Batının Doğusundayım!

Batının Doğusundayım.
Batının Doğusundayım.

İnsanın en temel hakkı değil miydi yaşamak?

Batının ne haddine, canı bedenden almak…

Büyük bir gürültü koptu, kulakları sağır edecek türden. Ardından derin bir sessizlik… Bu sesler, dünyanın bazı bölgelerinde bir felaketken, bazı bölgelerinde günün başladığına dair ufak çaplı birer haber niteliğindeydi. Fahriye, yoğun sis bulutları arasında gözlerini açtı, ne olduğunu anlamamıştı. Ruhunu derin bir kasvet kapladı. Bozuntuya vermeyerek, içinden her zamanki gibi tekrar etti: “Batının Doğusundayım! “

Telaşla etrafa bakınırken kollarının arasında korkulu, bıkmış; aynı zamanda derin hüzün çökmüş bir çift gözü yüzüne bakarken buldu. Sesin nereden geldiğini anlamıştı. İçinde derin bir hüzün peyda oldu… Kollarındaki ufaklığı hatırlayarak, “günaydın Murat! Bugün nasılsın bakalım?” dedi. Ufaklıktan cevap almaya kalmadan, ikinci dev bir gürültü koptu: Güm! Fahriye etrafındakileri kontrol ettikten ve iyi olduklarına emin olduktan sonra, Murat ile göz göze geldi. Birbirlerine biraz baktıktan sonra, küçük çocuk başını öne eğdi.

Bu sırada Fahriye defterini çıkartıp, çalıştığı gazete için yazmaya başladı. “Batının doğusundayım. Gözümüzü açtığımız ilk 15 dakika içerisinde, bulunduğumuz yere iki bomba birden atıldı. Ne bir kaçış ne de bir korku havası yok. Burada altıncı günüm olmasına rağmen, en çok şaşırdığım şeylerden biriside bu! İnsanların gözünden okuyabildiğim bir tek duygu var, o da “cesaret”. Ayrıca bu soykırıma, haklarının hiçe sayılmasına karşın hepsinde bitmek bilmeyen, tükenmeyen bir sabır var. Gazeteci-yazar olarak burada bulunduğum ve bulunacağım süre zarfında, onlara yönelttiğim en önemli soru zannımca şudur: “Bütün bu olanlara nasıl katlanıyorsunuz?”

Aldığım yanıtların çoğu benzer olsa da 16 yaşındaki bir kız çocuğunun verdiği “Batının Doğusundayken” cevabı, ilk defa tebessüm etmeme sebep olmuştu. Biraz düşündü ve ekledi: “Şükür seviyesinden hamt seviyesine ulaştım sanırım,” dedi ve gülümsedi. O kadar sevimliydi ki içimde ona karşı müthiş bir sevgi seli koptu. Burada geçen her gün, bir önceki günden daha çok şaşırıyorum. İnsanlar aç, susuz, yorgun özgürlükleri kısıtlanmış ve tüm hakları suistimal edilmiş bir şekilde yaşamaya zorlanıyor. Ne bir sığınak ne de bir yardım eli… Oysaki bundan bir yıl kadar önce, dünyanın farklı bir bölgesinde, buna çok benzeyen bir manzara gördüğümü hatırlıyorum. Gözlerimle gördüğüm en büyük fark ise sivillerin yaşamı için verilen mücadele… Evet, orada bir mücadele vardı.

Ben Fahriye, Batının Doğusunda, zulmün başkentindeyim. Fahriye, arkadan duyulan kurşun sesleri ile yazısını hızlı hızlı bitirdi. Gözü, yanındaki Murat’a takıldı ve siyah, simsiyah saçlı, kahverengi gözlü bu çocuğa uzun uzun baktı. Bir süre sessizliğe gömüldü. Her şeyin ne kadar farklı olabileceğini düşündü ve acı acı gülümsedi.

Ardından ayağa kalktı ve toparlanmaya çalıştı. Olanı biteni en ince ayrıntısıyla ve eksiksiz aktarmalıydı ki durumun ciddiyeti anlaşılsın ve artık harekete geçilsin. Çevredekilerle konuşmak için toplanma alanından ayrıldı ve etrafı gezmeye başladı. Alışılmışın dışında uzun bir sessizlik vardı çevrede. Ta ki ihtiyar bir adamın sevinç nidaları ile ortalık neşelenene kadar. Ne olmuştu da acaba, bu bölgede bu tür nidalar unutulmaya yüz tutmuştu. Belki de bu yüzden herkes şaşkın şaşkın sesin kaynağını arıyordu. Fahriye neler olduğunu öğrenmek için, o tarafa yaklaşmaya başladı. Ses gitgide yükseliyor ve Fahriye daha çok meraklanıyordu. En sonunda, kalabalığın arasında adamı görebileceği bir yere geçip izlemeye koyuldu.

“Kardeşlerim! Oğlumu, oğlumu buldum. Hamdolsun, bu ne büyük lütuftur. Artık onun bir kabri olacak, onun bir kabri olacak!” Yaşlı adam yerinde duramıyor, sevincini gizleyemiyordu. Fahriye neye uğradığını şaşırdı. Adamın elinde evladının naaşı, mutluluktan havalara uçuyordu. Şaşkın kız adamın bir anlık şokla bu tepkiyi verdiğini düşünürken, haksız olmadığını fark etti. İhtiyar bir anda başını öne eğdi, gözünden birkaç damla yaş süzüldü ve sessizleşmeye başladı. Yüzündeki tüm sevinç ve güzel duygular yerini üzüntüye bıraktı, etraftaki herkes bir anda ciddileşti. Hava aniden yasa büründü. Yakınan adam, yürek burkan bir sesle derin bir nefes aldı, olanların farkına yeni varmış gibiydi. Sessizce son bir kez evladına sarıldı ve tabutunun arkasından son sözlerini, evladına ve tüm insanlığa karşı yöneltti: “Götür oğlum götür. Rasûlullah’a haberlerimizi götür, bu zulmün kurbanlarından ona selam götür. Şikâyetlerimizi, acılarımızı götür. Zulme sessiz kalmak da zulümdür. Allah’a emanet ol, götür!