Al Jazeera’den MİT-MOSSAD belgeseli

Katar merkezli Al Jazeera televizyonu, İsrail’in istihbarat teşkilatı Mossad'ın birkaç yıl önce Türkiye'de başarısızlıkla neticelenen operasyonuyla ilgili bir belgesel yayınladı.
Katar merkezli Al Jazeera televizyonu, İsrail’in istihbarat teşkilatı Mossad'ın birkaç yıl önce Türkiye'de başarısızlıkla neticelenen operasyonuyla ilgili bir belgesel yayınladı.

Belgesel, MİT’in MOSSAD gibi profesyonel bir gizli servisi âdeta “uyutarak” nasıl başarılı bir operasyona imza attığını göstermesi bakımından önemli. Türk istihbaratının operasyonel başarısı ve kabiliyetleri, uluslararası etkinliğe sahip bir mecradan yalnızca bölgeye değil tüm dünyaya anlatılmış oldu.

Katar merkezli Al Jazeera televizyonu, İsrail’in istihbarat teşkilatı Mossad'ın birkaç yıl önce Türkiye'de başarısızlıkla neticelenen operasyonuyla ilgili bir belgesel yayınladı.

Ocak ortasında yayınlanan ve Mossad’ın Türkiye’deki Hamas yöneticileri hakkında bilgi edinmek amacıyla yürüttüğü operasyonu anlatan belgesel (An investigation into the Mossad’s activities in Turkey) yalnızca Türkiye’de değil uluslararası kamuoyunda da ses getirdi.

Al Jazeera'dan Tamer Almisshal'ın hazırladığı yaklaşık 45 dakikalık belgesel, aslında kamuoyunun bildiği bir meseleye dâir ayrıntılı ses kayıtları, tanıklıklar ve belgelere dayanan kapsamlı bir inceleme sunuyor. İzlemeyenler için konusunu kısaca özetleyelim.

Filistinli gençleri seçtiler

Milli İstihbarat Teşkilatı.
Milli İstihbarat Teşkilatı.

Türkiye’de yaşayan Hamas yetkililerini takip etmek isteyen İsrail istihbaratı, kendisi adına muhbirlik yapmaları için çeşitli sosyal medya platformları üzerinden Türkiye’de yaşayan Filistinlilere ulaşır. Sahte kimlikler kullanan Mossad ajanları, özellikle maddi durumu iyi olmayan genç Filistinli üniversite öğrencilerini seçer.

Belgesele göre öğrenciler, Mossad’dan belli aralıklarla kendileri için yüklü sayılabilecek miktarlarda para alır. Paranın yanı sıra başka ‘teşvikler’ de vardır. Mesela talebelerden birinin yaklaşık bir saat gibi kısa bir süre içerisinde İsviçre vizesi alması sağlanır.

Ancak Mossad ajanlarının soruları, çelişkili ifadeleri ve sunduğu tekliflerden şüphelenen Filistinli gençler, Türk istihbaratından yetkililerle işbirliği yaparak bir buçuk yıl boyunca Mossad ajanlarını “kandırır.”

Belgeselin anlatımına göre Filistinli öğrenciler, ilk olarak kendilerine ulaşan ve Arap olduğunu söyleyen kişilerin, çalıştıkları kuruma ilişkin bilgi verirken bulundukları konumu sürekli değiştirmesinden kuşkulanır. Mesela Suudi Arabistan’da olduğunu söyleyen bir kişinin sosyal medya hesabında Tel Aviv’den konum paylaşması, öğrencilerin şüphelerini daha da artırır.

Mit ile işbirliği

Filistinli gençler, konuştukları kişilerin kendilerinden Türkiye’deki üst düzey Hamas yöneticilerinin isim, iletişim ve adres bilgilerini istemesi üzerine ajan olduklarına kanâat getirir ve Türk istihbaratına ihbarda bulunur.

Belgeseldeki anlatıma göre “Adnan” rumuzlu Filistinli öğrenci, iletişimde olduğu kişilerin kendilerini NATO ve AB’de çalışan güvenlik uzmanları olarak tanıtıp “Filistin’in iyiliği için” Türkiye’de yaşayan Hamas üyelerinin bilgilerini istediğini ve bunun üzerine bu kişilerin ajan olduğundan şüphe ettiğini MİT’e anlatır.

