Agatha Christie

'Hayatında hangi dakikalaların en değerli olduğunu, sadece geç olduğunda anlıyorsun.'
'Hayatında hangi dakikalaların en değerli olduğunu, sadece geç olduğunda anlıyorsun.'

"Bismillahirrahmanirrahim. Müslümanlar bir işe başlarken bu ifadeyi kullanırlarmış. Biz de şimdi sizinle bir yolculuğa başlayacağız. Geçmişe yapılan bir yolculuk olacak bu. İnsan ruhunun bilinmeyen köşelerine bir gezi."

Öncelikle fazla göz önünde olmayı sevmemenize rağmen röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.

Agatha Christie kimdir?

15 Eylül 1890’da İngiltere'nin güneybatısında Torquay'da orta hâlli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Babam Frederick Alvah Miller’ı ben henüz küçük yaştayken kaybettik. Daima yalnız ve içine kapanık bir çocuktum. 16 yaşımda şan ve piyano öğrenimi görmek üzere Paris’e yollandıysam da müzisyen olmak istemediğimi fark edip kısa sürede bundan vazgeçerek eve döndüm.

İsminizin bir hikayesi var mı?

Anne ve babam bana isim vermekte hiç acele etmemişler, vaftiz törenimden sadece birkaç dakika önce de "Agatha" isminde karar kılmışlar.

Eğitiminizi nerede tamamladınız?

Annem son derece muhafazakardı, genç bir kızın evde eğitim almasının daha iyi olacağını düşünüyordu, bu sebeple okula gönderilmedim. Ancak annemin eğitimle ilgili katı düşüncelerine karşın ben okuma yazmayı kendi kendime öğrendim.

Sizi kitaplarla tanıştıran ne oldu?

Babamı çok küçük yaşta kaybettiğim için yalnız bir çocukluk geçirdim. Beni o yaşlardan itibaren her zaman kitaplara iten şey bu yalnızlık hissiydi.

İlk okuduğunuz eser neydi?

İlk gençlik yıllarımda “Üç Silahşörler”i Fransızca olarak okudum.

Ne zaman yazmaya başladınız?

Küçük yaşlarda duygusal konuları ele alan öyküler yazmaya başladım. 11 yaşımdayken gazetede resmini gördüğüm bir sokak tramvayı hakkında ilk şiirimi yazdım.

Yazmaya nasıl başladınız?

Belirli bir zaman diliminden bahsedemem. Mesela Birinci Dünya Savaşı’nın ortasında Albay Archibald Christie’yle evlenip Fransa’ya yerleştiğimde yazma alışkanlığım vardı. O yıllarda dedektif hikayelerine merak salmıştım ancak okuduklarım beni bir türlü tatmin etmiyordu. Ben de kitaplardaki eksikleri ve hataları kapamaya çalışırken kendimi yepyeni polisiye maceralar tasarlarken buldum. İlk romanım olan "Styles’taki Esrarengiz Olay”ı yazmaya iten şey tam da buydu ki Hercule Poirot da bu kitapla ortaya çıktı.

En kısa sürede tamamladığınız eseriniz hangisidir?

Mary Westmacott takma adımla aşk romanları kaleme aldım. Bu isim altında yazdığım "Baharda Eksik" adlı romanımı sadece iki günde bitirdim.

Polisiye yazmak için eğitim aldınız mı?

Birinci Dünya Savaşı sırasında revirde çalışırken birçok ilaç ve zehrin kimyasal bileşimlerini öğrenmiştim. Bu, polisiye kitap yazarları için mükemmel bir eğitimdir.

Sizi polisiyeye çeken neydi?

Cinayet bir dramdır. İnsanlar da dramlara meraklıdırlar. İlk polisiye romanım olan "Ölüm Sessiz Geldi" yi kız kardeşim ile bir dedektiflik hikayesi yazmak üzere girdiğimiz iddia sonucunda kaleme aldım.

Eseri tamamlayınca yayımlatmak istediniz mi?

Evet, istedim ancak altı yayıncı tarafından reddedilmenin üzüntüsünü yaşarken "Ölüm Sessiz Geldi" nin taslağı tamamen aklımdan çıkmıştı çünkü o yıllarda bir yandan da annelikle meşguldüm. Beş yıl sonra The Bodley Head benimle iletişime geçti ve hiç vakit kaybetmeden kontratı imzaladım.

İlk eserinizden sonra kitaplarınız hemen yayımlandı mı?

