Korece mi konuşuyorum ben?

Empatiyi her zaman elden bırakmamalı.
Empatiyi her zaman elden bırakmamalı.

Çok sevdiğim bir filmdi. Bir Bollywood efsanesi Aamir Khan’ın Bütün Çocuklar Özeldir / Taare Zameen Par filminden bahsediyorum. İzlemediyseniz mutlaka listenize alın.

Filmde minik Ishaan aslında özel eğitime ihtiyaç duyan bir çocukken büyükler tarafından anlaşılamıyordu ve bu onu sistemin dışına itiyordu. Buna bir de abisinin sistemi erken çözüp okulda ve sosyal hayatta başarılı bir çocuk olarak ailesini gururlandırması da eklenince minik Ishaan daha da göze battı.

Ishaan farklıydı. Mesela bir çekirgeyi yakalayıp onu saatlerce izleyebiliyordu sıkılmadan. Ama sistemin çocuklara tanıdığı böyle bir zaman yoktu. Hem sistem Ishaan’a, “Çekirgeyi izle,” dememişti ki henüz. Deseydi mecburen de olsa izlerdi ama dememişti sonuçta!

Babası Ishaan’ın okumayı becerememesini, harfleri ters yazmasını şımarıklığa, özensizliğe, dikkatsizliğe hatta tembelliğe yorar ve çok kızar. Oysa Ishaan dislektik bir çocuktur. Disleksiden dolayı böyle yaptığını bilmeyen babasının karşısına bir öğretmen çıkıverir. Aamir Khan’ın oynadığı Ram Shankar Nikumbh karakteri Ishaan’ı fark eder ve tabii hikâye bir anda değişmeye başlar. Öğretmen uzakdoğudan gelmiş bir oyuncak kutusu bulup babaya uzatır. Üzerinde Japonca yazılar yazmaktadır.

“Oku bunu!” der.

Babası, “Nasıl okuyayım, bu dili bilm….” derken öğretmen sesini yükseltir.

“Oku şunu!”.

Baba afallar. “Ama okuyamı…”

Öğretmen daha da şiddetle bağırır.

“Okusana aptal, geri zâkalı, tembel!!!!”

Baba galiba anlamaya başlamıştır. Dalgınlaşır, düşünceler sarar zihnini. Çocuğunun bir sorun yaşadığını, aslında gerçekten zorlandığını hiç düşünmemiştir.

“Gençleri anlayamıyorum,” ya da, “Gençler bizi anlamıyor.”

Bu iki cümle de bana yukarıdaki filmi hatırlatıyor. Gençlerle, onları anlamayanlar ya da onların kendilerini anlayamadığını düşünenler arasında bir dil problemi var. Aynı dili konuşmuyorlar âdeta.

Aynı dille konuşmak, aynı dili konuşmak anlamına her zaman gelmez. Türkçe ile konuşursunuz ama kelimeleriniz bir olmasına rağmen deyimleriniz, vurgu ve ünlemleriniz, örnekleriniz bambaşka dünyalardandır. Dolayısıyla genç dostlarım, sizi anlamayana ya da anlayamadıklarınıza bu gözle bakın. Anne babalarınız, işverenleriniz, öğretmenleriniz... Emin olun iletişimsizlik onları da en az sizin kadar üzüyor. Ama Korece bilmiyorlar, ne yapsınlar, hoş görün.

Buraya kadar tamam ama, “Peki, ne yapabiliriz?” dediğinizi duyar gibiyim. Öyleyse okumaya devam edin.

Aynı dille konuşmak, aynı dili konuşmak anlamına her zaman gelmez.
Aynı dille konuşmak, aynı dili konuşmak anlamına her zaman gelmez.

Gençleri Anlamanın 5 yolu:

1. Onlardan kendi yaşınızın olgunluğunu, bilgi ve görgüsünü beklemeyin. Onları o yaştaki hâlinizle kıyaslayın.

2. Hata payı mutlaka bırakın, asla, “O yapmaz/ etmez,” demeyin, insanız, hata yaparız.

3. Asla küsmeyin, iletişimi sakın ama sakın koparmayın.

4. Kimseyle kıyaslamayın, komşunun ya da teyzenin çocuğunu misal göstermeyin.

5. Su akar, yolunu bulur; insan ise hatalarından vücut bulur, unutmayın. Endişelerinizin sizi yönetmesine izin vermeyin.

Şimdi de büyükleri anlamanı 5 yolu:

1. Ne kadar kızarsanız kızın, sizi canından çok sevdiğini ve yaptığı her şeyi bu yüzden yaptığını aklınızdan çıkarmayın.

2. Ne kadar tartışırsanız tartışın ileride, onu kaybettiğinizde pişman olacağınız şeyler söylemeyin.

3. Deneyime saygı duymaktan asla vazgeçmeyin. Yaşınızın heyecanına kapılmayın. Gençlik, “Her şeyi ben biliyorum,” dedirtiyor ama zaman da buna pişman ediyor. Deneyime ne kadar saygı duyarsanız ileride o kadar az mahcup olursunuz.

4. İlerleyen yaşlarda insanların yaşadıkları yüzünden daha ön yargılı olabileceğini unutmayın. Bunu bir ağır yük, bir bagaj gibi karşınızdaki kişinin sırtında hayal edin ve endişelerini hoş görün.

5. Çevrenizdeki gençlerin sert dilini görüp bunu normalleştirmeyin. Sosyal medyada gördüğünüz tuhaflıklara alışmayın. İleride kendinizle sizden küçükler nasıl iletişim kursun isterseniz şimdiden aynısını uygulayın. Uygulayın ki ileri yaşlarınızda bunu beklemeye hakkınız olsun.

Yazan: Ömer Ekinci