Micheal Jordan namıdiğer majesteleri

Micheal Jordan.
Micheal Jordan.

Bugün, biri size “basketbol” dediğinde aklınıza çok sayıda şey gelebilir. İlk etapta pota, basketbol topu, parke ya da bir salon vb.nin aklınıza gelmesi de gayet normal bir durum. Ancak basketbol diyen kişi “basketbolcu” dediğinde akla ilk gelen isimlerin bir istatistiğini tutsak sanırım en çok Michael Jordan ile karşılaşırız. Dünya tarihinin gördüğü sadece en başarılı basketbolcu değil, en başarılı sporculardan birinden bahsediyoruz. Söz konusu sporun, bugün bu noktalara gelmesinde onun 23 numaralı Chicago Bulls formasının yeri sanırım kimse için tartışılabilir durumda değildir.

Basketbol özel bir oyun ve bu özel oyunun en özel temsilcilerinden biri de hiç şüphesiz MJ. Görkemli bir kariyere, sayısız şampiyonluklara, onu parmakla göstermemize yarayan binlerce farklı özelliğe tek tek vurgu yapmadan önce bir şey söylemeliyim: Michael Jordan da başarısızlık yollarından geçmiş, gerçek bir başarısız olarak hayatını sürdürmüş isimlerden biriydi. Evet… Bu satırlarda dünyanın en başarılı isimlerinin başarısızlık hikayelerini konuşmaya devam ediyoruz. Bu ayki misafirimiz ise Michael Jordan. Namıdiğer “Majesteleri”…

1970’lerin sonundayız. Majesteleri henüz lise çağlarında ve o günlerde dahi en büyük tutkusu tartışmasız biçimde basketbol. Basketbolla yatıyor, basketbolla kalkıyor ve onu hayata bağlayan şeyin topu potanın içinden geçirmek olduğuna emin. Her gün yoğun biçimde antrenman yapıyor, eve gelip öğrendiği teorik bilgileri tekrar ediyor ve bir gün parkeye çıkıp herkesin “NBA’in yeni kralı bu çocuk” dediği ânı hayal ediyor. Şimdiye kadar anlattıklarım gayet güzel bir senaryonun parçası gibi duruyor değil mi? Aslında pek değil… Jordan, böyle düşünüp böyle davrandığı sırada hayatının en büyük darbelerinden birini aldı. Okuldaki basketbol koçu ona bakıp “Sen, hiçbir zaman hayal ettiğin çocuk olamayacaksın.” dedi. Boyu 1.80 civarındaydı ve takımındaki tüm arkadaşları içerisinde en kısalardan biri oydu. Üstelik son 4 antrenmanının tamamında kötü performans nedeniyle oyundan çıkarılmıştı. Takımının idmanlarını yöneten üç farklı koç da MJ’e yetersiz olduğunu söylüyor, her biri farklı bir konu üzerinden ona yükleniyordu. MJ, okul takımından çıkarıldığını öğrendiğinde yemek yiyordu. Sessizce yerinden kalktı ve yemeğini yarım bıraktı. Eve gidip kimseyle konuşmadan tavanı izlediği anı gözünde canlandırıyordu. Eve gittiğinde bu anlar onun için kelimenin tam anlamıyla cehenneme dönüştü. Top kontrolünden pas şiddetine; orta mesafe şutlardan serbest atışlara kadar iyi olması gereken hiçbir şeyde gerçekten iyi olamıyordu. MJ için kırılma anı tam da bu noktada başladı. Ailesiyle konuşup günün belli periyotlarında evlerine çok yakın mesafedeki basketbol sahasında bireysel antrenmanlar yapmaya başladı. Kendisi için kötü denen her şeyi not almış; haftayı belli günlere ve odak noktalarına bölmüş, çalışmaya başlamıştı. Kulaklarında ise tek bir söz yankılanıyordu. “Sen o çocuk olamayacaksın!” Duyduğu ve düşündüğü şeyler onu mutsuz etmekten başka bir şeye yaramasa da o bundan fayda çıkarmayı bilecek kadar akıllıydı. Başarısızlıklarını ve okul takımından atılmasını bir avantaja çevirmeye karar verdi. Ondan daha iyi olduğu söylenen tüm arkadaşlarından daha fazla çalışmalı, her gün hepsinden en az 100 şut daha fazla denemeliydi. Burada MJ’in hikayesine bir ara vermemiz gerekiyor. Birçoğumuz, hayatımızın bir noktasında bu tip kararlar almaya çok yaklaşıyoruz. Hatayı, eksikliği bilip ne yapmamız gerektiğine neredeyse emin oluyoruz. Ancak asıl gerekeni, yani “adım atmayı” asla yapmıyoruz. MJ’in farkı da tam olarak bu noktada ortaya çıktı. Eksik olarak belirleyip giderebileceği her şeyi tek tek uygulamaya başladı. Çalışma planlarını asla aksatmadı. Eve döndüğü her an hem ayakları hem de elleri neredeyse şişmiş hâlde oluyordu. Ancak ailesi onu uzun zaman sonra ilk kez mutlu gördüklerini o dönemde fark etti. Çalıştıkça başarısızlıklarını değil, nasıl başarılı olacağını düşünmeye başlamıştı. Bana inanın ki bu, başarısız bir insanın başarılı olmak için başvurabileceği en geçerli yöntemlerden biridir.

Doğru çalışma ve eksikleri tespit etme, atılabilecek yüzlerce adımın belki de en faydalı olanları olarak apaçık biçimde karşımızda duruyor. Bu noktada bahsettiği şeyleri eksiksiz yapan Jordan, kısa sürede takımın en iyisine dönüşmeyi başardı. Durmadan çalışıyor, herkese “Bu çocukta bir şeyler var.” dedirtiyordu. Lise bittiğinde hatta NBA’e adımını attığı ilk anda onu gören tüm basketbol ustaları “neyle karşılaştıklarını” bilemedi. Uzun yıllar ligi domine etti, NBA tarihinin GOAT’u yani tüm zamanların en iyisi olmayı çok da zorlanmadan başardı. Zorlanmadı diyorum çünkü kendini bu işin zorluğuna alıştıralı çok olmuştu. Onun için herhangi bir antrenman yorucu, herhangi bir maç bunaltıcı olamazdı. Çünkü o, her zaman her ihtimali gözeten bir başarısızlık sürecinden başarıyla çıkmış bir isimdi. Hatta bu yaşadıkları, ona ileride birçok insan için motivasyon kaynağı olabilecek şu sözleri de söyletti: “Kariyerim boyunca 9 binden fazla başarısız atış yaptım. 300’den fazla oyun kaybettim. 26 kez oyun kazandıracak atışı ıskaladım. Çabaladıkça başarısız oldum. Başarısız oldukça çabaladım. Başarımın sırrı işte budur.”

Michael Jordan dâhil herkesin bir dönem başarısız olabileceğini unutmadan çalışmaya devam edelim. Kim bilir, başarımızın başlangıcı belki de en başarısız olduğumuz anda gizlidir.