ortak hikâyesi.
Bu film, Marah Bakir gibi binlerce Filistinlinin ortak hikâyesi.

Bu sürecin hemen ardından, -Filistin direnişinin sahada gösterdiği başarılar sebebiyle- altı İsrail askerine karşılık 4 bin 765 mahkûmun salıverilmesine dair bir anlaşma imzalanıyor ve Layal’ın koğuşundan da çıkanlar oluyor bu anlaşmayla birlikte. Layal ise sekiz yılını, filmin adıyla sayarsak 3 bin gecesini tamamlayıp, öyle çıkıyor hapishaneden.

Layal’ın hikâyesi, işgal devleti İsrail’in hapishanelerinde suçsuz yere tutulan yüz binlerce Filistinlinin ortak hikâyesi aslında. Ben bu satırları yazarken, yine bir mahkûm-esir değişimi yapıldı ve Filistin’in seçilmiş siyasi temsilcisi Hamas’ın aldığı 50 esire karşılık 150 Filistinli salıverildi, İsrail hapishanelerinden. Onlardan biri de Marah Bakir adlı kadındı. 16 yaşında İsrail tarafından mahkûm edilen Marah, tıpkı Layal gibi sekiz yıldır filmde gördüğümüz hikâyeyi yaşıyordu. Çıkar çıkmaz kendisiyle yapılan röportajda, işgal devletinin hapishanede kendisine ve diğer Filistinlilere yaptığı ağır işkencelerden bahsetti. Tıbbi ihtiyaçlarının bile karşılanmadığından bahsetti.

Bu film, Marah Bakir gibi binlerce Filistinlinin ortak hikâyesi. Ürdün doğumlu ve Filistinli yönetmen Mai Masri’ye bize bu hayatlara tanık olma, o hayatlarla hemhâl olma fırsatı verdiği için minnettarım. Filmin İngiltere, Toronto, Dubai, Stockholm gibi dünyanın birçok şehrindeki festivallerde gösterildiğini ve bu festivallerde birincilik ödülüne layık görüldüğünü de hatırlatarak yazıyı bitirmek istiyorum.

Bu film sizi rahatsız edecek, bazı sahnelerini izlerken gözünüzü kaçıracaksınız ekrandan. An gelecek, gözyaşlarınızı tutamayacaksınız ama emin olun hayatın tam içinden, buram buram gerçekleri yaşayacaksınız. “3000 Gece” filmi, işte bunun için izlemeye değer…