Elbette hayır, hemen her yazarın geçtiği yoldan ben de geçtim. "Styles’taki Esrarengiz Olay" defalarca reddedildi ve kitap ancak iki yıl sonra tekrar The Bodley Head tarafından basıldı.

Eserlerinizin reddedilmesi sizi etkiledi mi?

Hayır, asla pes etmedim. O günlerde sürekli ama sürekli yazdım. Yazdığım onlarca kitabın otuzdan fazlasında ilk göz ağrım "Hercule Poirot’nun Maceraları"nı konu ediniyordum.

Yazarlıktan gelir elde ettiniz mi?

Henüz çok tanınır olmadığım için maalesef ilk kitabım için sadece 25 Sterlin ödeme aldım. Romandaki dedektifler Hercule Poirot ve Miss Jane Marple bana büyük ün kazandırdı. Öyle ki Hercule öldüğünde The New York Times gazetesinde bir ölüm ilanı bile yayımlandı.

Karakterlerinizi oluştururken çevrenizdeki insanlardan esinlenir misiniz?

Ünlü dedektif karakterim Marple’ı büyükannemden esinlenerek yarattım. Kendi seyahat deneyimlerimi karakterlerime renk katmak için kullanırım. Misal "Kahverengi Elbiseli Adam"ın kadın başkahramanı Anne, Güney Afrika gezimdeki gibi korkunç bir deniz tutmasından muzdariptir. Yaşadıklarımızdan etkilenmemek mümkün mü? (Gülüyor.)

Yazarken sabit mekanlarınız var mıdır? Yoksa her zaman, her yerde yazar mısınız?

Üretirken beni hiçbir şey durduramaz. Irak Nimrud'da arkeolojik kazı yapan eşim Max Mallowan'a yardım ederken "Agatha Evi" anlamına gelen ve "Beit Agatha" adı verilen bir evde birçok roman yazdım.

Yazarken tıkandığınız ya da sıkıldığınız oluyor mu?

İnanın bana önemli olan başlamak. Bir kez başlayınca başlamanın güçlüğü, durmanın güçlüğü yanında hiç kalır. Dedektif romanlarımın ana hatlarını, bulaşık yıkarken düşünüyorum. Çünkü bu o kadar kötü bir iş ki insan cinayetten başka bir şey düşünemez.

Sizi diğer polisiye yazanlardan farklı kılan neydi?

Benim eserlerimde katil asla uşak çıkmadı. (Kahkaha atıyor.)

Polisiye Edebiyatın Kraliçesi romantik eserler kaleme aldı mı?

Mary Westmacott takma adıyla altı romanlık duygusal bir seri yazmıştım.

Aşka inanır mısınız?

Sevgi aşktan daha önemlidir. Ben bu konuda eski kuralları tercih ederim, bence en önemlisi saygıdır. Ancak bunu hayranlıkla karıştırmamak gerekir. Nikah sevgiden daha çok önem kazanır.

Burada önemli olan saygıdır. Hayalinizde yazar olmak var mıydı?

Aslında hiçbir zaman bir yazar olma niyetinde değildim. Sadece dedektif hikayesi yazma konusunda bana meydan okuyan kız kardeşim Madge'e bunu yapabileceğimi göstermek istemiştim. Ve bunu ona ispatladım çünkü sadece bir değil iki tane dünyaca ünlü hafiye kurgulamayı başka hiçbir polisiye yazarı başaramamıştır.

Kaç eseriniz bulunmakta?

82 tane dedektif romanım, Mary Westmacott ismimle 6, Christie Mallowan adımla 2 kitabım daha bulunmaktadır.

Eserlerinizin taslağını nasıl hazırlarsınız?

Yazarken önce bir ses kayıt cihazı ile hikayeyi kaydeder sonra daktiloyla yazarım. Olaylar dizisi, caddede yürürken ya da şapka dükkanını incelediğimde, böyle garip anlarda, aniden gelir aklıma.

Roman nasıl yazılır?

