İstanbul’un fethi 1453: Fatih Sultan Mehmed’i “Fatih” yapan üç kuvvet

Büyük Fetih, Büyük Deha: Fatih Sultan Mehmed
Büyük Fetih, Büyük Deha: Fatih Sultan Mehmed

Kıymetli genç arkadaş! Geride bıraktığımız ramazan ayı ve ilerleyen günlerde inşallah idrak edeceğimiz Kurban Bayramı arasında kalan bir başka mübarek vakit daha kapımızı çalıyor. Toprağına iftiharla bastığımız, suyunu içtiğimiz, havasını ciğerlerimize çektiğimiz, bin türlü hâlinden hem şikâyet hem de afiyetle bahsettiğimiz şu İstanbul şehrinin fetih hikâyesine dair belki de yüzlerce, binlerce satır okuduk, dinledik. Kapımızı çalan öyle bir vakit ki iki mübarek bayram arasında kalan bir başka bayram bizim için bugün. Diller, yürekler, zihinler o tarihle neşelensin; o tarihle silkinsin, o tarihle şuurlansın. 29 Mayıs 1453 günü, bu kutlu tarihin miladi karşılığıdır.

Büyük Fetih'e dair birkaç söz

İstanbul’un iftihar ederek anlattığımız destansı fethi, mukaddestir. Fethedilen bu şehre muzaffer olarak giren Fatih’in her türlü tasarrufu hukuki ve insanidir. Bizler, bu yazıda sizlere fetih hareketinin askerî cephesinden, yaşanılanlardan ziyade bu kutlu adıma giden yolun mihenk taşlarını izah etmeye, Sultan Mehmed’i “Fatih” yapan yoldaki büyük adımları müşahede etmeye ve bunlar üzerinden dersler çıkarmaya gayret edeceğiz. Satırlarımızda İstanbul’un fethini anlatırken, “Büyük Fetih” lafzını kullanacağız.

Avusturyalı tarihçi ve Doğu bilimleri uzmanı Yûsuf Hammer Purgstall, Büyük Fetih için şu sözleri sarf etmiştir: “İstanbul’un fethiyle Osmanlılar, kendi tarihlerinin ilk devresini sona erdirmişlerdi. Bu, büyük kahramanlık ve fetihlerle dolu olan bir buçuk asırlık bir devreydi. Bin yıllık varlıktan sonra Roma (Bizans) İmparatorluğu’nun mahvolup dağılması, başşehrinin Osmanoğulları hanedanının yedinci padişahı tarafından fethedilmesi, Osmanlılar için türlü saadetler; Avrupalılar için uzun muharebeler, mücadeleler, bela ve afetler silsilesi hazırlamıştır.”

Büyük Fetih, Avrupa topraklarına sağlam adımlar atmamızı temin etmiş; ecdadımız cihanşümul bir yönetimle çok güçlü bir devlet yapısına ulaşmıştır. Bu durum Avrupa’yı ciddi şekilde endişelendirmeye başlamış, Türklerin artık Avrupa’dan atılamayacağı anlayışı hâkim olmuştur. Artık Türkler, Avrupa’nın fethine başlayacaktır!

“Feth-i Celile-i Kostantiniyye” isimli eserin müellifi, Türk ordusunun şerefli generallerinden biri olan Ferik (Tümgeneral) Ahmed Muhtar Paşa, ismi geçen bu eserinde Büyük Fetih'e dair şunları söyleyerek esasında İslam tarihi ile Türk tarihinin ayrılmaz bir bütün olduğunu anlatıyor:

“İstanbul, Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti, Katolik ve Ortodoks mezhepleri gibi iki büyük Hristiyan mezhebinin en eskisi olan Ortodoksluğun ruhani kürsüsü, Hristiyanlığın resmen ilan edilip yayıldığı yerdi. Bundan dolayı bu şehrin fethi Avrupa’da büyük bir önemle karşılanmış; İslamiyet’in batıya doğru gittikçe yayılması, Fatih’in (Puvatya’ya kadar giden Endülüslü Emir Abdurrahman el-Gâfikî gibi) Avrupa’nın göbeğine kadar ilerlemesi ihtimali Batılıları düşündürmeye başlamıştı.”

