The Minimalism: A Documentary About Important Things (2015) - Less is Now (2021)

Anlamlı bir hayat yaşamak.
Anlamlı bir hayat yaşamak.

Bu yazımda sizlere birbirinin devamı niteliğinde olan iki belgeselden bahsetmek istiyorum:

İlki The Minimalism: A Documentary About Important Things (2015), ikincisi ise Less is Now (2021)

“Hayatımızın çoğu öyle otomatik bir şekilde ve alışkanlıklarla yaşanıyor ki zamanımız kovalamaca ile geçiyor. Hiçbir şey bizi tatmin etmiyor. Bu koşuşturmaya kendimizi öylesine kaptırmışız ki acınası hâle gelmişiz.”

Bu cümleyle başlayan belgesel market indirimlerinde birbirini ezen insan görüntüleriyle devam ediyor. iPhone’un yeni modelinin tanıtıldığı şu günlerde ilk iPhone’un sahibi olmak için günlerce sırada bekleyen kişilerle yapılan röportajı daha iki gün önce izledik. Filmin bu giriş sekansı öyle güzel seçilmiş ki yönetmen, “Bu filmin size anlatmak istediği bir derdi var, baştan sona dikkatlice izleyin.” diyor adeta.

Tartışmasız bir gerçek var ki kozmetikten giysi sektörüne, teknolojiden yiyecek sektörüne insanların bu kadar çok seçeneğinin olduğu başka bir devir olmadı dünyada. İnternetle birlikte dünyanın öbür ucundaki bir ürünün bile anında sipariş edilip en fazla bir hafta sonra elimize ulaşabildiği bir zamanda yaşıyoruz. Bu kadar imkâna rağmen yine de tatmin seviyesine ulaşamıyoruz. Peki, neden?

Minimalizm, hayatı daha anlamlı hâle getirmek için buldukları yollardan biri.
Minimalizm, hayatı daha anlamlı hâle getirmek için buldukları yollardan biri.

Bu sorunun cevabını arayan iki arkadaş Josh ve Ryan, Minimalism diye bir hayat felsefesini keşfediyorlar. Bu felsefe daha az eşyayla da hayatın yaşanabilir olduğunu, hatta böyle bir yaşamın çok eşyaya sahip olmaya oranla daha huzurlu olabileceğini savunuyor. Bu felsefeyi beş yıl boyunca hayatlarında uygulayan ikili, bu konuyla ilgili bir de kitap yazıyorlar. Kitabın adı: Minimalism (Live A Meaningful Life). Türkçeye çevrilmiş hâli de ülkemizde yayımlanıyor. Türkçe kitap kapağındaki ismiyle: Minimalizm (Anlamlı Bir Yaşam).

Bu kitaplarının tanıtımı için turneye çıkan iki arkadaşı biz de üçüncü göz olarak takip ediyoruz film boyunca. Josh turnelerde yaptığı konuşmalarda özellikle “Amerikan rüyası”na değiniyor. Amerikan rüyası, fırsatları sınırsızlaştırmaya dayanan bir kavram. “Amerika’da her şeye sahip olabilirsiniz”i vadediyor. Peki, bu doğru mu? Doğruysa hayatın anlamını bulma ve hayattan tatmin olma yolunda bize ne kadar katkısı var?

Bu soruları sorduktan sonra cevaplarına değinmeden devam ediyoruz. Diğer sekansta bu felsefeyi savunan bir mimar şöyle diyor: “Hiçbir şey yaşayabileceğiniz en küçük alanda yaşamak kadar sağduyulu değildir.” Bu sözün ardından küçük ev tasarımlarına bir göz gezdiriyoruz. Sadece minimal ev tasarlayan şirketler var. Bu şirketler daha az parayla size içinde hayatta kalmanıza yetecek kadar eşya içeren evler tasarlıyorlar. Bu sayede büyük bir çoğunluğunu kullanmayacağınız kocaman evler satın almak için bankadan kredi çekmeniz gerekmiyor. Bu minimal evlerde modüler bir yapı esas alınıyor. Duvarlara monte edilen bir sistem sayesinde yataklarınız tek bir hareketle kaldırılabiliyor, böylece odanız hem yatak odası hem de misafir odası olabiliyor mesela. Bu tarz evlerin Türkiye’de de yaygınlaşmaya başladığını söyleyebiliriz ama hâlâ büyük bir çoğunluk daha büyük bir ev için kredi çekmeye, hayatın her gününde borçlu uyanmaya devam ediyor.

Biz, minimalizmin detaylarıyla ilgili mühendislerden, psikologlardan, mimarlardan görüşler dinlerken Josh ve Ryan kitap tanıtım seminerlerine devam ediyorlar. Seminerlerde benimsedikleri bu felsefeyle ilgili vurguladıkları önemli bir detay var: Bu felsefe evinizdeki her şeyi atmanız anlamına gelmiyor.

Bu tüketim çılgınlığının sebebi ne?
Bu tüketim çılgınlığının sebebi ne?
  • Örneğin büyük bir kütüphaneniz var ve siz kitaplarla ilgilenmeyi, onları tekrar tekrar okumayı çok seviyorsunuz. O zaman ondan sakın kurtulmayın, çünkü o sizin hayatınıza değer katıyor.

Film ilerlerken maddi olarak çok iyi konumlara ulaşmış ama bu konumların tatmin etmediği kişilerle tanışıyoruz. Bazıları şirket yöneticisi, bazılarının kendi şirketleri var ya da her şeyi alacak kadar para kazandıkları bir işte çalışıyorlar ama hayatın amacının para kazanıp tüketmekten ibaret olmaması gerektiğine dair bakış açıları var. Bu bakış açısı onları hayatı daha farklı yaşamaya itiyor. Minimalizm de hayatı daha anlamlı hâle getirmek için buldukları yollardan biri. 2015 yılında çekilen bu film ve etkileri ilerleyen yıllarda devam ediyor ve 2021 yılında bir devam belgeseli çekiliyor. Adı: Less is Now, yani “Şimdi daha az”. İsim muhtemelen sloganı “Less is more” olan minimalizm felsefesinden geliyor yine.

Bu kadar imkâna rağmen yine de tatmin seviyesine ulaşamıyoruz. Peki, neden?
Bu kadar imkâna rağmen yine de tatmin seviyesine ulaşamıyoruz. Peki, neden?

İkinci belgeselde aynı konu farklı şekillerde ele alınmaya devam ediyor. Örneğin pazarlamacıların bizi nasıl sürekli ürün alma döngüsünde tutabildiklerinden şöyle bahsediyor: “Pazarlamacılar zihninizi manipüle etme, hiç yoktan bir ihtiyaç yaratma veya istediğiniz bir şeye gerçekten ihtiyacınız olduğu hissini verme konusunda gerçekten çok beceriklidir. Şu an dünya tarihinde en çok reklamı yapılan kültürü yaşıyoruz. Düşünün, buna ihtiyacımız olduğunu söyletmek için yüz milyonlarca dolar harcanıyor ve etkili de oluyor.”

Günümüz dünyasında şirketlerin pazarlamaya aktardıkları bütçenin şimdiye kadar aktarılandan yüzlerce kat fazla olmasını insanların bu yemi yutmalarına bağlıyor aslında. Etkili olmasa şirketler bu kadar harcamazlardı. Peki, bu tüketim çılgınlığının sebebi ne? Film pazarlamacıların nasıl yöntemler kullanarak insanları aldattığını anlatmaya devam ediyor: “Aldatmacalarından biri de eksiklik reklamlarıdır. Yani eğer bize gösterdikleri ürünü satın almazsak eksik kalacağımızı hissettiren reklamları sürekli bilinçaltımıza gönderirler. “Eğer bu diş macununu almazsam beni kimse sevmez. Bulaşık deterjanım olmazsa tabaklar iyi temizlenemez.” Bize yeterli olmadığımızı söyleyen mesajları verip dururlar. Şunu bir düşünün: İnsanlar her gün aynı mesajları alırlarsa ne olur? Yeterli değilsin, saçın da öyle, cildin de öyle, giysin de öyle. Biz de değerli olmak istiyoruz çünkü yeterli olmanın diğer yollarını kaybettik.

  • Yeterli olmanın diğer yolları bir topluluğa olmak bir amaca sahip olmak, giydiğiniz markadan başka bir kimliğe sahip olmaktır.

Bunları kaybettiğimiz için daha fazla eşya satın alarak aidiyet ve doygunluk arzumuzu yanlış şeylerle tatmin ediyoruz.”

Bu son yaptığım alıntı aslında iki filmin de anlatmaya çalıştığı felsefeyi, daha doğrusu bu felsefenin neden ortaya çıktığını çok net bir şekilde açıklıyor. Minimalizm insanları tüketim çılgınlığından kurtarmak istiyor. Sizi asıl mutlu eden şeyin tüketmek ve daha fazla tüketmek olmadığını, bunun bağımlılık gibi bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyor.

İkinci filmde uzmanlara ek olarak minimalizmi hayat felsefesi haline getirmiş kişilerin yaşadıkları deneyimleri dinliyoruz. Çoğunda gördüğümüz şeyse sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte insanların reklamlardan da çok kendilerini başkalarının sahip olduklarıyla karşılaştırarak kendilerini eksik hissetmesi ve bu tetikleyici duygu ile daha fazla alışverişe yönelmesi. Sosyal medya sayesinde (!) gördüğümüz insanların imkânlarına sahip olmamamız bizi mutsuzluğa sürüklüyor. Minimalizm, sadece ihtiyacın olanı alma üzerine kurulu olduğu için eğer uygularsanız en azından bu hoşnutsuzluk hâlinden sizi kurtarmış oluyor.

İkinci filmde tüketim çılgınlığına, hızlı alışverişin insanları nasıl daha doyumsuz yaptığına, fazla mal sahibi olmanın insanı nasıl daha tatminsiz hale getirdiğine dair birçok örnek dinliyoruz. İkincisi için, ilkinden daha kaliteli metinlere sahip bir devam filmi olmuş diyebilirim. Minimalizm günümüzde; mimariden giyim sektörüne, yiyeceklerden sanata ve kültüre birçok alanda etkilerini gördüğümüz bir hayat felsefesi olmuş durumda. Tevazu sahibi bir yaşamı önerdiği için de insana değer katacak yönleri var elbette ama hayatın anlamını bulma gibi köklü bir soruna çözüm olduğunu düşünmek de bence fazla iddialı. Zira ölümden sonrasına cevap olmayan hiçbir hayat felsefesinin hayatın anlamını açıklayamayacağını düşünüyorum.

“Hayatımızın çoğu öyle otomatik bir şekilde ve alışkanlıklarla yaşanıyor ki zamanımız kovalamaca ile geçiyor. Hiçbir şey bizi tatmin etmiyor."
“Hayatımızın çoğu öyle otomatik bir şekilde ve alışkanlıklarla yaşanıyor ki zamanımız kovalamaca ile geçiyor. Hiçbir şey bizi tatmin etmiyor."

Yazıyı biz dijitalleşmiş insanlara seslenen ikinci bölümden bir alıntıyla sonlandıralım:

Bu neslin dikkatini nasıl yöneteceğini önceki nesillerden daha iyi öğrenmesi gerekiyor çünkü dikkatimizi çekmek için yarışan ve şöyle diyen birçok insan var: Şunu alırsan mutlu olursun, buna bakarsan mutlu olursun. Ve bunları dinlemeyip şöyle demelisiniz: Hayır hayır, beni neyin mutlu edeceğine dair kendi fikirlerimi bulmak için biraz zamana ihtiyacım var.

Biraz zaman ayırıp minimalizm felsefesi, hayatın amacını bulmanıza ya da en azından hayatı daha huzurlu yaşamanıza katkı sağlayabilir mi diye düşünmek isterseniz bu iki belgesele bakın derim.

Film Yorumcusu / Ali Burak Cesur