Akşemseddin’in Tâc-ı Şerîfi ve İstanbul

FOTOĞRAF: SEDAT ÖZKÖMEÇ
FOTOĞRAF: SEDAT ÖZKÖMEÇ

Sultan Ahmet Camii’nde Müdire Cihan Hanım nezaretinde gördüğümüz tâç, Bezmiâlem Vâlide Sultan (ö. 1853) tarafından yenilenmiş hâldeydi. Herhâlde tâç zaman içinde yıpranmış, dağılmış olmalıydı. Yeni versiyonundaki dokuz kuşaktan sekizinde âyetelkürsi, sonuncu kuşakta Bezmiâlem Vâlide Sultan’ın “tecdit (yenileme) kitâbesi” diyebileceğimiz yenileme kaydı yer alıyordu.

Bir hürmet olarak kaydedelim...

Akşemseddin’in biri fetihten önce, diğeri fetihten sonra Sultan Mehmed’e (Fatih) gönderdiği iki mektup, İstanbul’da kendisinden kalan emanetlerdendir. Fetih öncesine ait olan ilk mektup, Baltaoğlu Süleyman Bey kumandasındaki donanmamızın 19 Nisan 1453’te Haliç’e gerilen zinciri aşmak için yaptığı hücumda uğradığı ağır hasar karşısında teessüre düşen Fatih’e yazılır. Mektubun yazarı Akşemseddin, daha önce fethi müjdelediği hükümdarın ümitsizliğe düşmemesini tavsiye ediyor, fetih ordusundaki Müslümanların dahi “yasak Müslümanı” olduğunu, gevşekliğe meydan verilmemesi gerektiğini, “Allah için canını ve başını koyanın azdan az” olduğunu, ancak bir ganimet için, dünyalık için canlarını ateşe attıklarını söylüyor, her türlü sert tedbirin alınmasını sıkı sıkı tembihliyordu… En kutlu zamanda hakîkî Müslüman azdan da azdı! Mektuplar, Topkapı Sarayı arşivindedir.

HALVET KÖŞESİ

Akşemseddin Hazretlerinin İstanbul’un fethinin ardından bu şehirde bıraktığı diğer yadigâr, çekildiği halvet köşesiydi. Ayvansarayî, Hadîka’sında Ayasofya Medresesi’nin kapısı bitişiğindeki bu halvethanenin kütüphane müderrislerine tahsis edildiğini kaydetmişti. Ayasofya, fetihten sonra kılınan ilk cuma namazında Akşemseddin’in hutbe okuduğu camidir.

TEKKESİ

Akşemseddin’in İstanbul’un fethinin ardından bıraktığı hatıralardan biri de Zeyrek’te âyin yürüttüğü tekkesidir. Geçen asrın ortalarında bu tekkenin kitabesini Cemaleddin Server Revnakoğlu enkaz altından bulup çıkarmıştı. Uzun kitabe metni “Bu makam ibtidâ-yı feth-i İstanbul’da kutbu’l-ârifîn eş-Şeyh Akşemseddin hazretlerine mensup olup…” diye başlar. Kitabe hâlâ yerindedir.

Fatih Keçeciler Caddesi’nde sonradan cami olan bir mescit, yanında daha sonra karakol ve dernek olacak olan bir de mektep ondan bize kalan miras zümresindendir.

FATİH CAMİİİİ’NE BAYRAMİYE ÂYİNİ

Revnakoğlu, bir diğer adı “Akşemseddin Tekkesi” olan Keçeciler Tekkesi’nin şeyhi Hayrullah Bey’den aktardığı notlarda Fatih Camii’ne Sultan Fatih zamanında meşihat ihdas olunduğunu, hünkar mahfilinin önünde Bayramiye âyini icra edidiğini kaydeder. Buradaki meşihatin Fatih tarafından şeyhi Akşemsedin’e tevcih olunduğunu söylüyordu. Sonraları ulemanın müdahalesi ile bu cihet kaldırılmışsa da 1873-74’e kadar kısmen devam etmişti.

Not olarak ilâve edelim, Hulvî’nin Lemezât’unda Fatih Camii’nde Halvetiyye meşayıhına mahsus olan fâtiha-hânlığın 1310’daki büyük zelzeleye kadar devam ettiği ve Nureddin Hangâhî meşayıhı tarafından bunun icra edildiği ifade edilir. Bu vazifenin yıllık geliri olan 60 kuruşu da müezzinbaşıya verirlermiş. Bu fâtiha-hânlıkta usul şöyleydi: Müezzin mahfilinin altına kepek renginde arakiyeden kalın bir seccade serilir, şeyh efendi cuma namazında bulunur, namazın tesbih duasından sonra dügâh besteli beş adet kelime-i tevhîd çeker, müezzinbaşı da fatiha derdi...

EN BÜYÜK HATIRASI

Her hâlde Akşemseddin’in en mühim hatırası Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin kabr-i şerîfini tesbitidir.

Gelelim Akşemseddin hazretlerinin tâç ve asasına.

TÂÇ VE ASASI

1655 civarında doğan Naîmâ Efendi, meşhur tarihinde Sadrazam Mere Hüseyin Paşa’nın ölümüne yol açacak 1623 yılında cereyan eden hadiseler zincirini uzun uzadıya anlatır. Paşanın önce beylerbeyi rütbeli bir şahsı dövdürerek öldürtmesi, az bir zaman sonra da seyyid olan bir kadıyı tahkir etmesiyle sadrazamın azlini isteyen ulema 6 Haziran 1623’te Fatih Camii’nde toplanır.

Sonrasını Naîmâ’dan okuyoruz: “Ve nakîbi [Nakip Gubârî Efendi] kaldırıp mihrap yanında sırık üzerinde duran Akşemseddin’in tâcını biri kapıp bayrak ettier, üzerine üşüp [üşüşüp] kimi yüzünü sürer ve kimi makramesini uzatıp yüzüne sürer…”

Fatih Camiinde bir sırık üzerinde Akşemseddin’in tâcı vardır ve ilmiye sınıfı bu tâca hürmetkârdır.

Bir başka kaynakta, 1787’de vefat eden Ayvansarayî’nin Hadîka’sında Fatih’in bu camiye bıraktığı emanetlerden şeyhi Akşemseddin’in tarikat tâc-ı şerîfi ile asasının mihrabın minber tarafında iken Sultan I. Mahmud’un cülûsunde hünkâr mahfili tarafına kaldırıldığını okuyoruz. (Bir not olarak belirtelim, Hadîka’nın Arap harfli matbu metnindeki “Sultan I. Mahmud” ifadesi, Galitekin’in Latin harfli yayınında “Sultan Mehmed” olmuştur!)

Ayvansarayî açıklama yapmaksızın asa ve tâcın “çoban”a nisbetine dair rivayetin doğru olmadığını bu bölüme ilâve eder.

Süheyl Ünver, Fatih Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı adlı eserinde bu çoban hikâyesini Zeki Pakalın’ın kütüphanesinde gördüğü Târîh-i Al-i Osmân ve Feth-i İstanbul yazmasından aktarır. Güya, Fatih Camii’nin bulunduğu mahal bir çobanın mülkiyetindeymiş. Çoban kendisine teklif edilen meblağları reddederek, ancak asa ve külâhının camiye asıldığı takdirde arazisini bağışlayacağını söylemiş. Asa ve külâhın ona nisbetine dair Ayvansarayî’nin reddettiği hikâye budur.

1970’li yıllardaki restorasyona kadar Tâc-ı Şerif’in Fatih Camii’nde saklandığı bölüm
1970’li yıllardaki restorasyona kadar Tâc-ı Şerif’in Fatih Camii’nde saklandığı bölüm

ALİ RIZA BEY: FATİH CAMİİİİ’NDE KORUNUYOR

Ali Rıza Bey, Akşemseddin’e ait asa ve tarikat tacının Fatih Camii’nde korunduğunu 15 Mayıs 1340’da (1924) Milli Mecmua’da neşrettiği “Turuk-ı Aliyyenin İstanbul’da İntişarı” başlıklı yazısında kaydeder. Son olarak Cemaleddin Server Revnakoğlu 1968’de vefatına kadar Akşemseddin’in tâç ve asasının Fatih Camii’nde bulunduğunu muhtelif yazılarında not eder.

1970’lerin sonuna kadar Fatih Camii’nin Akdeniz Medreseleri’ne bakan maksurelerinde cam mahfazada teşhir edilen bu iki emanet, çalınır endişesiyle caminin üst kat müezzin mahfiline taşınmış, son restorasyon sırasında da diğer birtakım eşya ile Vakıflar’a intikal etmişti. Son yarım asırdır bu emanetlerin Akşemseddin’le alakası hafızalarda yer almıyordu; tâcı devralan Vakıflar da Akşemseddin’e aidiyetini bilmiyordu. Teslim tutanağında tâç için “Beş camlı, içinde kavuk var, camekânın içinde dival tekniğinde işlenmiş kavuk ve kuşağı” denilmişti.