Kesin surette doğruyu söylesem de bu insanların çoğunun cevabımı ciddiye alıp almayacağını merak ediyorum. Hiç eğitim almamış olmama bağlıyorum şahsen her şeyi. Gerçi 16 yaşımda veya o civarlarda Paris’te bir okula gittiğimi belirtmem daha doğru olur. Fakat o zamana kadar biraz aritmetik dışında muazzam biçimde avare olsam da o günlerde çocuklar kendileri için işe yarar birçok şey yapmak durumundaydı. Kendi oyuncak bebek ve ahşap eşyalarını kendileri yaparlardı ve arkadaşlarına vermek üzere özel hediyelerini de. Artık çocuklara sadece para veriliyor ve büyük bir mağazadan hediye almaları söyleniyor. Bense kendimi hikayeler uydururken ve farklı rolleri oynarken buldum. Can sıkıntısı kadar sizi yazmaya mecbur bırakacak bir şey daha yoktur. 16 veya 17 yaşlarımda epeyce bir kısa öykü ve uzun kasvetli bir roman yazdım. 21 yaşımdayken yayımlanacak ilk kitabımı bitirdim: Ölüm Sessiz Geldi. Bir veya iki yayıncıya gönderdim kitabı ancak onlar basmayı istemediler. Ardından John Lane’e gönderdim ve bir yıl sonra kabul edildiğini öğrendim. İşte böyle başladı. İnsanların çalışma yöntemlerini merak eden arkadaşları oluyor. Senin yöntemini öğrenmek istiyorlar. Hayal kırıklığı olsa da gerçek şu ki pek bir yöntemim yok. Taslaklarımı senelerdir sahip olduğum kadim ve sadık makinemde yazıyorum. Kısa öyküleri veya oyun sahnelerini yazmak için diktafonu faydalı buluyorum. Tabii roman yazmak gibi karmaşık işlere uygun değil bu. Bence asıl iş, hikayenizin gelişimini düşünmek ve doğru olana kadar onun üzerine düşmektir. Bu ise oldukça uzun sürebilir. Ardından tüm materyallerinizi olduğu gibi bir araya getirdiğinizde bir şeyler yazmak için zaman bulmaya çalışın. Her yönüyle şöyle bir düşünüldüğünde bana göre bir kitabı bitirmek için 3 ay oldukça makul bir süre. Öte yandan oyunların hızlı yazılmasının daha iyi olduğunu düşünüyorum. Elbette ki oyun yazmak kitap yazmaktan daha eğlencelidir. Mekanlar ve insanlar hakkında uzun açıklamalar yapmakla veya materyalinizi nasıl yerleştireceğinize karar vermekle uğraşmanıza gerek yoktur. Oldukça hızlı yazmalısınız o havayı yakalamalı ve konuşmanın doğallıkla akmasını sağlamalısınız. Bir kitabı oyuna uyarlamaktansa bir oyunu oyun olarak yazmayı tercih ederim. Buna karşın, kendi kitabımı oyuna uyarlamamın tek sebebi, başkaları bunu yapmaya çalıştığında neler olacağını pek umursamamaktı. Dolayısıyla nihayetinde kendi başıma yapmak durumunda kaldım.

Ölüm Çığlığı eserinizi nasıl yazdınız?

Şimdi hiç hatırlamıyorum. Yani nerede, ne zaman ve nasıl yazdığımı hiç bilemiyorum. Niye yazdığımı da. Neden yeni bir dedektif tipi olarak, yani Miss Marple’ı yarattım onu da hatırlayamıyorum. O sırada, onun hayatım boyunca sürdüreceğim bir karakter olacağını kesinlikle düşünmemiştim. Helcule Poirot’ya rakip olacağını da henüz bilmiyordum.

Peki, bu iki dedektifi tek bir macerada birleştirme fikri nasıl oluştu?

Okuyucular mektuplarında ısrarla, “Poirot ile Miss Marple’ı karşılaştırmalısınız.” diyorlardı ama niçin karşılaşsınlar ki? Eminim ki birbirlerinden hiç hoşlanmayacaklardır. Kendini beğenmiş bir adam olan Poirot, hiçbir şekilde başkasından akıl almayan, yaşlı bir kız kurusunun kendisine bir şeyler önermesine gelemez. (Gülüyor.)

Dedektifler diğerlerinin göremediği neyi görür?

Her şeyin göründüğü gibi olduğuna inanmak budalalıktır. Buna güvenerek zekasına fazla inanan bir dedektifin sonu aptal görünmekten başka bir şey değildir. Unutmayın ki dedektif de sonuçta bir insan ve insanlar bazen bir şeyi ne kadar derine gömerseniz gömün yine de bulup çıkarırlar. Tıpkı köpekler gibi.

Gerçekler nasıl ortaya çıkar? İyi bir dedektif sonuca nasıl ulaşır?

