Dağlar, hayatımı yeniden düşünmemi sağladı

Röportaj; Yusuf  Sami Akmadan
Röportaj; Yusuf Sami Akmadan

Dağcı Adem Gül ile dağcılık tanışmasını, hedeflerini, bir dağa tırmanmanın insanda bıraktığı izleri ve bu izlerin hayatın kalan kısmına etkisini konuştuk

Yoğun programınız içerisinde bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Öncelikle tanımayanlar için kendinizden bahseder misiniz lütfen, Adem Gül kimdir?

Adem Gül, hayatını tamamıyla dağlardan kazanan ve dağlara adayan bir kişi. Dağlar benim evim, yuvam. 80’li yıllarda çok küçük yaşlarda başladığım atletizm ile uğraşıyordum. Bitlis Gençlik Spor Atletizm Kulübünde 5 bin, 10 bin metre cross yapıyordum. Ankara’daki çok başarılı bir atlet kulübü o zamanlar beni istemiş, babam hem memleketten uzaklaşmamı istemediği hem de yalnız kalmama razı olmadığı için izin vermemişti. Dolayısıyla atletizmde bölge kulübünde sıkışıp kalmış ve devam ettirememiştim. Başarılıydım da üstelik. Rahmetli Turgut Özal’ın başlattığı GAP Koşusu’nda birinci olmuş, madalya da almıştım. Aslen Bitlis’in Adilcevaz ilçesindenim. Türkiye’nin üçüncü en yüksek dağı olan Süphan Dağı malûmunuz bizim bölgemizde. Dağcılığa başlamam da bir tesadüf eseri oldu aslında. Ablamlar gazete bayisi idi. Kasabaya gelen herkes buradan gazete alırdı. Bu vesileyle oraya gelen dağcılarla tanıştım. "Ne güzel dağınız var, sen neden dağcı olmuyorsun?" derlerdi bana. Bir süre sonra da kendimi zaten dağcılığın içinde buldum. O gün bu gündür dağcılıkla uğraşıyorum. Dağcılık, spor tırmanışı ve dağ kayağı branşlarında antranörüm. Aynı zamanda da dağ rehberiyim

Dağcılık serüveniniz nasıl seyretti?

Öncelikle tabii eğitimlerimi aldım.

Sonrasında bölgede bulunan Ağrı Dağı’nda, Süphan Dağı’nda dağ rehberliği yapmaya başladım. İnsanları dağa götürüyor, onlara liderlik yapıyordum. Bir yandan para kazanıyor, bu kazandığım parayla da diğer dağlara gidiyordum. Dağlardan kazandığımı dağlara yatırıyordum anlayacağınız. Maalesef güçlü sponsorluklara sahip olamadığımız için bu durum bugün de hâlâ devam ediyor. Türkiye’deki neredeyse bütün dağlara yaz kış defalarca çıktım. Hem grup götürdüm hem de gerek klasik gerek teknik rotalarla kariyer tırmanışı yaptım. Rusya’da Elbruz Dağı’na, Gürcistan’da Kazbek Dağı’na, İran’da Demavend Dağı’na defalarca hem kış hem yaz tırmanışları yaptım. Sonrasında Türkiye Dağcılık Federasyonu’nun öncülüğünde Esin Handal ile birlikte Sovyetler bölgesindeki 7 binlik dağlara tırmanışlar gerçekleştirdik.

7010 metreyle Han Tengri Dağı’na, 7105 metreyle Korjenevskaya Dağı’na, 7134 metreyle Lenin Dağı’na ve 7495 metreyle Somoni Dağı’na tırmandık.

Bunlardan sonra da yine federasyon tarafından düzenlenen elit bir tırmanışa katıldım. Pakistan’da dünyanın 11. en yüksek dağı olan 8068 metrelik Gaşerbrum 1 Dağı’na 3 arkadaş tırmanış yaptık. Fazlasıyla teknik ve zor bir dağdı ama başardık. İlk 8 binlik dağ tırmanışlarında dağcılar genel olarak oksijen kullanır ve taşıyıcı rehber tercih ederler. Biz hiçbirini yapmadık. Tamamıyla kendi imkânlarımızla, döşediğimiz hatlarla, oksijen kullanmadan yaklaşık 55 günlük bir faaliyetin ardından bunu tamamladık. Ses getiren de bir tırmanış oldu.

Yatay değil, dikey uzanan; dile kolay neredeyse iki aylık uzun bir yolculuk. Son olarak tam 8068 metre yüksekliğinde bir dağa tırmandınız. Zirvede olmak nasıl bir his?

Bu tırmanışın zirve günü sadece 28 saat sürdü. Hiç duraksamadan sürekli tırmandık. Üstelik çok kısıtlı imkânlarla ve de 7 bin metre üstü hiç oksijen almadan. Buz kayalarında, -40 derecelik soğuklarda bunu gerçekleştirdik. Buna çok ciddi bir sabır, ciddi bir mental hazırlık, çok büyük bir inanç gerekiyor. İnanç denilen şey, aslında seni zirvelere taşıyan. Bittiğin yerde yeniden doğuyorsun. Bir yerde mesela 9 saat geçmiş, bir damla su alamamıştım. Gece 3 civarlarıydı. Durdum. Dizlerimin üstüne çöktüm. Bitmiş, daha ilerleyemiyordum. Çantamdançıkartıp bir damla sıcak su aldım. Kafamı kaldırıp dağa bakınca tan yerinin ağarmaya başladığını fark ettim. İşte tan yerindeki o ışık bana yeniden güç verdi. "Hadi Adem, zirveye az kaldı." deyip sanki yeniden başlamış gibi toparlanıp zirveye tırmanmaya devam ettim. Belki bu psikoloji kimilerine abartı gelecektir ama çöktüğüm zamanlarda âdeta sevdiğim insanlar elimden tutup beni kaldırdılar ve zirveye kadar da eşlik ettiler. Bunu yaşadım ben. 18 saat bivakta kaldığım zaman da öyleydi. Tek başımaydım ama aslında yalnız değildim. Dağların ilahi bir gücü olduğuna inanıyorum. İnsana, insan olmanın erdemini, sabrı, inancı, hayatta çözümsüz hiçbir şeyin olmadığını gösteriyor. En azından dağların bana öğrettiği bu oldu.

Tırmanırken ne gibi tehlikelerle karşılaştınız?

Bizler alpin tarzı dağcılık yapıyoruz. Oksijen kullanmıyoruz. Taşıyıcı da tutmuyoruz, zaten tutmak da istemiyoruz. Her şeyi tamamıyla kendimiz yapıyoruz. Oksijen kullanmış olsaydık 55 günde tırmandığım o dağı belki de 20 günde tamamlamış olacaktım. Özellikle 8 binliklerde oksijen kullanmadan tırmanmak çok prestijli. Çok az kişi deniyor. Mesela bizim tırmanış grubunda 10 kişiden içinde benim de dahil olduğum sadece 3 kişi oksijen kullanmadı. Dağda birçok kaza yaşanabiliyor malesef. Kırgızistan Çin sınırında yükselen teknik bir dağ olan Han Tengri Dağı’nda bir kaza atlatmıştık mesela. Zirve için tırmanırken fırtına çıkınca ana kampa geri dönme kararı almıştık. Sabit hatların olduğu geçitte üzerimize çığ düştü. Diri diri gömüldük hepimiz.

Arkadaşımızın kaburgası kırıldı. Faaliyetini durdurmak zorunda kaldı ve Türkiye’ye döndü. Biz tekrar kaldığımız yerden devam ettik. Bunun gibi pek çok şey yaşıyoruz. Hava bozdu bir keresinde, söylediğim gibi 18 saat bivakta kalmak zorunda kaldım. İki seçeneğim vardı. Ya dönüp rüzgara maruz kalarak ya da karanlıkta görmeyip bir uçurumdan düşüp ölecektim ya da orada kalıp elimi ayağımı donduracaktım ama ölmeyecektim. Kumar oynadım aslında bir nevi. İkincisini seçtim ben o zaman. Neyse ki tecrübe ve yanımdaki donanımla çok ciddi bir sıkıntı yaşamadım.

Önünüzde ne gibi planlar var?

Kar leoparlığı unvanını almayı hedefliyorum. Bunun için de önümde tırmanmam gereken Popeda Dağı kaldı sadece. Sponsor desteği bulabilirsem hedefimi gerçekleştireceğim. Ayrıca bu yıl yine oksijensiz 8 binlik bir tırmanış yapmak istiyorum. 8 binlik 14 dağı oksijensiz bitirme hayalim var. Ne kadar gidebilirim, ömrüm ne kadar vefa eder bilemiyorum ama bunu istiyorum. Açıkçası dağlarda olmak istiyorum. Dağcının tırmanışı bitmez. Ömrümüzün sonuna kadar da dağda olacağız. Everest’e de oksijensiz çıkma gibi bir hayalim var. Neredeyse 9 binlik. Dünyanın en yüksek noktası burası biliyorsunuz. K2 Dağı da en çok tırmanmak istediğim dağlardan biri. Kısaca, ölüyorsam da dağda öleyim derim açıkçası. Aslında dağ tırmanmak benim için çok kolay, sponsor bulmak daha yorucu ve zor. Bu konuda sporseverlerimizin her türlü desteğine açığım.