Zihnin işgal edilmiş olabilir mi?

Zihnin işgal edilmiş olabilir mi.
Zihnin işgal edilmiş olabilir mi.

Huzurlu, sağlıklı ve başarılı bir yaşam için beden, zihin ve ruh dengesi hayati önem taşır. Bu denge, bireyin tam anlamıyla özgür ve kendine özgü bir varlık olabilmesinin temelidir. Ancak özellikle insan zihninin işgal edildiği durumlarda bu denge bozulmaktadır. İşgal altındaki zihin, özgür iradesini yitirir; kişi, kendi kararlarını veremeyen, doğru tepki gösteremeyen ve bireyselliğini kaybeden bir varlığa dönüşür. Daha da ötesi, zamanla bu şekilde hayatını sürdüren insanın ruhu da etkilenir. Ruhu işgal edilmiş bir insan için artık geri dönülmesi zor bir karanlık süreç başlamış demektir.

Modern çağın insanı, teknolojinin sunduğu sonsuz imkânlarla sürekli ve her alanda, ihtiyacı olan veya olmayan bir sürü bilgi bombardımanına maruz kalıyor. Bu durum, zihni son derece savunmasız bir hale getiriyor ve doğru çalışmasını imkânsız kılıyor. Fırtına devam ederken kapı ve pencereleri açık bırakılan bir evin içine doluşan çer çöp gibi düşünebiliriz bu durumu. Televizyon, sosyal medya, reklamlar, bildirimler, bilgisayar oyunları ve özellikle akıllı telefonlar gibi araçlar hayatımızı çepeçevre sarıp, psikolojik bağımlılıklara yol açıyor. Bu duruma maruz kalan bireyler, potansiyellerinin çok altında bir hayat sürüyor. Başkalarının çizdiği sınırlar içinde sıkışıp kalır, özgün düşüncelere sahip olamazlar. Netice olarak sadece kendilerine değil, yaşadıkları topluma da zarar verecek hale gelirler.

Zihin kabı ağzına kadar lüzumsuz çer çöple dolu olan insan, elbette ihtiyacı olan konulara odaklanamayacak, yeni özgün fikirler üretemeyecek ve derinlemesine düşünme kabiliyetini kaybedecektir. Sağlıklı bir zihin meraklıdır; öğrenmeyi, anlamayı ve araştırmayı sever. Yeni fikirlere, farklı düşüncelere açıktır. Birey olmanın gerekliliğinin farkındadır ve her fırsatta bu erdemli duruşu korumaya özen gösterir. Birey, bu özelliklerini korurken, yani farklı fikirlerle kendisini geliştirirken, medeniyetinin ona kazandırdığı kültürel değerleri temel almalıdır.

İnsan bazen durup düşünmeli ve zihninin işgal altında olup olmadığını sorgulamalıdır. Zihinsel işgalin en önemli göstergelerinden birisi, insanın yaşadığı coğrafyadaki adaletsizliklere ve zulümlere karşı tepki gösterememesi olarak görülebilir. Zira erdemli bir insan, şahit olduğu adaletsizliklere ve zulümlere sessiz kalamaz; insan olmanın gereği olan hakkaniyetli duruşunu mutlaka gösterir.

Zihni işgal edilmiş, düşünceleri bağımsız olmayan insanın kişisel başarıları ve maddi kazanımları bir anlam ifade etmez. Mesela dış etkenler tarafından şekillendirilen ve zihinsel özgürlüğü olmayan bir “aydının” topluma bir katkısı olmadığı gibi, kültürel dokuya da ciddi zararlar vermektedir. Topluma ışık tutması beklenen bu insanların kişisel başarıları değersizdir; söyleşileri, kitapları, kısaca bütün fikirleri soru işaretleriyle doludur. Medeniyetinin temel ilkelerine bağlı genç kitleler bu konuda son derece uyanık olmalıdır.

Zihin ve ruh dengesinin korunması, bireysel ve toplumsal başarının temelidir. Zihin ve ruhun işgal edilmesi, bireyi gerçek potansiyelinden mahrum bırakarak, güç odaklarının beklentisi doğrultusunda kararlar alan bir kukla haline getirir.

Bu anlamda, zihnimizi işgal eden ve bağımlı hale getiren ne varsa uzak durmalı veya irademizi kontrollü kullanmalıyız ki bağımsız düşünme becerimizi koruyarak erdemli bireyler olabilelim. Bu beceriyi korumak, öncelikle psikolojik tiryakiliklerden sıyrılmak zorunda olan her bireyin öncelikli sorumluluğudur.

 Sadece kendi kültürel kimliklerini muhafaza edebilen toplumlar, gelecek nesillere saygın bir miras bırakabilirler.
Sadece kendi kültürel kimliklerini muhafaza edebilen toplumlar, gelecek nesillere saygın bir miras bırakabilirler.

Fiziksel ya da zihinsel işgaller her zaman kötüdür ve karşı durmayı gerektirir. Ancak coğrafi olarak işgal edilmekten daha kötü olanı, zihinlerin işgal edilmesidir. Sadece bir toprak parçasının ele geçirilmesinin ötesinde, insanın en mahrem alanlarının, -düşünce ve ruh dünyasının- işgali, elbette çok daha tehlikeli sonuçlar doğuracaktır.

Fiilen işgal edilen bir ülkenin insanları, canları pahasına mücadele ederek işgalcileri topraklarından çıkarmak isterler. Ancak zihin işgali, görünmez ve sinsi bir süreç olduğu için fark edilmeyecek ve mücadele etmek haliyle mümkün olmayacaktır. Bu işgal, genellikle eğitim sistemleri, medya, reklamlar, popüler kültür ve teknoloji kullanımı gibi günlük yaşamın birçok unsuru aracılığıyla gerçekleşir. Bu süreçte, toplumun düşünce yapısı ve değerleri, bireyler farkında olmadan dış etkenler tarafından şekillendirilir ve asimile edilir.

Düşünün ki başarılı olduğunuzu sandığınız uzun bir hayatın finalinde bir de baktınız ki dünya görüşü olarak benimsemediğiniz farklı güç odaklarının çıkarları doğrultusunda kararlar alarak yaşadığınızı fark ettiniz. Bu düşmanla göğüs göğüse çarpışıp mertçe yenilmekten çok daha acı veren trajik bir mağlubiyet hissi olsa gerektir.

Zihin işgali, yalnızca bireylerin değil, aynı zamanda bir toplumun kültürel kimliğini ve özgürlüğünü de ciddi şekilde tehdit eder. Bu tür bir işgal gözle görülmez olsa da etkileri derin ve kalıcıdır. Bu yüzden kültürel ve entelektüel bağımsızlığın korunması, her toplumun öncelikli gündemi olmalıdır. Bu bağlamda, özellikle sanat ve edebiyat alanlarında yapılan etkinliklerle en az çevre kirliliğine dikkat çekildiği kadar “zihin kirliliği” konusunda genç kitlelerin farkındalığı artırılmalıdır.

Bu zihinsel işgale, sinsi sömürü düzenine ve kapitalist tahakküme karşı direnç göstermek, tarihimizden ilham alarak bizi biz yapan hakiki değerlerimize geri dönmekle mümkündür. Aksi takdirde, bu bataklıkta debelenip durmaktan kendimizi kurtaramayız.

Netice olarak insanlık tarihinde kültürel değerlerini koruyarak bağımsızlığını sürdürebilen toplumlar, gerçek anlamda var olmayı başarmışlardır. Sadece kendi kültürel kimliklerini muhafaza edebilen toplumlar, gelecek nesillere saygın bir miras bırakabilirler.