Afrika Yüzyılı

Afrika Yüzyılı.
Afrika Yüzyılı.

Türkiye’nin küresel sorunların çözümüne yönelik üstlendiği kritik roller, Afrika’da olumlu karşılık buluyor. Nitekim Afrika ülkeleri genelinde Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere Türk diplomasisine yönelik büyük bir güven ve kadirşinaslık söz konusu. Zira son olarak Ukrayna Krizi’nin Afrika’ya yönelik en önemli etkisi olan tahıl sorununun, Erdoğan’ın girişimleri sayesinde çözüme kavuşması Türkiye’ye karşı bakış açısına olumlu katkı sağladı.

Avrupalılar gelene kadar Afrika'da ne sınır vardı ne de savaş. Belki de dünyanın en hür ve mutlu insanları bu kıtada yaşıyordu. Sömürgeci Batı’nın her yeni keşfi, milyonlarca Afrikalının daha karanlık bir güne uyanmasına neden oldu. Avrupalılar, Afrika'yı açıktan sömürmeye, insanlarını da köleleştirmeyi kendine yakıştıramadığı zamanlara gelince kuruyan bir dala benzeyen kıta yeniden yeşerdi. O kadar çok insan köle edilmişti ki, 1750’de dünya nüfusu içinde Afrikalıların nisbeti %13,4 iken bu nisbet 1950’de %9’a düştü. Ancak başlarına dolanan onca belâya, tetiklenen savaşlara rağmen Afrikalı analar, yaklaşık dört Avrupalı kadına eş çocuk doğurdu. Başta Fransızlar olmak üzere Avrupalılar, “medenileştirme” projesi adı altında sömürdükleri Afrika’nın kadınlarının 7-8 çocuk doğurmalarından yakınmaya başladılar. Zîra onlara göre bu durum “modern” yaşamla hiç uyumlu değildi.

Afrika’nın başına suni belâlar

Afrika'nın nüfusunun en zayıf olduğu 1950’den sonra Avrupa nüfus artış hızında da dramatik bir düşüş yaşadı. Batı, zenginliğini paylaşmaktan o kadar korkmaya başladı ki kendi soyu bile kurumaya yüz tuttu. Onlara göre ülke refahını artırmanın en garanti yolu; nüfus artışını kontrol altına almaktı. Öyleyse bu “kurala” herkes uymalıydı. Doğurganlığı azaltmaya yönelik politikaların uygulanmasının “şiddetle” tavsiye edildiği yerlerin başını Afrika çekti. Küresel aktörlerin bunu başarmak için AIDS, Ebola gibi hastalıkları ve açlık krizlerini suni olarak yarattığı bile düşünülüyor. Tabii Afrika'ya uygulanan bu “doğurmama” baskısı “kıta zenginleşsin” diye değildi. Batı, kara kıtanın çocuklarının yeterli güce ulaştığında kendilerinden çalınanları geri almak için üstüne geleceğini adı gibi biliyordu. Hem güvenlik açısından hem de göç korkusundan yaşadığı huzursuzluk uykularını kaçırıyor.

Doğurganlığı azaltmaya yönelik politikaların uygulanmasının “şiddetle” tavsiye edildiği yerlerin başını Afrika çekti. Küresel aktörlerin bunu başarmak için AIDS, Ebola gibi hastalıkları ve açlık krizlerini suni olarak yarattığı bile düşünülüyor.
Doğurganlığı azaltmaya yönelik politikaların uygulanmasının “şiddetle” tavsiye edildiği yerlerin başını Afrika çekti. Küresel aktörlerin bunu başarmak için AIDS, Ebola gibi hastalıkları ve açlık krizlerini suni olarak yarattığı bile düşünülüyor.

Dünyada işler tersine döndü

Afrika, sömürge yıllarından miras kalan uyduruk haritalar yüzünden, yıllar süren sınır savaşları yaşadı. İç savaşlarda da sudan sebeplerden milyonlarca insan hayatını kaybetti veya yerinden oldu. Ama ne yapılırsa yapılsın Afrikalı analar daha çok doğurdu. Dünyada ise işler tersine gidiyor. Gelişmiş, zengin ülkeler nüfustaki sert düşüşe karşı çâre arıyor. Son alarm Japonya'dan geldi. Dünyanın en "yaşlı" ülkelerinden biri olarak bilinen Japonya'da 2022 yılına dâir açıklanan doğum istatistikleri en olumsuz beklentileri bile geride bıraktı. Ülke tarihinde doğum sayısı ilk kez 800 binin altına düştü. Bu, ancak sekiz yıl sonra yaşanması öngörülen bir durumdu. Japonya'da nüfus 14 yıldır düşüş eğiliminde. Şu anda 125 milyonu aşkın kişinin yaşadığı ülkede nüfusun 2060'a kadar 86,7 milyona gerilemesi bekleniyor. Dünyanın en kalabalık ülkesi Çin'den benzer haberler geldi. Çin nüfusu 60 yıldır ilk kez düştü. Çin'in 2100 yılına kadar şu anki 1,4 milyarlık nüfusunun neredeyse yarısını kaybetmesi ve nüfusun 771 milyona gerilemesi bekleniyor. Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre dünyada ortalama olarak kadın başına düşen çocuk sayısı 1950'lerde beş iken yarı yarıya azalarak 2021'de 2,3'e düştü.