Gerçekten de Büyük Fetih, Hristiyan Avrupa’yı titreten emsalsiz olaylardan biriydi. Hristiyanlar, kurdukları bu fasık düzenin yıkılacağı endişesini taşımaya, hissetmeye başlamıştı. Avrupa, Sultan Mehmed’e baktığında korku ve heyecanla titriyor; askerî güç, kararlılık ve şöhret gayretiyle hareket eden bir kuvvet, tasavvur ediyordu. Oysa Sultan Mehmed’i büyük bir “Fatih” yapan ne ordusu ne hazinesi ne de şöhretiydi. Onu bu makama kavuşturan yegâne kuvvet ahlak ve ilimdi. Mehmed’i şerefli bir sultan yapan onun ahlakı, onu düşmanlarından üstün kılan tek şey ise ilim yolunun yorulmaz bir kölesi olmasıydı. Güzel ahlakı ve sahip olduğu ilmi, ona dünyada ve inşallah ahirette büyük payeler sunmuştu, sunacaktı.

Güzel ahlakın baş tacı: Adalet

Adalet, güzel ahlakın baş tacıdır. Ahlaklı kişinin en güzel işaretlerinden birisi de adalet sahibi olmasıdır. Sultan Mehmed de adalet terazisini, hükmünün baş köşesinde tutan bir padişahtır. Takdir edilir ki adil devletin ilim sahibi hâkimlere olan ihtiyacı malumdur. Hâl böyleyken Sultan Mehmed Han, her türlü vazife ve işi, ehil insanlara emanet ederek ilahi emri yerine getirmeye gayret etmiştir. Bu gayretin isimlerinden birisi de İstanbul’un ilk kadısı olan Hızır Bey’dir. Hızır Bey ile sultanın arasında vuku bulan aşağıdaki kıssa ise ibretliktir.

İpsilanti ismiyle maruf Rum bir mimar, işlediği bir hata neticesinde sultanın gazabına uğrar. Sağ eli kestirilir. Telafisi mümkün olmayan bu ceza karşısında Rum mimar, mahkemeye müracaat eder. Hızır Bey, sultanı mahkemeye çağırır. Sultan mahkemeye gelir ve sanık minderine oturacakken, “Begüm, hasmınla mürafaai şer’ olunacaksın (Beyim, davacı ile hukuk önünde yüzleşeceksin), ayağa kalkasuz!” ihtarıyla karşılaşır. Evliya Çelebi’nin aktardığına göre hüküm verildiğinde İpsilanti Efendi, feryat içerisinde kelimeişehadet getirip Müslüman olur. Çünkü Kadı Hızır, kısasa kısas demiş; maznun sultanı, sultan olduğu için iltimas geçmemiştir. Bu adalet karşında Müslüman olan İpsilanti Efendi, karara razı gelemez ve sultanın elinin kesilmesine müsaade etmez. Sultan da kendi hususi maaşından onun geçimini temin etmeye razı gelir. Mesele kapanır. Müşteki ve şahitler huzurdan ayrılınca sultan ve Kadı Efendi baş başa kalırlar. Padişah Kadı Efendi'ye şöyle söyler:

“Bak, a Hızır Çelebi! Bu padişahtır deyu iltimas eyleseydin de şer’i şerife mugayir hüküm verseydin, şu kılıçla başını uçururdum!” Tabii hazırcevap, âlim Kadı Efendi buna karşılık oturduğu minderin altındaki topuzu göstererek, “Siz de padişahlığınıza mağruren hükmü tanımasaydınız, billahi bu topuzla başınızı ezerdim.” İşte, Sultan Mehmed’i güzel ahlakıyla müzeyyen eyleyen adilane tutumu, onu “Fatih” yapan en önemli özelliklerindendi.

Leşker-i dua ordusunun da kumandanı

“Allah yolunda cihat emrine uymak oldu niyetim; gayretim ise sadece İslam dinine olan samimi bir gayrettir.”