BEZMİÂLEM VÂLİDE SULTÂN TECDİT ETTİ

Sultan Ahmet Camii’nde Müdire Cihan Hanım nezaretinde gördüğümüz tâç, Bezmiâlem Vâlide Sultan (ö. 1853) tarafından yenilenmiş hâldeydi. Herhâlde tâç zaman içinde yıpranmış, dağılmış olmalıydı. Yeni versiyonundaki dokuz kuşaktan sekizinde âyetelkürsi, sonuncu kuşakta Bezmiâlem Vâlide Sultan’ın “tecdit (yenileme) kitâbesi” diyebileceğimiz yenileme kaydı yer alıyordu.

Kayıtta: “Erîke-pîrây-ı saltanat-ı uzmâ Sultân Abdülmecîd Hân hazretlerinin vâlide-i muhteremeleri Bezmiâlem Vâlide Sultân-ı aliyyetü’ş-şân hazretlerinin eser-i celîleleridir, Ramazan 1265” Bu tarih, Temmuz-Ağustos 1849’a tekabül eder. Bu tür eşyalar zaman zaman yenilenirdi, arşiv kayıtlarında H. 1289’da Muhiddin Arabî’nin tâc-ı şerîfinin yenilenmesi (İ.DH. 662,46094)) isteniyordu.

Fatih Camii, 1766 depreminde yerle bir olmuştu. Zamanın ve bu vakanın tesiriyle tâc-ı şerîfin yenilenmesi her hâlde zaruriydi.

Taç yenilense de Akşemseddin’e aitti. Nitekim Fatih Camii’ni Fatih Sultan Mehmed yaptırmış, III. Mustafa yeniden ihya etmişti. Ama caminin adı yine Fatih’ti. Kurulu Mescid’i, Azatlı Sinan yaptırmıştı. Kaç defa yıkılmış yapılmıştı, son kertede Sinan’ın eseriydi. Şark çok zaman ilk baniyi, ilk şahsı hatırlar. Adet böyledir.

Bir noktayı vuzuha kavuşturalım. Bayramîliğin mühim şahsiyeti Akşemseddin döneminde giyilen tâcın biçimini, elimizdeki bu formatın hemen benzerini kadim kaynaklarda tesbit edildiğini söylemeliyiz. Tarikat tâçları hususunda Zıpçıktı Dergâhı şeyhi Agâh Efendi’nin Mecmûatu’z-Zarâyif adlı eseri dışında yapılmış anlamlı bir çalışmaya malik değiliz. Bayramîlerin giydiği tâçlar devir devir, şube şube şekillenmişti.

Revnakoğlu’nun isim vermeden Agâh Efendi’den yaptığı iktibaslara göre bazı Bayramîlerde tâç beyaz keçedendir, biraz uzuncadır ve üç terklidir. Tepesinde üst üste dikilmiş yuvarlak üç katlı parça üzerinde gülleri vardır. Yuvarlak parçalar yalnız ortasından dikilidir, kenarları dikişsizdir, krem rengindedir yahut kirli beyaz çuhadan kesilmiştir. Pir makamında postnişin bulunanların tâcı da krem renginde, cüneydî destar sarılıdır; diğer Bayramî şeyhlerinin tâcındaki destar yeşil renktedir. Altı dilimli tâç da vardır. Himmetiye kolunda tâç bambaşkadır.

TÂC İLE AYNI FORMA MEZAR TAŞI

Erken dönem Bayramî şeyh ve halifelerinin, bilhassa Akşemseddin muhitine dahil olanların mezar taşlarında tarikat tacı bulmak neredeyse imkânsızdır. Bunun bir istisnası, Sivrihisarlı Baba Yusuf el-Bayramî’nin mezarındaki tâç ile Fatih Camii’nde bulunan Akşemseddin tâcının başlık formu hemen birbirinin aynıdır.

Akşemseddin Hazretleri ile Fatih Sultan Mehmed Han hazretleri arasındaki manevî temas neyse, Sivrihisarlı Baba Yusuf’la II. Bayezid arasındaki alâka da aynısıdır. Akşemseddin’in halifelerinden olup arkasında bir yığın eser bırakan Yusuf Baba H. 918 (M. 1512) tarihinde göçtüğünde Eyüp’te Hazret-i Hâlid türbesi arkasında defnedildi. (Meraklısı, Ahmet Kartal’ın Bilig’de çıkan makalesine bakmalı) Baba Yusuf el-Bayramî’nin başında sekiz terkli tâc-ı şerîf görülür. Erken dönem Bayramî tacı anlaşılıyor ki sekiz terklidir, yani sekiz dilimlidir

Ali Rıza Bey, Akşemseddin’e ait asa ve tarikat tacının Fatih Camii’nde korunduğunu 15 Mayıs 1340’da (1924) Milli Mecmua’da neşrettiği “Turuk-ı Aliyyenin İstanbul’da İntişarı” başlıklı yazısında kaydeder. Son olarak Cemaleddin Server Revnakoğlu 1968’de vefatına kadar Akşemseddin’in tâç ve asasının Fatih Camii’nde bulunduğunu muhtelif yazılarında not eder.
Ali Rıza Bey, Akşemseddin’e ait asa ve tarikat tacının Fatih Camii’nde korunduğunu 15 Mayıs 1340’da (1924) Milli Mecmua’da neşrettiği “Turuk-ı Aliyyenin İstanbul’da İntişarı” başlıklı yazısında kaydeder. Son olarak Cemaleddin Server Revnakoğlu 1968’de vefatına kadar Akşemseddin’in tâç ve asasının Fatih Camii’nde bulunduğunu muhtelif yazılarında not eder.

DOKUZ ŞERİT NASIL İZAH EDİLMELİ?

Akşemseddin’in tâcındaki dokuz şeriti nasıl izah etmeli? Belki başın ön tarafını örten bu tâç hususî merasimlerde kullanılıyordu. Naîmâ’da bu tâçtan bahsedilirken makremelerinin yüze sürüldüğünden bahsedilir. Reşat Ekrem Koçu, Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü’nde birçok anlamı olan bu kelimenin “süs için konulan uzun püskül” karşılığından da bahseder. Dokuz püskülün birinin ‘ketebe kaydı’ olduğu düşünülürse, geri kalan sekiz şeridin tâcın sekiz dilime işaret ettiği de kabul edilebilir. Bu mevzuda yeterli bilgiye sahip değiliz.

PAŞMAK-I ŞERÎF TEKKESİ VE PABUCU ŞERİF

Böyle emanetlerden birinin muhafaza edildiği bir yer de Hamzazade Tekkesi’ydi. Burası ayin gününden dolayı “Pazar Tekkesi” adıyla tanındığı gibi, Abdülehad Nûrî’nin halifesi olan kurucu şeyh Bolulu Hamza Efendi, ecdadından miras kalan Hz. Peygamber’e ait papucu burada muhafaza ettiğinden “Paşmak-ı şerîf Tekkesi” diye de bilinirdi. Papuç, Fahreddin Erenden’in notlarına göre Peygamber Efendimize (a.s.) çocukluk döneminde giydirilen meşin ayakkabının sağ tekiydi.

Bu papuç, tekkenin son asil şeyhi ve Eyüp Eski-Yeni Mahallesi imamı Şeyh Ali Rıza Efendi, Eyüp’te Cerrâhî Sertarîkzâde Tekkesi şeyhi Camcı Şeyh Ali Efendi’ye mensup olduğu için Sertarîkzâde Tekkesi türbe mahallinde muhafaza edilirken Camcı Şeyh’in vefatından sonra Şeyh Ali Rıza Efendi, emaneti Camcı Şeyh’in oğlu Şeyh Râşid’den alarak kendi evinde tutar. Satılacağı dedikoduları üzerine papuç önce Sultanselim Camii hünkâr mahfiline, ardından da Yavuz Sultan Selim’in türbesine konulur. Tekkede ayrıca Hz. Peygamber (a.s.)’in Sakal-ı Şerîfi de bulunuyordu.

KADEM-İ ŞERÎF HÂLEN EYÜP SULTAN TÜRBESİ’NDE

Davut Paşa İskelesi’ndeki Sa‘diyye’den Kadem-i şerîf Tekkesi’nin ilk şeyhi Şeyh Seyyid Hacı Mehmed Ziyâde Efendi, Şam’da Kadem-i Şerîf mahallinin muhafızlığını yapmıştı. Bu dergâhın adı banisinden dolayı “Halil Paşa Tekkesi” iken Şam’dan getirilen kadem-i saâdet münasebetiyle aynı zamanda “Kadem-i şerîf Tekkesi”ydi. Hz. Peygamber (a.s.)’in ayak izi bulunan bu taşı başlangıçta I. Abdülhamîd Han H.1198’de Şam’dan getirtmiş, kutsî emanet önce Bahçekapı’da yaptırdıkları külliyede, bir süre de Kadem-i Şerîf Tekkesi’nde muhafaza edilmişti. Halil Hamîd Paşa’nın katlinden sonra Kadem-i Şerîf eski yerine, I. Sultan Abdulhamîd’in türbesine nakledildi.