Tarihte köle ticareti.
Tarihte köle ticareti.

Avrupa’nın soyu kuruyor

Öte yandan bugün 1990 yılındakinden daha az nüfusa sahip 17 ülke bulunurken, bu ülkelerin hepsi Doğu Avrupa'da yer alıyor. Ancak durum Afrika için çok farklı. Yüksek doğurganlık nisbetleri dolayısıyla Sahra altı Afrika'daki nüfus artışının 2050'ye kadar global büyümenin yarısından fazlasını oluşturması öngörülüyor.

Kıta içerisinde kadın başına ortalama 7,48 çocuğun düştüğü Nijer, doğurganlığın en yüksek olduğu ülke. Somali, Mali, Çad, Angola, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Burundi, Gambiya, Uganda, Nijerya, Burkina Faso, Zambiya, Mozambik ve Tanzanya kıta içerisinde doğurganlığın yüksek olduğu diğer ülkeler.

Dikkat edileceği gibi bu ülkelerin tamamı, Kuzey Afrika’nın dışındaki ülkelerdir. Yani günümüzde Afrika nüfus artışının ana kaynağı, Arap olmayan Afrika. Her ne kadar şimdilik kıta içerisinde ekonomik güç Kuzey Afrika’da toplansa da demografik güç Sahra-altı Afrika’da yoğunlaşıyor.

Demografik güç Afrika’ya geçecek

BM projeksiyonuna göre 1950-2100 arası dönem Afrika nüfusunun kıtasal ölçekte muazzam derecede büyüme eğiliminde olduğuna işaret ediyor. 1950’lerde henüz 200 milyonu aşmış olan kıta nüfusunun 2100’lü yıllara doğru 3,9 milyara çıkması bekleniyor.

Beklenen bu dönüşümün Afrika’yı 21. yüzyılın ikinci yarısından itibaren demografik güç hâline getirmesi bekleniyor.

1950 ile 2100 arası 150 yıllık periyod göz önünde bulundurulduğunda ortaya çok ilginç bir tablo çıkmaktadır. 2. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında dünyanın yoğun nüfus barındıran ülkeler listesine bakıldığında sadece 38 milyon nüfusu ile 13. sıradaki Nijerya ve 21 milyon nüfusu ile 21. sırada yer alan Mısır dikkat çekiyor. Bugün ise bu liste biraz daha farklı bir görünüme sahip. Dünyanın en yoğun nüfuslu ülkeleri sıralamasında ilk 25 içerisinde 6 Afrika ülkesi yer alıyor. BM’nin 2050 projeksiyonuna göre en kalabalık ülkeler sıralamasında ilk 31 içerisine 12 Afrika ülkesi girecek.

Bunlar arasında 411 milyon nüfusu ile Nijerya 3. sırada yer alırken, 202 milyon nüfusu ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti, 191 milyon nüfusu ile Etiyopya, 153 milyon nüfusu ile Mısır, 138 milyon nüfusu ile Tanzanya, 106 milyon nüfusu ile Uganda bulunuyor.

Aynı projeksiyonda Türkiye nüfusunun da 2050 yılında 96 milyona ulaşması ve bu noktadan itibaren gerilemesi bekleniyor. Bu da günümüzde Nijerya hariç nüfusu Türkiye’den daha geride olan pek çok Afrika ülkesinin nüfusunun 2050 yılında Türkiye’yi geride bırakacağı anlamına geliyor.

Kıtanın potansiyeli büyük

Afrika nüfusunun yarısının 2050 yılına kadar 25 yaşın altında olacağı tahmin ediliyor. Ayrıca Afrika bugün dünyadaki çalışma çağındaki nüfusun yüzde 14’üne sahip. BM tahminlerine göre bu oranın 2100 yılında yüzde 42’ye çıkması bekleniyor. Bu sebeple kıtanın demografik olarak muazzam bir potansiyeli olduğu yadsınamaz.

Bir ülkede ekonomik büyümenin ‘çocuk ve yaşlı sayısının çalışma çağındaki insan sayısından daha fazla olduğu’ durumda artacağı düşünüldüğünde, Afrika’nın nüfusu doğru kullanıldığında ekonomik büyümenin çok yüksek oranda olacağı öngörülebilir. Oysa klasik görüş bunun tam tersiydi. Yaşadığı yıllarda İngilizlerin en büyük ekonomisti Thomas Robert Malthus, 1798’de toplumun gelecekteki iyileşmesini etkilediği için ‘‘Nüfus teorisi üzerine bir deneme’’yi yayınladı.