Bir tek yalan, yenilerini uydurmak zorunda bırakır insanı. Eğer size yalan söylemiş olan birinin yüzüne gerçeği çarparsanız çoğunlukla hemen gerçeği açıklar. Ve tabii ki gözler… Bir dedektifin gözleri kuşunkiler kadar keskin ve parlak olur. Onun bakışlarından hiçbir şeyin kaçamayacağı hemen sezilir. Dış görünüşlerin insanları daima aldattığını unutmaz. Dedektif dışında hayaleti kendi gözüyle görmüş birine rastlamazsınız. Gören daima birinin teyzesinin ikinci dereceden kuzeni, bir dost ya da dostun dostudur. Ve son olarak size tecrübelerime dayanarak söyleyeyim. Bir katil hiçbir zaman bir olaya bitmiş gözüyle bakmaz.

Fare Kapanı eseriniz sizce Londra’da şimdiye dek oynanan en iyi oyun mu?

Hayır, pek öyle denemez. Ne münasebet! (Gülüyor.)

Öyleyse bu olağanüstü başarıyı nasıl yakaladı?

O konuda bir fikrim yok. İnsanlar sevdi ama kim bilir neden?

Hiç gidip kendiniz izlediniz mi?

Elbette ki izledim. Yılda en az üç ya da dört kere izlerim.

Fare Kapanı daha kaç yıl sahnelenir sizce?

Kehanette bulunmak istemiyorum.

Sadece yazdığınız kitaplarla değil, hayatınızla da gizem yaratan bir yazarsınız. Özellikle de ortadan kaybolduğunuz o meşhur on bir gün hadisesi hepsinden daha ilgi çekici. Neredeydiniz?

Doğrudur, ortadan kayboldum çünkü eşimin başka bir kadınla tanışmasını ve beni terk etmesini kaldıramadım ve ardından derin bir bunalıma girip birden ortadan kayboldum. Aradan geçen on bir gün boyunca neler yaşadığım ve nerede olduğumu hiçbir zaman açıklamayacağım. Çok mutsuz olan insanların ne yapacağını bilememesi çok normal. Birazı kafa karışıklığı, birazı da güven kaybı ve derin mutsuzluk. Belki sizin için iyi bir cevap değil ama kimse beynimin içinde ne olduğunu görmedi.

Bu bilinmezlik birbirinden farklı bir sürü komplo teorisi doğurduğu gibi kurmaca kitaplara da konu olmuş. Bu konu hakkında düşüncelerinizi alabilir miyim?

Evet, bazı insanlar yazmak için malzeme arar ancak bu gerçek bir yazarlık değildir. Benim hüznümü ve yaşadıklarımı kaleme almak onları yazar kılmaz. O zamanlar eşimin benden ayrılıp başka bir kadınla birlikte olması ve kızımın bu duruma olan yaklaşımı beni bitirdi. Bunların hepsi bir yana kendimi değersiz hissetmem sebebiyle psikolojik sorunlar yaşadım. Bu da kendisini zaman zaman baş dönmesi gibi fiziksel rahatsızlıklarla açığa vurdu.

Hayranlarınızla unutamadığınız bir anınız var mı?

Londra’daki bir tren istasyonunda da benzer bir baş dönmesi yaşayıp rayların üzerine düşecekken gizemli bir doktor ortaya çıkarak beni geri çekip sakinleştirmeye çalıştı. Bu yardıma teşekkürle karşılık verdim. Doktor ise kendini tanıtarak benimle konuşmak istediğini söyledi. Üstelik bu konuda haddinden fazla ısrarcı oldu. Teklifini kabul etmemem hâlinde eşimin başka bir kadınla olan ilişkisini tüm dünyaya duyuracağını söyledi. O esnada bir psikopatla karşı karşıya olduğumu anlasam da mecburen bu teklifi kabul ettim. En iyi romanlarımdan biri olan "Roger Ackroyd Cinayeti" bu psikopat doktorun da hayranlığını kazanmış. Hatta kendisini, kitaptaki karakterlerden Doktor James Sheppard’a benzettiğinden bahsetti. Yakınlardaki bir kafeye oturduk ve benim kriminal zekamı övmeye, bir katil gibi düşünebildiğimi, tasarladığım kusursuz cinayetleri yine kusursuz bir zekayla çözdüğümü anlattı. Bütün bu övgülerden sonra da esas niyetini belirterek bana; “Bu yalnızca sizin yürütebileceğiniz bir proje. Siz Bayan Christie, bir cinayet işleyeceksiniz. Ama daha önce hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolacaksınız.” dedi.

Sıkça seyahat etmeyi sevdiğinizi biliyoruz. Türkiye’ye de geldiniz mi?