Hz. Peygamber (a.s.)’in ayak izinin bir kayaya nasıl tesir edip kaldığı meselesi, I. Abdülhamîd zamanında sarayın kiler-i hâssa hocalarından Ayntâbî Seyyid Mehmed Münîb tarafından kaleme alınan Âsâru’l-Hikem Fî Nakşi’l-Kadem adlı eserin mevzusudur. Kadem-i Şerîf Tekkesi’nde ayrıca Veyse’l-Karanî’nin arakiyesi ve Kâbe’nin anahtarı da vardı.

Eyüp’te Eyüp Sultan Türbesi’nde bir Kadem-i Şerîf hâlâ teşhirdedir. Kabe’nin hemen yakınındaki Makâm-ı İbrahim’de de Hz. İbrahim’in ayak bastığı kayada bıraktığı iz durur.

Birbirine yakın anlamlarıyla ve daha çok kısa kollu pamuklu gömlek için kullanılan “zıbın” kelimesi Zıbın-ı Şerîf Tekkesi’nin adında geçer. Bir zamanlar Taşkasap’ta Selçuk Hatun Mescidi’nin karşısında bulunan bu tekkede her hâlde Hz. Peygamber (a.s.)’e ait bir zıbın vardı.

Şeyh Hamza Tekkesi haricinde Başmak-ı Şerif bulunduran bir tekke de Bayram Paşa Tekkesi’ydi.

AZİZ MAHMUD HÜDÂYÎ’NİN TÂC-I ŞERÎF ZİYARETİ

Tarikat pirlerinin tâçlarına hürmet kimi zaman hususî bir merasimle ziyarete de dönüşürdü. Aziz Mahmud Hüdâyî hazretlerinin tâcı da bir merasimle ziyaret edilirdi.

Bu hususta Revnakoğlu’ndan “Celvetîlerde tâc-ı şerîf ziyareti” başlıklı notları aktaralım:

“Şeker (Ramazan) ve kurban bayramlarında arefe günleri ikindi namazından sonra yapılırdı. Hankahın postnişini önde ve bütün mensuplar, dedeler kıdem sırasına göre dizi hâlinde türbe-i şerîfeye inilir. En önde buhurdan yanar. Türbe kapısından içeriye atılan ilk adım ile beraber şeyh efendi tarafından fatiha edilir ve arkasından kelime-i tevhîde başlanılır, gayet ağır olarak devam eder. Tevhîd-i şerîfin süresi içinde ziyaret açılır ve şöyle başlar: Hazret-i Pîr’in asırlarca önce kendi eliyle sarıp giydiği tâc-ı şerîf kendisine mahsus çekmecedeki bohçasından çıkarılıp sehpa üzerine getirilir ve tevhîd-i şerîf devam ederken şeyh efendinin elinde ziyaret olunur. Ziyaret tamam olunca tâc-ı şerîf bohçaya konulmaz, türbeye gönderilir, Hazret-i Pîr’in sandukasında her gün duran tâç alınıp yerine bu eski tâç konulur ve tevhîd-i şerîf bir süre daha uzatıldıktan sonra oturulur. Mülk suresi okunulur. Sonunda şeyh efendi tarafından dua edilir ve türbeden çıkılır. Bayramların son günlerinde yine ikindiden sonra aynı şekilde türbede toplanılır. Bu sefer tâc-ı şerîf sandukadan alınıp kendi mahfazasının içine bırakılır, önündeki yılın bayramına kadar bir daha çıkmaz ve açılmaz.”

İstanbul, tarihî yarımada Sultan Selim’in Mısır’ı fethinden sonra başta Hz. Peygamber’e, sahabeye ait birçok eşyanın geldiği yer oldu. Topkapı Sarayı’nda saklanan bu mukaddes emanetler tam da İngilizlerin eline geçmek üzere iken Hicaz’dan Fahreddin Paşa’nın getirdikleriyle son halini aldı.

İstanbul’da mübarek emanetler ve mekanlar sayılmakla bitmez…

Son olarak, bu çalışmamızda izini sürdüğümüz tâç, bilhassa Can Kemal Özer, Ramazan Minder ve Cihan Özsayıner’in her türlü takdirin üzerindeki hizmetleri ile ortaya çıkarıldı.