Yeraltının labirentlerinde mağaracılık

​Yeraltının labirentlerinde mağaracılık.
​Yeraltının labirentlerinde mağaracılık.

"Mağara cenneti" diyeceğimiz ülkemizde keşfedilmeyi bekleyen 40 binden fazla mağara bulunduğunu biliyor muydunuz? Üstelik yaygın kanının aksine korkunç yaratıklar yok bu gizemli kaya oluşumlarının içinde. Öyleyse "İşin başı bilgi ve doğru malzeme" diyor; sarkıtların, dikitlerin, travertenlerin ve kristal göllerin dünyasına adım atıyoruz.

Robert Thiemann / Unsplash
Robert Thiemann / Unsplash

Hepimiz çocukluğumuzdan beri “Ali Baba ve Kırk Haramiler” gibi anlatılara aşina olduğumuz için mağaraları hep olağanüstü canlıların yaşadığı, gizemli, mistik ve bir o kadar da tekinsiz yerler olarak benimsemişizdir. Belki de bu nedenle “mağara” dendiğinde aklımıza genellikle “içinde ayı ya da yırtıcı kuş var mıdır?”, “ya içindeyken deprem olur da sular yükselirse nasıl çıkarız?” benzeri endişeli sorular gelir. Speleolojinin çalışma sahası içerisinde yer alan mağaracılık, tıpkı biyoloji, hidroloji, jeoloji ve zaman zaman da arkeoloji gibi bilim dallarını bünyesinde barındıran; uluslararası bir spor, araştırma ve keşif alanı.

19. yüzyılın başında Fransa’da kurumsallaşan mağaracılık, bilhassa Amerika ve Avrupa ülkeleri tarafından getirisi yüksek bir turizm faaliyeti olarak kullanılıyor. Mağaracılığın Türkiye’deki geçmişi ise yüz yıl kadar öncesine uzanıyor. 1927 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nin Başakşehir yakınlarındaki Yarımburgaz Mağarası’nda yaptığı araştırmalar, bu alanda kayda geçen ilk örneklerden. Daha sonra Mağara Araştırma Derneği’nin (MAD) 1964 yılında resmen kurularak mağaracılıkla ilgili tetkiklere başladığı biliniyor. Türkiye’de mağaracılığın ivme kazanması, Boğaziçi Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübü’nün 1973 yılında kurulmasıyla gerçekleşmiş. Ortaya çıkan raporlar açıkça gösteriyor ki ülkemiz, jeolojik yapısı itibarıyla mağara yönünden son derece zengin seçenekler sunuyor.

Timo Volz / Unsplash
Timo Volz / Unsplash

Son yıllarda Türkiye’de turizmin çeşitlenmesi, özellikle doğa ve macera turizmi gibi yeni seyahat alternatif lerinin klasik tatil anlayışına tercih edilmesiyle birlikte, ülkemizdeki mağaralar da sıkça ziyaret ediliyor. Kırklareli’nde Dupnisa, Antalya’da Damlataş, Mersin’de Cennet - Cehennem, Denizli’de Kaklık, Kastamonu’da Ilgarini, Tokat’ta Ballıca, Karabük’te Mencilis, Samsun’da Tekkeköy, Trabzon’da Çalköy gibi mağaraların her yıl on binlerce insanı kendisine çekmesi, Türkiye’de mağaralara yönelik ilgi artışını gözler önüne seriyor.

Gerek turistlerin gerekse araştırma gruplarının uğrak yeri olan mağaralar, karanlık ve nemli yerler oldukları için içlerindeki etkileyici galerileri keşfetmek de tecrübe gerektiriyor. Yatay mağaralar daha çok üstü kapalı kanyonları andırırken, dikey mağaralar ardı ardına gelen uçurum sistemlerine benziyor. Mağara ortamının genellikle ıslak olduğundan bahsetmiştik. Ancak bir mağara gezisinde ıslanmaktan korunmak kaçınılmaz değil elbette. Bunun için gerekli olan giysiler, muşamba türevi kumaşlardan yapılan uzun yağmurluklar ya da tulumlar, piyasada balıkçı çizmesi adıyla satılan lastik çizmelerden oluşuyor.

G. Marujo / Unsplash
G. Marujo / Unsplash

Mağaraların ortalama sıcaklığının 12 ile 17 santigrat derece arasında seyrettiğini göz önünde bulundurursak giysilerinizin de sizi koruyacak nitelikte olması gerekiyor. Bu nedenle polar bir içlik ya da yün fanila, kalın çoraplar ve ıslandığında bile vücudunuzu sıcak tutabilecek giysiler tercih etmelisiniz. Teknik ekipmanlara gelince… Deneyim kazandıkça gerekli olan bu ürünlerin fiyatları, markasına, modeline, menşesine ve temin edeceğiniz mağazaya göre farklılık gösteriyor.

Bizlere, ülkemizin coğrafi yapısıyla ilgili çok şey öğrenme fırsatı sunan mağaralar hakkında dilden dile dolaşan bir hikâye ile yazımızı bitirelim. Günlerden bir gün definecinin biri, çevresinde duyduğu hayal ürünü söylentilere kanarak yakınındaki bir mağaranın yolunu tutmuş. Hazineyi bulma ümidiyle kazmasını bir o yana bir bu yana sallamaya başlamış. Salladıkça yorulmuş, bitkin düşünce de büyük bir hayal kırıklığıyla bulunduğu yere yığılıp öylece kalakalmış. Birkaç saat uyuduktan sonra gözlerini bir açmış ki mağaranın üzerindeki doğal bir pencereden içeriye sızan hüzme, tek kelimeyle hayranlık verici güzellikte. Bu ışık demeti çevresini iyiden iyiye aydınlatınca, defineci de anlamış ki gerçek hazine aslında mağaranın ta kendisi…