Avni mahlasıyla kaleme aldığı şiirindeki bu beyitle Sultan Mehmed, hayatının gayesini özetlemiş. Niyetinin, şu fani hayattaki yegâne gayesinin Allah ve din-i mübin-i İslam için küfürle savaşmak olduğunu, gayretinin İslam’ı yüceltme maksadı taşıdığını söylemiş. İş bu hâl üzere kendisi İslam’ın ilk sözü olan “İkra!”, yani “Oku!” emriyle teçhiz ettiği karakteri ve gayesi ile Kostantiniyye surları önünde hayatının en büyük imtihanını verdi. İlmin peşinde, tekniğin izinde bir ömür tüketti. İlimle müzeyyen leşker-i dua ordusunun kumandanı iken aynı zamanda çağın en modern silah ve ekipmanlarıyla teçhiz edilmiş leşker-i gaza ordularının da serdarı oldu. Dua ile gayrete sarılan askerlerinin önünde dal kılıç 16 ülke, 200 müstahkem kale ve şehir fethetti. Maddeyi mana ile buluşturan bu karakterin bugünün insanına, bizlere öyle büyük telkinleri, nasihatleri var ki...

Bursalı Taşköprüzade nisbesiyle maruf Muslihuddin Mustafa Efendi’nin yazdığı “Şakâyıku’n-Nu’maniye” isimli eserde, Sultan Mehmed’in saltanat yıllarına atıfla doksandan fazla âlime işaret edilir. Bunlar hakkında tafsilatlı bilgiler verilir. Elbette ki ilim talep edenindir. Lakin devleti yönetenlerin bu kimselere açtığı yol, gösterdikleri anlayış ve hassasiyet ölçüsünde de âlimler toplumun önünde yürürler. İşte Sultan Mehmed Han da âlimlere karşı böyle hassas ve anlayışlı bir devlet adamı idi.

İlim, adalet ve emanet-i kamile

Ferik Ahmet Muhtar Paşa, “Feth-i Celile-i Kostantiniyye” isimli eserde Fatih için şöyle der, “Sultan Mehmed’in bu iş hususunda muvaffak olamayacağı zannediliyordu. Fakat onun sahip olduğu üç büyük manevi kuvvet, görünen bütün maddi müşkülatları bertaraf ederek kendisiyle beraber bizi de fethe ulaştırmıştır. Fatih’in, Allah’ın yardımıyla tecelli eden üç büyük manevi kuvvetinden birincisi ‘ilim’, ikincisi ‘adalet, üçüncüsü ‘emanet-i kamile’ idi.”

İlimle, adaletle kendisine emanet edilen devletin hükmüyle hükmeden Sultan Mehmed Han, bugün modern dünyanın yanına dahi yaklaşamayacağı bir yönetim anlayışıyla Büyük Fetih'ten sonra şehrin gayrimüslim vatandaşlarına can ve mal hakkı tanımıştır. Günümüzün şu acı günlerinde, çoluk çocuk demeden gerçekleştirilen katliamlar karşısında belki de Fatih’in şu tarz-ı hareketinin bir katresi dahi misal alınabilse dünya bambaşka bir noktada, çok daha güzel olacaktır. Gaye bu olmalı. Maksat ve niyet, daima böyle olmalı.

Feth-i Celile-i Kostantiniyye

Ferik Ahmet Muhtar Paşa, eserinin son sayfasında şöyle söyler, “Bugün, yani 1453 sene-i miladisi Mayıs’ının 29. günü Osmanlı ordusu, kemal-i şan ve şerefle İstanbul’a girmiştir. Padişah hazretlerinden en küçük askerine kadar hepsinin yüzünde zafer sevincinin nuru parlıyor ve dillerinde ‘Allahuekber!’ sedası zikrediliyordu.” Fatih’in muzaffer askerleri Kostantiniyye sokaklarında, güvende olduklarını telkin ederek şehir sakinlerini teskin ediyor, Hristiyan çanlarının sesleri kısılıyor, kubbelerden Allah’ın ismi zikrediliyordu.

Ey genç arkadaş, ecdadın izinden giden sen, sakın ha misal bulma hususunda şikayetçi olma! Karşımızda altın bir levha gibi duran Sultan Mehmed Han Hazretleri'nin hayatını okumak, anlamak ve tatbik etmek, başlı başına bir hayat gayesi dahi olabilir. Ne mutlu ecdadının izinden giden gençlere. Selam olsun o yolda yorulmadan yürüyen iffetli, haysiyetli; adalet ve ilim sahibi gençlere.

*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım