Dünyanın orta yerinde bir ada: Mauritius

Mauritius toplam dört adadan oluşuyor: Rodrigues, Agalega Adaları ve Cargados – Carajos Adaları.
Mauritius toplam dört adadan oluşuyor: Rodrigues, Agalega Adaları ve Cargados – Carajos Adaları.

Rota yeniden oluşturuluyor... Bu kez istikamet Mauritius! “Orası da neresi?” diyenler için hemen açıklayayım. Mauritius Afrika’nın yakınlarında, Hint Okyanusu’nun açıklarında minik bir adacık. Çizgi filmiyle aklımıza kazınmış olan Madagaskar’ın da doğusunda yer alıyor. Dünya haritasından bakmaya kalktığınızda burası tam anlamıyla “ in the middle of nowhere” dedikleri yerlerden biri. Yani bilinmezliğin ortasında bir yer...

  • Burayı nasıl bulmuşlar, yerleşmek nereden akıllarına gelmiş uzun hikaye. Ama günümüzde gezginlerin uğrak yerlerinden biri olmuş. Benim de yolum düşmese olmazdı. Bu küçük adacık volkanik faaliyetler sonucunda oluşan bir yer ve 1968 yılına kadar İngiliz hakimiyetindeydi.
Adaya yapılan cennet benzetmesi çok da yanlış değil.
Adaya yapılan cennet benzetmesi çok da yanlış değil.

Bunu, adaya geldiğinizde net bir şekilde anlıyorsunuz. Dünyada yalnızca İngiliz etkisindeki birkaç ülkede olduğu gibi trafik soldan akıyor, yani direksiyon sağ tarafta. Bu yüzden adada araba kullanmak azıcık riskli. Mauritius’un başkenti Port Louis. İstanbul’dan Mauritius’a uçak yolculuğu yaklaşık 10 saat sürüyor. Bu “küçük ada” ne kadar küçük merak ediyorsan hemen söyleyeyim. Adanın yüzölçümü İstanbul’un yarısından daha az, yani evet gerçekten biraz küçük.

Bir yere yapacağım seyahati planlamadan önce orası hakkında bir şeyler okumayı çok severim. Mauritius hakkında pek kaynak bulamadım. Bulduklarım da hep birbirinin aynısıydı. Mauritius’un cennet gibi bir yer olduğunu anladım. Ve yola koyuldum.

Mauritius toplam dört adadan oluşuyor: Rodrigues, Agalega Adaları ve Cargados – Carajos Adaları. Adaların en büyüğü olan Mauritius’ta ise dokuz ayrı bölge var. Bu bölgelerin en gelişmişi başkentin bulunduğu Port Louis. Adada tropikal iklim hâkim olduğu için kış mevsimi neredeyse yok gibi. İlkbahar dönemi gitmek için en uygun dönem, yani Mairutus iklimine göre eylül-aralık arası. Sonbahar aylarında yağışlar ve kasırgalar yaşanır. Aman kasırgasından da ne olacak demeyin, okyanusun ortasında küçük bir ada olduğu için ada her yerinden rüzgar alıyor.

İstanbul’da gece başlayan yolculuğum Mauritius’ta öğle vakti son buldu.
İstanbul’da gece başlayan yolculuğum Mauritius’ta öğle vakti son buldu.

Adadayken en çok dikkatimi çeken şeylerden biri herkesin birbiriyle barış içinde yaşaması oldu. Adaya yapılan cennet benzetmesi çok da yanlış değil. Hristiyanlar, Müslümanlar ve Budistlerin bir arada yaşadığı bu yerde adayı yönetecek olan kişi her seferinde bir diğerinden seçiliyormuş. Mesela bu dönem Müslümanlar yönetimdeyse bir sonraki sefere Hristiyanlar yönetime geçiyor. Bunu adada bir taksiciden öğrendim ve öğrendiğimde de çok şaşırdım. Taksici de benim bu duruma, bu kadar şaşırmama şaşırdı.

Mauritius’a uzun bir uçak yolculuğundan sonra geldim. İstanbul’da gece başlayan yolculuğum Mauritius’ta öğle vakti son buldu. İki ülke arasında saat farkı saat olduğu için adapte olmakta hiç sorun yaşamadım. Ülkeye girişte vize istemedikleri için birkaç evrak doldurmanız gerekiyor ve bu biraz uzun sürüyor. Her şey sona erdiğinde yeni bir yer keşfetmek için heyecanla kendimi bekleme alanından dışarı attım. Ülkede Mauritius Rupisi kullanılıyor ama dolar ya da euro harcamanız ya da bozdurmanız çok kolay.

Citadelle (Fort Adelaide)
Citadelle (Fort Adelaide)

Otelim adanın diğer tarafı olan Belle Mare Bölgesi’nde. Taksiciyle uygun fiyata anlaştıktan sonra yola çıkıyoruz. Otele gidişimiz yaklaşık bir saat sürüyor ama öyle güzel yollardan geçiyoruz ki bütün yorgunluğumu unutuyorum. Otele geldiğimde eşyalarımı yerleştirecekken balkon camındaki yazı dikkatimi çekiyor. Yazıda “Yatmadan önce balkonunuzu mutlaka kapatın. Buranın tropikal bir ada olduğunu unutmayın. Yoksa odanızda bir sürprizle karşılaşabilirsiniz. Buradaki böcekler ve hayvanlar zararsızdır ancak yine de onların beklenmeyen misafir olduklarını unutmayın.” yazıyordu. Vakit geç olduğu için etrafı keşfetme işlerini ertesi güne bırakıp otelde bir şeyler yedim. Ve beklenmedik misafirlerle tanışmamak için camlarımı sıkıca kapatıp uyudum.

Gecekondular.
Gecekondular.
  • Ertesi gün planım okyanusta yüzmek ve etrafı keşfetmekti. Hemen hemen bütün Hindistan cevizi ağaçlarının üstünde “Caution Falling Coconuts” şeklinde uyarılar var. Olur da kafanıza Hindistan cevizini yerseniz bize kızmayın diye baştan uyarmışlar.

Uçsuz bucaksız turkuaz sularda yüzmek çok keyifliydi. Sahilde yürüdüm, Hindistan cevizi suyu içtim, dalış yaptım. Mauritius’un sualtı güzellikleri de öyle çok ki yalnızca dalışa bile birkaç gün ayırmanız gerekiyor. Etrafta küçük adacıklar çok olduğu için her yerden adalara tekne turları düzenleniyor. Bunlardan birine katılıp maymunlu bir adayı ziyarete gidebilirsiniz. Ben bütün gün yüzmek istediğim için aktiviteleri sonraki günlere bıraktım.

Mauritius, nesli tükenmiş olan dodo kuşunun eskiden tek yaşadığı yermiş. Bu yüzden dodo, adanın simgesi gibi. 1598’de Hollandalılar adaya geldiklerinde bu kuşu kolay yemek olarak görmüş ve avlamaya başlamışlar. Bu yüzden kuşun kısa zaman sonra nesli tükenmiş. Bu sevimli kuş sonrasında pek çok şeye ilham olmuş. Mesela Lewis Carol, Alice Harikalar Diyarında kitabında bu kuştan bahsetmiş. Kuşu da Oxford Üniversitesi Doğa Tarihi Müzesi’nde görmüş. Ya işte nereden nereye...

Manastır.
Manastır.

Bir sonraki gün planım Casela Park ve Botanik Bahçesi. Casela Park’ta saat başı safari turları var. Sabahın erken saatlerindeki turlardan birine katılırsanız gün bitmeden pek çok şey yapmaya devam edersiniz. Ben öyle yaptım. Safari arabasında yerimi aldığımda heyecandan ölüyordum ki bir süre sonra bunun hayalimde kurduğum safarilerden biri olmadığını anladım. Yine de umutsuzluğa kapılmamak gerek. Bir gezginin başına neler geleceği hiç belli olmaz. Arabanın içinde zebra, zürafa, su aygırı, fil, devekuşu gibi hayvanları gördüğümüz tur beni tatmin etmese de zürafaları elimle beslediğim kısım şahaneydi. Kocaman dillerini çıkarıp her seferinde avucumdaki yemlerin hepsini midelerine indirdiler. Zürafa kankalarımla bir sürü fotoğraf çektirdik. Parkın içinde “Tulawaka” adında macera treni vardı. Nefes kesici sürüş yaşadığım bu trenin zirvesinde adanın güzelliklerini gördüm. Bir tarafta turkuaz okyanus, diğer tarafta yemyeşil doğasıyla Mauritius cennet gibiydi.

Casela Park’ın ardından Sir Seewoosagur Ramgoolam Botanik Bahçesi’ne gittim. (Seewoosagur Ramgoolam eski başbakanlarıymış.) Buraya neredeyse iki saatimi ayırdım. Dev nilüfer havuzu, pembe ve beyaz lotuslar, devasa kaplumbağalarıyla bahçe muhteşemdi. Ayrıca parkın ortasında baobab ağacı da bulunuyor.

  • Küçük Prens’ten hatırlarsınız baobab ağaçlarını. Hani şu Küçük Prens’in budanmazsa gezegeni yok edecek koca gövdeli ağaçları. Gerçekten kocaman gövdeleri var baobabların. Bu büyüklüğü görünce sarılmak istedim ve öylece gövdesine sarılıp fotoğraf çektirdim.

Botanik Bahçesi’nden sonra Port Louis’de merkezi gezmeye karar verdim. Zaten pek de vaktim kalmamıştı. Port Louis’de bir şeyler atıştırıp otelime dönecektim. Mauritius Hint, Çin, Avrupa mutfağı açısından oldukça zengin. Herkes damak tadına göre bir şeyler mutlaka bulabilir. Hiçbir şey bulamasanız balık kurtarıcı olacaktır. Bir de tropikal meyveler tabii...

Ertesi gün Mauritius’un en sevilen plajlarından biri olan Flic En Flac Plajı’na gittim. Mercan resiflerinin eşlik ettiği plajın güzelliği büyüleyiciydi. Günbatımı manzarasını da kaçırmak istemediğim plajda şnorkelle dalış yaptım.

Flic En Flac Plajı.
Flic En Flac Plajı.

Adanın en güzel yerlerinden biri olan 100 metre yüksekte bulunan Chamarel Şelalesi’ni, jeolojik bir oluşum olan ve yedi farklı renkteki kumlardan oluşan Seven Coloured Earth’i ve birçok plajını göremedim. Ama gördüğüm kısmı bile buraya haran olmam için bana yetti.