Malthus’un görüşü, nüfusun artması ekonomik büyümeyi olumsuz yönde etkileyeceği yönünde olup, nüfus ve ekonomi ilişkisine yönelik kötümser ve hatta kötü niyetli bir yaklaşımda bulunmaktadır. Malthus’un nüfus teorisi birçok grup tarafından desteklendi. Ancak bozuk saat günde iki kez doğru zamanı gösterir ilkesini ispatlarcasına Yahudi Karl Marx, Malthus’un bu görüşünü eleştirdi. Marx, toplumda iyi bir örgütlenme olursa nüfusun fazlalığının sorun yaratmayacağı, işsizlik ve fakirliğin ise asıl nedeninin kapitalizm olduğunu söyledi. Zenginliğin âdil bir şekilde dağıtılması hâlinde gıda kaynaklarının nüfus artışına ayak uyduracağını savundu.

Taşlar yerine oturuyor

Avrupa’nın yaklaşık 500 yıllık sömürüsünün ardından Afrika, nihayet uluslararası sahnede adını duyurmaya başladı. Afrika 21. yüzyıla her ne kadar birçok sorunla girse de bu problemler yavaş yavaş Afrika’nın lehine düzelme eğilimine girdi. Bunu da dünyada en hızlı büyüme oranına sahip 10 ülkenin 7’sinin Afrika’da yer almasından anlayabiliriz. Ayrıca Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre, 2000-2019 yılları arasında Sahra Altı Afrika’nın Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) büyüme hızı yılda ortalama yüzde 4,9’u bulmuşken, bu oran dünya için yüzde 2,8’de kalmıştır. Buna rağmen eğitim ve istihdamla ilgili sorunlar hem kıtayı hem de dünyayı düşündürüyor.

Emperyalizmin gücü karşısında Türkiye, Afrika için yeni bir alternatif olarak değerlendiriliyor. İki taraf arasında sömürgecilik bağı olmadığı ve Türk Dış Politikası insanî konuları ön planda tuttuğu için daha tarafsız ve daha adaletli ortaklık kurmak mümkün oluyor.
Emperyalizmin gücü karşısında Türkiye, Afrika için yeni bir alternatif olarak değerlendiriliyor. İki taraf arasında sömürgecilik bağı olmadığı ve Türk Dış Politikası insanî konuları ön planda tuttuğu için daha tarafsız ve daha adaletli ortaklık kurmak mümkün oluyor.

Afrika-Türkiye ilişkileri

Zîra Afrika’nın gelecekteki büyük genç nüfusunun işsiz kalması sadece Afrika için değil, aynı zamanda dünya için de bir sorun oluşturacaktır. Birçok devlet, günümüzde Afrika ülkeleri üzerine projeler geliştiriyor. Bunun nedeni tabii ki Afrika’nın büyük bir pazar olması. Burada Türkiye’nin Afrika’ya bakışına da bir parantez açmak gerekir. Osmanlı dönemine kadar uzanan Türkiye-Afrika işbirliği, Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşundan sonra gerek siyasî gerekse ekonomik sebeplerden ötürü en alt seviyeye inmişti. İlişkinin tekrar canlanması için ilk adımın atılması 1998 yılına kadar sürdü. 1998 yılında Afrika Eylem Planı’nın kabulü ile Afrika ülkeleri ve Türkiye arasındaki ekonomik ve siyasî ilişkiler arttı. Özellikle 2000 sonrasında kıtayla çok yakın ilişkiler kuruldu. Hem ticari, hem siyasî, hem de kültürel olarak önemli girişimler din kardeşliğiyle birleşince Türkiye’nin bölgedeki etkisi her geçen gün arttı. Siyasî ilişkiler düzeyinde Türkiye’nin 2005 yılını ‘Afrika Yılı’ ilan etmesi, buna binaen 2008 yılında Afrika Birliği tarafından Türkiye’nin de Kıtanın ‘Stratejik Ortağı’ olarak ilân edilmiş olması, ikili ilişkilerde olumlu bir hava oluşturdu. Aslında 2008 yılı sadece siyasî olarak değil, diplomatik ilişkiler düzeyinde de önemli bir başlangıç oldu. O yıla kadar Türkiye’nin kıtadaki büyükelçilik sayısı 12 iken, bu yıldan itibaren Nisan 2021 tarihine kadar bu sayı 43’e yükseldi.

Türkiye-Afrika yüzyılı

Emperyalizmin gücü karşısında Türkiye, Afrika için yeni bir alternatif olarak değerlendiriliyor. İki taraf arasında sömürgecilik bağı olmadığı ve Türk Dış Politikası insanî konuları ön planda tuttuğu için daha tarafsız ve daha adaletli ortaklık kurmak mümkün oluyor. Sahra altında yoğun misyonerlik faaliyetleri nedeniyle Batı’nın etkisinin sürmesi, dil sorunu gibi sıkıntılarla Türkiye’nin kıtada bazı zorluklar yaşadığı da bir gerçek. Türkiye-Afrika ortaklığı çeşitli alanlarda her geçen gün giderek derinleşiyor. Türkiye Afrika’nın, Afrika da Türkiye’nin potansiyelinin farkında olarak çeşitli alanlarda iş birliklerini konsolide ediyor.

Dolayısıyla “Türkiye Yüzyılı” için belirlenen uzun yolda “Afrika Yüzyılı”nı da göz ardı etmemek ve ortaklık çabalarını artırarak sürdürmek akılcı bir yol olacaktır.