28 Şubat hâlâ devam ediyor mu?

Birçok yönüyle irdelememiz gerekiyor 28 Şubat’ı. Mesela FETÖ’cü istihbarat müdürü Ali Fuat Yılmazer, 28 Şubat sürecinde ‘laiklik karşıtı eylemlerin güçlendiği’ tezini oluşturmaya dönük hazırlıkların kendisi tarafından yapıldığını itiraf etti. Öbür taraftan 28 Şubat’ı biz 1997 yılı ile sınırlıyoruz. Öyle değil, ondan önceki Uğur Mumcu’nun öldürülmesi, Sivas, Başbağlar olayları ve o süreçte Ceyşullah, Cundullah, Hizbullah gibi uydurdukları bir sürü örgüt var. Bu olayların 97’ye kadar olan kısmını hiç gündeme getirmiyoruz.
Birçok yönüyle irdelememiz gerekiyor 28 Şubat’ı. Mesela FETÖ’cü istihbarat müdürü Ali Fuat Yılmazer, 28 Şubat sürecinde ‘laiklik karşıtı eylemlerin güçlendiği’ tezini oluşturmaya dönük hazırlıkların kendisi tarafından yapıldığını itiraf etti. Öbür taraftan 28 Şubat’ı biz 1997 yılı ile sınırlıyoruz. Öyle değil, ondan önceki Uğur Mumcu’nun öldürülmesi, Sivas, Başbağlar olayları ve o süreçte Ceyşullah, Cundullah, Hizbullah gibi uydurdukları bir sürü örgüt var. Bu olayların 97’ye kadar olan kısmını hiç gündeme getirmiyoruz.

Üzerinden 20 küsur yıl geçmiş, psikolojik etkileri bir türlü bitmiyor 28 Şubat postmodern darbesinin. Laiklik karşıtı eylemleri tıpkı bir tiyatro oyunu gibi düzenleyip, medya yoluyla öyle bir aktardılar ki, insanlar hâlâ doğru ve yanlışı ayırt etmekte zorlanıyor. İğdiş edilmiş zihinler, dindarların, görünür oldukları için de özellikle başörtülülerin hep gizli bir ajandası olduğu fikrinde. CHP’li Fikri Sağlar, başörtülü hakimlere güvenemeyeceğini söylüyor mesela geçenlerde. Bin yıl demişlerdi, gerçekten geçmeyecek gibi etkileri. 28 Şubat döneminde yaşanan hak ihlallerine karşı verdiği hukuk mücadelesiyle tanınan Avukat Hüsnü Tuna, “Bu söylemin doğrulandığı hissine kapılıyorum” diyor haklı olarak. Hâlâ bir başörtülüye “Senin burda ne işin var, İran’a git” deme cesaretini gösteren çıkabiliyorsa, daha alacak çok yolumuz var demektir. Ya Sivas Davaları, isminin anılması bile cesaret isteyen bir heyûla... 28 Şubat’ın yıldönümünde postmodern bu darbeye nasıl bakmamız gerektiğini konuştuğumuz Hüsnü Tuna, Sivas Davası’na dokunulamamanın sebebinin “itibarsızlaştırma” olduğunu söylüyor.

Üzerinden yıl geçtikçe farklı yönleriyle bakabileceğimiz bir postmodern darbeydi 28 Şubat. Bugünden 28 Şubat’a baktığınızda siz ne görüyorsunuz?

“28 Şubat bin yıl sürecek” diyenlerin birazcık doğrulandığı gibi bir hisse kapılıyorum. 28 Şubat’ın psikolojik etkilerinin hâlâ devam ettiğini düşünüyorum. Çünkü 20 küsur yıl geçmesine rağmen karşılaştığımız problemlerin, inanç hürriyeti gibi meselelerin halledilememiş olmasının o süreçle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. 28 Şubat’ın insanları öldürerek ya da ortadan yok ederek yapılan darbelerden farklı, insanların beyinlerine nüfus etmiş bir organizasyon olduğunu söylüyorlardı, bunun doğrulandığını görüyorum.

Nasıl yani, mesela geçen gün CHP’li Fikri Sağlar “Türbanlı hakimlerin adil olacağına dair kuşkum var” dedi. Bunu dile getirmese bile böyle düşünen insanlar var. Kastettiğiniz şey bu psikoloji mi?

