Pazarlanıyoruz

Arşiv.
Arşiv.

İnternet reklamcılığı zirveye doğru koşarken bir anda Steve Jobs tarafından tanıtılan iPhone, pazarlama camiasını daha da heyecanlandırdı. Artık her yerden internete erişim mümkündü ve kişiselleştirilebilir bir deneyim vadediyordu. er yerde ekran… Ekranların içinde dönen reklamlar… Yolda giderken billboardlarda, marketlerde gezerken ekranlarda, oyun oynarken telefonlarımızın içinde. Peki, hayatımızın her alanına giren ve sürekli bir ürünü pazarlamaya çalışan bu sektör nasıl bu kadar büyüdü? Bu ayın fütürizm konusunda “pazarlama”nın geçmişinden geleceğine bir yolculuk yapacağız.

İlk olarak MÖ 1500’lü yıllarda pazarlamanın temel taşlarının atıldığı görülmektedir. Mezopotamya medeniyetlerinde üretilen ürünlerin kalitesini teminat altına almak için çuval ve depolara logo basımı yapılmıştır. Boyalarla yapılan logo basma işlemi MS 1450’li yıllarda matbaanın icat edilmesiyle kağıtlara taşınmıştır. 1800’lü yıllardan itibaren de billboardlardan sokaklara taşınan reklamlar, televizyon ve bilgisayarın icadıyla birlikte evlerimizin içine kadar girebilmiştir.

Genç Motto Tavsiyesi: Televizyon reklamcılığının ilk örneklerini anlatan Mad Men serisini izleyebilirsiniz. Pazarlama açısından öğretici bir çalışma.

Tarihsel sürece bir ara vererek pazarlamanın tanımını yapmak gerek. Pazarlama, herhangi bir ürün veya servisin tanıtımını yapmak için potansiyel müşterilere ulaşmak, kanalları belirlemek, hangi müşteri portföyüne nasıl ulaşılacağını tespit etmek amacıyla sürdürülen çalışmaların bütünüdür. Bunun yanı sıra hedef kitlede talep oluşturmak da pazarlama ekibinin görevlerindendir.

Pazarlamanın kronolojisine döndüğümüzde ise bir kırılma noktası gördüğümüzü söyleyebiliriz. İnternetin icadıyla birlikte artık bilgiye her yerden ulaşılabilmeye başlandı. Haliyle insanların fazlaca vakit geçirdiği bir yere firmalar da kendi imzalarını koymak istediler. Bu istek sonucunda ise dijital reklamcılık artık internet reklamcılığına doğru evrildi. Sosyal medyanın ataları olan Facebook, MSN gibi ağlarda da nispeten kişisel veriler kullanılarak reklamcılık yapılmaya başlanmıştı.

Bilgisayar ve internetin herkes tarafından kullanımının kolaylaşmasıyla internet reklamcılığı zirveye doğru koşarken bir anda Steve Jobs tarafından tanıtılan iPhone, pazarlama camiasını daha da heyecanlandırdı. Artık her yerden internete erişim mümkündü ve kişiselleştirilebilir bir deneyim vadediyordu. Bu, reklamların da kişiselleştirebileceği manasına geliyordu tüm camiada.

Herkes uygulamalar indirmeye, tüm verilerini etrafa saçmaya ve sürekli paylaşımlar yapmaya başladı. Bu da dijital pazarlamanın doğuşunu bizlere haber veriyordu. Etrafta anında binlerce veri paylaşılıyor ve bu veriler de ücreti karşılığında firmalara satılıyordu. Firmalar da verileri işleyerek müşteri profilini yani personasını oluşturuyor ve ona en uygun reklamı çıkartıyordu. Örneğin, internette kırmızı kazak araştıran birinin karşısına kırmızı kazak reklamları çıkmaya başladı. Bunun da ötesinde telefonun yanında söylenen her kelime artık uygulamalar tarafından kaydedilmeye, söylenen kelimelerin reklam olarak müşteriye gösterildiği bir çağa girildi.

Haliyle bu kadar veri ve adeta özel hayata müdahale, devletler tarafından da dikkat çekti ve bununla ilgili en büyük önlem Avrupa Birliği tarafından alındı. 2018 yılında GDPR(General Data Protection Regulation)’ın çıkartılmasıyla birlikte diğer ülkeler de adım atmaya başladı. Ülkemizde de KVKK olarak bilinen Kişisel Verileri Koruma Kurumu izinleri de firmalara zorunluluk olarak getirilmeye başlandı.

Günümüzde ise kişilerin personası çıkartılmaya başlandı. Bunun öncülüğünü ise son yılların fenomen uygulaması TikTok yapıyor. Sadece kişilerin kaç saniye içinde diğer videoya geçtiğinden kişi tercihlerini çıkartıp onlara en uygun kısa videoları sunan uygulama, diğer devletler tarafından yakın markajda. Geliştirdiği algoritma sayesinde tüm insanları içine hapseden uygulamanın kişi başına düşen günlük kullanım süresi TAM 95 DAKİKA! Bu da demek oluyor ki bir kişiyi tanımak için bir firma günde 95 dakikasını harcıyor. Tanımadan da öte artık onunla büyümeye, onu şekillendirmeye de başlıyor.

Artık uygulamalar, oyunlar; kullanıcılardan ücret almak yerine onları kendi sistemlerinde ne kadar tutabileceklerini hedeflemekte. Bunun amacı ise bir kullanıcı ne kadar fazla “interaction time”a sahip ise o kadar fazla reklam göstermek. Bu şekilde müşterinin vaktini firmalardan gelen reklam bedeli ile nakde dönüştürüyor. Vaktin nakit olduğunu tekrar bize hatırlatıyor.

  • Gelecekte ise bizi bambaşka bir dünya bekliyor. Bu kadar kişisel alana müdahalenin yanı sıra direkt olarak düşünsel alanlarımızda da pazarlamanın izini göreceğiz. Son yıllarda ortaya çıkan “neuro-marketing” kavramı, beynimizdeki sinirlerin analiz edilmesiyle kişiselleştirilmiş bir reklam deneyiminin sunulacağı anlamına geliyor.

Bu da demek oluyor ki düşündüklerimiz, direkt olarak karşımıza çıkacak; bu da belki de şirketlerin satışlarını birkaç katına fırlatacak. Sonuçta beynimizin reddetmeyeceği bir şeyi bize satmaya çalışacaklar. Elon Musk, yine bu alanda da çalışmalarını başlatmış durumda. Neuralink projesi ile insan beynine çip yerleştirmeyi ve hizmet almasını vaat eden Elon Musk, beynin sinirlerinden gelen verileri eğer şirketlerle paylaşırsa “neuro-marketing” için yeni bir evrenin doğacağını söylemek mümkün.

Logolardan girdik, zihnimizin kıvrımlarından çıktık. Geleceğe bir “sneak-peek” yaptık ve hayatımıza bir şekilde devam edeceğiz. Karşımıza çıkacak binlerce reklamla, zihnimizi okuyacak yazılımlarla... Bu bir distopya mı? Pek sanmıyorum. Eğer teknolojiyi düzgün kullanıp dijital okur-yazarlığı edinebilirsek tabii. Yoksa şarj aletlerine bağlı kölelere evrilmemiz pek mümkün.

Sağlıcakla...