İstanbul’a geldim. "Doğu Ekspresi’nde Cinayet" romanımı Pera Palas Otel’de yazdım.

Dünyayı gezdiğiniz doğru mu?

Binbaşı Belcher tarafından İmparatorluk Keşif Yolculuğu'na davet edilen eşim Archie'ye eşlik ederek dünyayı gezdim. Belcher, emrinde çalışılması zor bir kişi olmasına karşın yine de başka türlü böyle bir geziyi maddi olarak karşılamamıza imkan yoktu.

Seyahatleriniz eserlerinizi olumlu ya da olumsuz etkiledi mi?

Seyahat deneyimlerim çalışmalarıma büyük zenginlik katmıştır. "Briç Masasında Cinayet"te Suriye'yi iyi tanıdığı için kurbana Suriye'de "Şeytan" anlamına gelen "Shaitana" adını verdim.

Yalnız seyahat eder misiniz?

Çok sevdiğim Doğu Ekspresi'ndeki ilk yolculuğum yurtdışında yalnız yaptığım ilk gezidir.

Seyahatlerinizde yanınızdan ayırmadığınız şey nedir?

Ortadoğu seyahatlerimde taşınabilir Corona daktilomu asla yanımdan ayırmadım.

Sevdiğiniz yazarlar kimler?

En sevdiğim yazarlardan iki tanesi Elizabeth Bowen ve Graham Greene'dir.

Nelerle mutlu olursunuz?

Her zaman midye kabuklarını, renkli sahil taşlarını ve genellikle çocukların toplamayı sevdiği o rengarenk taşları sevdim. Beyaz kuş tüyünün, renkli yaprakların, bazen pahalı mücevherin -zümrüt vs. değil de- asıl sevinç kaynağı olduğunu düşünüyorum.

En sevdiğiniz renk...

Yeşil.

Hobileriniz nedir?

Ortadoğu tarihinde uzmanlaşmış önemli bir İngiliz arkeolog olan ikinci eşim Max Mallowan'a uzun yıllar asistanlık yaptım. Bu dönem zarfında usta bir fotoğrafçı haline geldim. Çok koyu bir müzikseverim. En sevdiğim besteciler Wagner, Elgar ve Sibelius'tur.

Fobileriniz ya da sevmediğiniz şeyler var mı?

Nefret ettiğim şeyler arasında sigara, marmelatlı puding ve hamam böcekleri vardır.

Sizce yaşamak nedir?

Karanlıkta körebe oynayan çocuklardan farkımız yok. Ellerimizi ileri doğru uzatmış, el yordamıyla ilerlemeye çalışıyoruz.

Başarmak ve tanınır olmak nasıl bir his?

Sürekli başarmak çok sıkıcı olabiliyor. Ancak şimdi anlıyorum ki hiçbir sanatçı yalnızca sanatıyla yetinemez. Yadsıyamayacağı bir ihtirasın tutsağı olur: Ün!

İnsanlara güvenir misiniz?

Bazen bilmeden, farkında bile olmadan gerçek olmayan şeyler söyleriz; üstelik de gerçeği söylediğimize içtenlikle inanarak. Sizce? Açık konuşayım ben insanlara güvenmiyorum.

İnsanı en çok ne üzer?

İnsan bazen hüzün ve benzeri duygulara kapılır. Kendini yeryüzünde yalnızmış gibi hisseder. Ancak size bu hayatta öğrendiğim en iyi şeyi söyleyeyim. Duygularımı boş yere harcamamak, kendimi yıpratmamak. Kendimi gereksiz duygusallıktan korumayı öğrendim. Unutmayın, insanın sonuçlarını değiştiremeyeceği şeylere üzülmesi saçma. İnsan asla kendini bırakmamalı. Benim düsturum budur. Kötüyü düşünmezsen kötüyle karşılaşmazsın. Tüm dünyada iki milyardan fazla kitabı satılan, görünenden daha fazlasını görmeyi başaran, yıllardır gizemi çözülemeyen kaybolma hadisesiyle akıllarda fazlaca soru işareti bırakan ve kült karakterleriyle hayatımızda iz bırakan yazar Agatha Christie. “Bir konuşmayı kelimesi kelimesine aktarmak, özellikle de karşısındakinin sözlerini tam olarak anımsamak çok güçtür. İnsan daima onların düşündüğü anlama geldiğine inanma eğilimindedir. Buna uygun sözcükler kurar ve buna inanır.”