Fikri Sağlar’ın söyledikleri 28 Şubat darbe zihniyetinin toplumda normalleşemediğini, hâlâ kalıntılarının olduğunu, hakimlikte, savcılıkta, emniyette, askerde vs. toplumun normalliğiyle beraber örtüşen uygulamaların gelişmesinden rahatsızlık duydukları ve hâlâ kendilerini güvende hissedemediklerine dair bir şey olduğunu gösteriyor. Darbenin tutanaklarında ‘postmodern darbe’ diye nitelendirmişlerdi zaten. Modern, çağdaş, zamanın elektronik ve diğer gelişmelerine uygun şekilde, darbenin gerçekleştirilmesi anlamına geliyordu.

Halbuki 60 veya 80 darbesi bir kısım insanların idam edilmesi, yargılamaları yapılarak hapsedilmesiyle sona ermişti
Halbuki 60 veya 80 darbesi bir kısım insanların idam edilmesi, yargılamaları yapılarak hapsedilmesiyle sona ermişti

Halbuki 60 veya 80 darbesi bir kısım insanların idam edilmesi, yargılamaları yapılarak hapsedilmesiyle sona ermişti. Siyasi yasaklar bile 6-7 yıl sonra kaldırıldı. Ama 28 Şubat darbesinin inanç üzerinden yaptığı tahribatı hâlâ atabilmiş değiliz. Daha geçenlerde bir şehrimizde kapalı bir bayana “Sen buraya yakışmıyorsun, İran’a git” şeklinde saldırma cesaretini gösteren zihniyetler devam ediyor ve kılık kıyafet nedeniyle insanlar buna maruz kalabiliyor. Üstelik 15-20 yıl içinde özgürlüklerde alabildiğine gelişmeler yaşadığımız halde... Bu gelişmeler normalleşmeyi sağlayamamış.

İtibarsızlaştırma darbesi

28 Şubat döneminde sadece yasaklar yoktu, bir yandan da dindar kesim medya yoluyla itibarsızlaştırılıyordu. Bu günlere sarkan durumlar, bu itibarsızlaştırmanın bir devamı olabilir mi?

  • İtibarsızlaştırma sürüyor, çünkü darbenin şekli değişti. 28 Şubat darbesinde silahlı kanata destek veren polis ve sivil kanat FETÖ örgütüydü. 2010’lu yıllarda hazırladıkları darbe sürecinin hemen hemen tamamını itibarsızlaştırmaya bina ettiler. En açık örneği Deniz Baykal’ı gösterebiliriz. CHP’yi daha da marjinalleştirmek, darbenin içerisinde konuşlandırabilecek bir yönetim oluşturabilmek için, ona bile itibarsızlaştırma girişiminde bulundular.

AK Parti, MHP ve İYİ Parti’nin başındaki kişilere yapılan itibar suikastleri, aslında son zamanlardaki darbelerin itibarsızlaştırma üzerinden yürüdüğünü gösteriyor zaten. Selam Tevhid dosyalarında FETÖ’cü polislerin insanların özel hayatını eşiyle münasebetine kadar izlediğini gördük. Yurtdışından getirdikleri kadınlarla siyasilere, dini önderlere, işadamlarına şantaj yaparak, oradan elde ettikleri dökümanları da darbeye ulaşma amacında kullanıyorlardı.

17-25 Aralık operasyonlarıyla birlikte İslamcıları hırsız olarak itibarsızlaştırmışlardı. Bu itibarsızlaştırma suikastleri hâlâ devam ediyor mu?

Örgütün başı “40 yıl gergef gibi ördük” diyor, ama 1950’lerden beri ördüklerini biliyoruzDaha geçen hafta, rütbesini FETÖ örgütünün başının taktığı askerin, silahlı kuvvetlerde önemli bir istihbaratın başına getirildiği ortaya çıktı. Biz bunu yargıda da görüyoruz, emniyette de, bürokraside de.

Sadece bir örgüt olarak değil aslında, global bir zihniyet olarak hâlâ içimizde yoğun bir şekilde devam ediyor. Fırsat buldukları anda organize olup hemen örgütün amacı doğrultusunda faaliyete geçebildiklerine artık şahidiz.

Garantimiz yok

Şu durumda başörtülülerin en ufak bir iktidar değişikliğinde yine aynı yasakların geleceği endişesi haklı o zaman...

Tabii, garantimiz yok. Bunu ancak anayasa değişikliği ile toplumun çoğunluğunun ittifak ettiği toplumsal sözleşmeyle garantiye alabiliriz. Ama görüyorsunuz, yeni anayasa teklifi var, ama parçalanmış siyaset içerisinde ancak iki tane parti birlik olabiliyor. Güçlü bir anayasa yapabilmek, yüzde ellinin üzerinde bir insan desteğiyle mümkün olacaktır. Bu sağlanmadığı takdirde böyle bir anayasa çıkmayacak demektir. Ve kılık kıyafet problemi konusunda, Allah başımızdan eksik etmesin, Sayın Cumhurbaşkanımızın siyasi yönetimi sona erdikten sonraki süreçte nasıl bir tabloyla karşılaşacağımız şu anda belli değil.

