The Social Dilemma

Aslında “kullanıcıyı satmak” diye tabir edilen şey tam olarak “kullanıcının dikkatini” satmak.
Aslında “kullanıcıyı satmak” diye tabir edilen şey tam olarak “kullanıcının dikkatini” satmak.

Size bu ay bahsetmek istediğim belgesel film, işte bu itirafların bir araya getirilmesinden oluşuyor. Facebook, Pinterest, Twitter gibi ana akım sosyal medya şirketlerinde bir süre boyunca şef, müdür, yazılımcı ya da pazarlamacı olarak çalışmış ve çoğunlukla ahlaki kaygılar sebebiyle işten ayrılmış çalışanlar; içeride neler olup bittiğini anlatıyorlar filmde. Zaten artık çoğunluğa malum olmuş bilgiler olduğu gibi ilk defa duyacağınız birçok konudan da bahsediyorlar.

Her arkadaş ortamında şöyle bir hikaye illaki konuşulmuştur: Geçen annemle robot süpürgeleri konuşuyorduk, hemen ertesi gün tüm sosyal medya adreslerimizde robot süpürge reklamları görmeye başladık!

Önceden olsa birilerinin casusluk yapıp bizi dinlediğini düşünür ve rahatsız olurduk bu durumdan ama bir şeyleri kanıksamaya başlamış olmalıyız ki bunlar doğal bir şeymiş gibi geliyor hepimize. Alışıyoruz her geçen gün.

Sosyal medya platformları her bir algoritmayı geliştirirken işte bu sözcüğü temel alıyorlar kendilerine. İnsana her bir davranışı doğrudan yaptıramayacaklarını biliyorlar. Önce bir adım, sonra başka bir adım derken hayatımızdaki yerlerini bizi onlara alıştırarak ya da daha da ilerisi bağımlı hâle getirerek koruyorlar. Peki, olan biteni nasıl bu kadar net biliyoruz? Daha önce o şirketlerde çalışanların itiraflarından olabilir mi?

Size bu ay bahsetmek istediğim belgesel film, işte bu itirafların bir araya getirilmesinden oluşuyor. Facebook, Pinterest, Twitter gibi ana akım sosyal medya şirketlerinde bir süre boyunca şef, müdür, yazılımcı ya da pazarlamacı olarak çalışmış ve çoğunlukla ahlaki kaygılar sebebiyle işten ayrılmış çalışanlar; içeride neler olup bittiğini anlatıyorlar filmde. Zaten artık çoğunluğa malum olmuş bilgiler olduğu gibi ilk defa duyacağınız birçok konudan da bahsediyorlar.

Önceden olsa birilerinin casusluk yapıp bizi dinlediğini düşünür ve rahatsız olurduk ama artık bu durumu kanıksamaya başladık.
Önceden olsa birilerinin casusluk yapıp bizi dinlediğini düşünür ve rahatsız olurduk ama artık bu durumu kanıksamaya başladık.

Film, geçmişte Google’da çalışmış bir tasarımcının şu tespitiyle bizi yakalıyor: “Tarihte daha önce 20-35 yaş arası 50 tasarımcı, Kaliforniya’da oturup iki milyar insanı etkileyecek kararlar vermemişti hiç.” Gerçekten de öyle değil mi? Bugün WhatsApp’ta yapılan bir değişikliği düşünün, aynı anda milyarlarca insanı etkileyebiliyorsunuz yaptığınız değişiklikle. Bu inanılmaz büyük bir güç. Peki ya bu güç iyiye değil de kötüye kullanılırsa? İşte bu filmde yer alan çalışanlar bunun kötüye kullanıldığı zamanların da olduğundan bahsediyorlar. Bir Facebook yatırımcısı şöyle söylüyor: “Önceleri Silikon Vadisi donanım ve yazılım üretiyor ve bunu müşterilere satıyordu, son 10 yıldır ise artık kullanıcılarını satıyorlar!”

Ne demek peki kullanıcıları satmak? Kullanıcılar bir ürün mü ki satılıyorlar?

Çok klişe ama gerçekliği yüksek bir söz vardır: “Bir ürüne para vermiyorsanız ürün sizsiniz.” Bu bakış açısıyla bakınca “Kullanıcılarını satıyorlar” sözü hiç de absürt gelmedi değil mi size de?

Kim bizim hareketlerimizi en çok tahmin ediyorsa işte o en çok kazanıyor.
Kim bizim hareketlerimizi en çok tahmin ediyorsa işte o en çok kazanıyor.

Aslında burada “kullanıcıyı satmak” diye tabir edilen şey tam olarak “kullanıcının dikkatini” satmak. Sistem şöyle çalışıyor: Sosyal medya platformları bizim dikkatimizi çekmeye çalışıyorlar. Ne kadar çok vaktimizi orada harcarsak bize o kadar çok reklam gösteriyorlar ve sonucunda o kadar çok para kazanıyorlar. Aslında reklamverenler bizim dikkatimiz için bu platformlara para ödüyorlar. Biz de burada dikkati çekilmeye çalışılan ve bu dikkati reklamverene satılan bir ürün oluyoruz sadece.