Kasıtlı olarak algı oluşturuyorlar

Son zamanlarda küresel LGBT destekçiliğinin etkisiyle, özellikle başörtülü hanımlar veya dindar erkeklere LGBT destekçiliği yapmaları konusunda dayatma yapılıyor. “Biz o zamanlar sizin hakkınızı savunduk, siz de LGBT haklarını savunmalısınız” diyorlar. Başörtüsü mağduriyetiyle bu konunun birlikte zikredilmesine ne diyorsunuz?

  • Bence kasıtlı olarak algı oluşturuyorlar. 28 Şubat sürecinde ilk defa Kemal Alemdaroğlu başörtüsü yasağını ilan ettiğinde toplu protestolar gerçekleştirildi. O zaman bir kısım solcular, sosyal demokratlar destek verdi. Ondan sonraki süreçte hiçbir zaman onları yanımızda görmedik. Her zaman inanç özgürlüğüyle ilgili ihlallerde bize destek vermiş değiller, bu bir yalan.

İkincisi LGBT’cilikle başörtüsü yan yana gelemez. Başörtüsü inançla bağlantılı bir durum. Başörtüsü yasağında okullara, kamuya başörtüsüyle girilmiyordu. LGBT’cilerin fert olarak okula gitmesi, memuriyette çalışması, toplumsal hayat içerisindeki herhangi bir hakkı engellenmiyor. Dolayısıyla bu yönüyle mukayese bile edilemez. LGBT’cilik insan hayatında normal bir durum değil, arizi bir durum. Bugün Rusya, Hristiyan bir toplum olduğu halde, LGBT’nin sapkınlık olduğunu düşünerek engeller getiriyor. Bu sapkınlığa gitme hakkını talep etmekle, kılık kıyafet serbestisini mukayese etmek, büyük bir algı oluşturmaktır. Başörtülüleri LGBT’cileri desteklemeye çekmektir. Doğru değil bu.

Sivas davası’ndan korkuyorlar

28 Şubat mahkumları konusunda alınan mesafeler var ama hiç dokunulamayan davalar da var. Mesela bunlardan bir tanesi Sivas Davası. Bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Maalesef bu 28 Şubat sürecinin döşeme taşlarından birisi de Sivas ve Başbağlar katliamlarıydı. Sivas’ta katliamı terör yapılanmaları gerçekleştirdi, ama Sivas’ın masum insanları ceza aldı. Hem ölenler masum hem suçlananlar masum. Dolayısıyla 28 Şubat sürecinin en fazla mağdur olanlarından bir grubu da Sivas’ta mahkum edilen, bugün itibariyle 27 yıldır tutuklu kalan insanların mağduriyetidir diye düşünüyorum. Öcalan bile 1999’da yakalandı ve şu anda 21 yıldır tutuklu. Binlerce kişinin katilinden söz ediyoruz. Ve Sivas’ı şu anda tartışamıyoruz bile. Korkuyoruz.

Kimden korkuluyor?

Bir takım medyanın saldırısından ve itibarsızlaştırmasından korkuyorlar. “Cayır cayır insanları yakan kişileri sahipleniyorsunuz” diyerek korku salıyor çünkü bu medya. Grupsal yapılar bundan tedirgin oluyor. Bu korkunun makul olmadığını düşünüyorum ben. Sivas sanıklarıyla ilgili bu insanların yapmadığına dair o kadar çok delil var ki, Sivas dışından birileri gelip şehir içine yayıldıklarını, insanları tahrik ettiklerini, otelde yangın çıkardıktan sonra da oradan uzaklaştıklarına dair delliller var. Bir başka husus, otele yakın bir yerde iş yeri olan bir gazetecinin önünde Ahmet Alan diye kurşunla öldürülen bir Sivaslıyı, bizzat polisin öldürdüğüne dair görgü şahidi var. Hem de silahla öldürüldüğüne dair rapor var. Bunları dinlemediler bile, incelemediler de. Bunlar bir yargılamanın yenilenme sebebi, ama hakimler korkuyor. Sivas davası gündeme geldiği zaman, sanıklarla ilgilenen kişilere siyasi ve psikolojik bir baskı uygulanıyor, sonrasında siz de adım atamıyorsunuz. Kamuoyunda o kadar da güçlü değiliz.

Yine mi 28 Şubat

“Yine mi 28 Şubat?” şeklinde serzenişleri duyacağız önümüzdeki hafta. Gerçekten çok mu konuşuyoruz, böyle söylemekte haklılar mı?

Bence çok konuşmuyoruz. 15 Temmuz’da darbe yaşadık ve bu darbenin kahir ekseriyeti silahlı kuvvetlerden geldi, ama hâlâ temizleyemediğimizi geçen hafta gördük. Ders almamışız yani. 28 Şubat’tan ders almak için, bundan sonraki dönemde dikkat etmemiz gereken ibretleri çıkartmak için her yıl anmamız gerekiyor. Çünkü 60 darbesinde rahmetli Menderes ve arkadaşları haksız yere idam edildiler. Oradan bir kısım aileler etkilendi. Ama 28 Şubat’ta milyonlarca kişi etkilendi. Benim evimde üç kızım vardı, üçü de başörtüsü nedeniyle travmalar yaşadı. Eşim memuriyetten atıldı. Böyle sayısız aile var. 28 Şubat’ın etkisi bir kişiye değil, milyonlarca kişiye sirayet etti. O yüzden bunu irdelememiz gerekiyor.

Avukat Hüsnü Tuna
Avukat Hüsnü Tuna

Birçok yönüyle irdelememiz gerekiyor 28 Şubat’ı. Mesela FETÖ’cü istihbarat müdürü Ali Fuat Yılmazer, 28 Şubat sürecinde ‘laiklik karşıtı eylemlerin güçlendiği’ tezini oluşturmaya dönük hazırlıkların kendisi tarafından yapıldığını itiraf etti. Öbür taraftan 28 Şubat’ı biz 1997 yılı ile sınırlıyoruz.

  • Öyle değil, ondan önceki Uğur Mumcu’nun öldürülmesi, Sivas, Başbağlar olayları ve o süreçte Ceyşullah, Cundullah, Hizbullah gibi uydurdukları bir sürü örgüt var. Bu olayların 97’ye kadar olan kısmını hiç gündeme getirmiyoruz. 28 Şubat’ta başörtüsüyle okula sokmadılar, doğru. Ama sürekli bunu gündeme getirerek bence bir yere gidemeyiz. O sonuçtu. Bunun bir daha oluşmaması için nelere dikkat edilmesi gerekiyor, onu konuşmak gerekiyor.

Askeriyeden atılanlar FETÖ’cü değildi

Nelere dikkat edilmesi gerekiyor peki?

28 Şubat’ın Çevik Bir, Çetin Doğan gibi bir kısım Alevi ve laikçi tipler tarafından gerçekleştiğini düşünerek hareket ettik hep. Halbuki öyle değil. FETÖ’nün Çevik Bir’e mektubu var, ‘bütün kurumlarımla senin emrindeyim’ diyor. Başörtüsü yasağı başlayınca 50’nin üzerinde öğrenci gelip hukuk işlerini yürütelim diye bize vekalet vermişlerdi. Belli bir süre geçtikten sonra 8-10 tanesi vekaletlerini almaya geldi. Başörtülerini çıkartmışlardı. FETÖ ele başı darbecilerle görüşüp ‘ben sahadan çekiliyorum’ mesajını verdikten sonra, kızlar da başlarını açtı.

  • 28 Şubat döneminde askeriyeden atılanların FETÖ’cü olduğunu söylediler mesela. Ama öyle değildi, dindar insanları atmışlardı. Çünkü FETÖ’cüler içki şişelerini kapının önüne koyarak, namaz kılmayarak, eşlerinin başını açarak zaten gizliyorlardı kendilerini. Dolayısıyla atılanlar Müslüman, mütedeyyin kişilerdi. O süreçte askeri akademiye alınan birçok FETÖ’cü oldu.

Onlar da 15 Temmuz darbesini yaptılar. O tarihteki FETÖ’cü laikçi işbirliği, bir sonraki dönemde yapılacak darbelerin elemanlarını da yerleştirerek işliyordu. 28 Şubat’ın sadece acıtıcı yönünü değil, bunları da gündeme getirmek gerekiyor. Çünkü bin yıl sürecek diyenlerin devam zihniyetini görüyoruz bugünlerde. O zaman ben de 28 Şubat darbesine maruz kalmış bir halk kesimi olarak, onu doğru anlayabilmek için her yıl mutlaka anacağım ve hatırlatacağım.