Sosyal medyada reklam vermekle uğraşanlar bilirler, platform size belli bir sayıyı garanti eder. Örneğin bir telefon satacaksınız ve 100 TL’niz var bu reklam için. Size der ki bunu telefonla ilgilenen 50 kişiye gösterebilirim, 10 tıklamayı ise garanti ediyorum. Peki, bunu neye göre söylüyor? Tabii ki sizden aldığı verilere göre. Eğer mesajlaşma uygulamasında konuştuğunuz konularda yakın zamanda o telefondan bahsetmişseniz, arkadaşınızla konuşurken sohbet arasında o telefonun adı geçmişse, o telefonu anlatan videolar izlediyseniz, daha öncesinde sizin o telefon reklamını tıklama olasılığınız yüksektir öyle değil mi? Sizin hakkınızda bildiği bu gerçekler sayesinde bu platformlar reklamverenlerle bu istatistiki verileri paylaşabiliyor. Yazının başında bahsettiğim olay da işte tam bu durumla ilgili. Sizin her bir hareketiniz, her bir sözünüz, her bir tweet'iniz, her bir beğeniniz bu platformlar için kullanışlı bir veri demek. Siz verilerinizi paylaştıkça onlar sizin beğendiklerinizi, seçimlerinizi, nefret ettiklerinizi daha iyi biliyor ve bir sonraki adımınızı tahmin etmeye her geçen gün daha çok yaklaşıyorlar. Kim bizim hareketlerimizi en çok tahmin ediyorsa işte o en çok kazanıyor.

Sizin algılarınızı manipüle ediyorlar ve istedikleri yöne gitmenizi sağlayabiliyorlar...
Sizin algılarınızı manipüle ediyorlar ve istedikleri yöne gitmenizi sağlayabiliyorlar...

Meselenin bir diğer boyutu da insanların duygu ve düşüncelerini manipüle ederek yönlendirmek. Sizin nelere tepki gösterdiğinizi öyle iyi biliyorlar ki sizi istedikleri partiye oy atacak hâle getirebiliyorlar. Eğer bu konuda neler yapabildiklerini henüz duymadıysanız Google’da Cambridge Analytica skandalı yazıp aramanızı tavsiye ederim. Burada sistem şöyle çalışıyor: Kazanmasını istedikleri siyasetçinin özellikle size olumlu gelecek video ve söylemlerini çıkarıyor sistem karşınıza. Kaybetmesini istedikleri siyasetçinin ise hep sizinle ters düşmesi kesin olan söylemlerini ve videolarını çıkarıyorlar zaman tünelinizde. Böyle böyle sizin algılarınızı manipüle ediyorlar ve istedikleri yöne gitmenizi sağlayabiliyorlar.

“Tarihte daha önce 20-35 yaş arası 50 tasarımcı, Kaliforniya’da oturup iki milyar insanı etkileyecek kararlar vermemişti hiç.”
“Tarihte daha önce 20-35 yaş arası 50 tasarımcı, Kaliforniya’da oturup iki milyar insanı etkileyecek kararlar vermemişti hiç.”

Eski çalışanların itiraf ettikleri bir diğer konu ise sosyal medya platformlarının bir uyuşturucuya alıştırma prensibiyle çalışıyor olması. Kurulan algoritmalar dopamin seviyemizi azaltıp artırarak bizi sürekli benzer davranışlara itmek üzerine kurulu. Her bir beğenmede artan dopamin seviyemiz düşünce daha fazla dopamin için daha çok beğenilecek şeyler paylaşmaya karşı isteğimiz artıyor. Dozu arttıkça da dopamin eşiğimiz sürekli yukarılara çekiliyor. Kısacası, sadece paylaşılanları izleyerek değil aslında paylaşım yaparak da kendi bağımlılığımızı besliyoruz.

“Bir ürüne para vermiyorsanız ürün sizsiniz.”
“Bir ürüne para vermiyorsanız ürün sizsiniz.”

Filmin devamında sosyal medya platformlarının arka planda nasıl işlediğine dair çok daha ilginç bilgiler bulmak mümkün. The Social Dilemma, günde ortalama altı saatten fazla kullandığımız bu platformların işleyiş şeklini bilmek adına izlenebilecek keyifli bir film olmuş. İzleyen herkese farkındalık anlamında bir şeyler katacağına eminim. Evet, sosyal medya kullanmayı tamamen bırakmayacağız, bırakmak da gerekmiyor zaten. En azından arkada neler olup bittiğini bilelim ve bilinçli bir kullanıcı olarak hayatımıza devam edelim. Zira, bilinçli olmazsak, dikkati çekilerek manipüle edilmiş bir ürün olmaktan öteye gidemeyeceğiz.

Ali Burak Cesur / Film Yorumcusu