İşte asıl operasyon bundan sonra başlar. Filistinliler, MİT ile işbirliği yaparak şüphelendikleri kişilerin operasyonlarını bozmak için bu ajanlara yanlış bilgi verir ve Mossad’ı yaklaşık bir buçuk yıl boyunca tabiri caizse oyalar.

Belgeseldeki anlatıma göre “Adnan” rumuzlu Filistinli öğrenci, iletişimde olduğu kişilerin kendilerini NATO ve AB’de çalışan güvenlik uzmanları olarak tanıtıp “Filistin’in iyiliği için” Türkiye’de yaşayan Hamas üyelerinin bilgilerini istediğini ve bunun üzerine bu kişilerin ajan olduğundan şüphe ettiğini MİT’e anlatır.
Belgeseldeki anlatıma göre “Adnan” rumuzlu Filistinli öğrenci, iletişimde olduğu kişilerin kendilerini NATO ve AB’de çalışan güvenlik uzmanları olarak tanıtıp “Filistin’in iyiliği için” Türkiye’de yaşayan Hamas üyelerinin bilgilerini istediğini ve bunun üzerine bu kişilerin ajan olduğundan şüphe ettiğini MİT’e anlatır.

Paravan hayır kuruluşu

Belgesel, Türk yetkililerin Mossad ajanlarının kimliklerini, yaptıkları birkaç hata sayesinde nasıl tespit ettiğini detaylı bir biçimde anlatıyor. Öte yandan Mossad’ın Türkiye’deki operasyonu kapsamında faaliyetlerini yürütebilmek için kurduğu Al Sewak isimli paravan hayır kuruluşunun da süreçte katkısı oluyor. Zîra MİT, bu STK’nın web sitesini hack’leyerek söz konusu sitenin İsrail’den yönetildiğini açığa çıkarıyor.

Belgesel, MİT’in Mossad gibi profesyonel bir gizli servisi âdeta “uyutarak” nasıl başarılı bir operasyona imza attığını göstermesi bakımından önemli. Türk istihbaratının operasyonel başarısı ve kabiliyetleri, uluslararası etkinliğe sahip bir mecradan yalnızca bölgeye değil tüm dünyaya anlatılmış oldu. İçerideki etkisi ise şüphesiz son dönemde ‘moda’ olan istihbarat dizilerinin etkisinden çok daha büyük ve inandırıcı olacaktır.

Bununla birlikte aslında belgeselin dolaylı olarak açığa çıkardığı bir diğer husus da MİT’in, Türkiye’de Mossad’ın bilgi toplamaya çalıştığı Hamas’a yakın olan Filistinli öğrenciler arasında güçlü bir istihbarat ve haberleşme ağı kurmuş olduğu. Bunu, şüphe içindeki Filistinli öğrencilerin MİT’e hiç vakit kaybetmeden ihbarda bulunabilmesinden, bunun için gerekli olan kanalların açık olmasından rahatlıkla anlıyoruz. Farklı ülkelerin istihbarat servislerinin hedefi olabilecek çeşitli milletlerin ve grupların içine MİT’in nüfuz etmiş olduğunu görmek de şüphesiz her bir T.C. vatandaşı için rahatlatıcı ve güven tazeleyici bir etkiye sahip.

  • Abu Dabi’de ‘kardeşlik’ zirvesi: MBS neden yoktu?
  • Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) lideri Muhammed bin Zayed’in resmî davetiyle Mısır, Ürdün ve Körfez’den Bahreyn ile Katar’ın liderleri, 18 Ocak Çarşamba günü Abu Dabi’de bölgesel meseleleri konuşmak üzere “kardeşçe istişâre toplantısı”nda bir araya geldi.
  • Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad el Sani, Umman Sultanı Heysem bin Tarık, Bahreyn Kralı Hamad bin İsa el Halife, Ürdün Kralı 2. Abdullah ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah el Sisi’nin katıldığı “Bölgede Refah ve İstikrar” temalı toplantıda, Suudi Arabistan’ın de facto lideri Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın yer almaması bazı soru işaretlerini beraberinde getirdi.
  • Bu soru işaretleri, Abu Dabi ile Riyad / Muhammed bin Zayed ile Muhammed bin Selman arasında son dönemde bölge ve küresel politikalara ilişkin bir ayrışmanın yaşandığı iddialarına yeni bir boyut daha kazandırmış oldu.
  • Hatırlatacak olursak, Muhammed bin Zayed de önceki ay Riyad’da yapılan Körfez-Çin Zirvesi’ne katılmamıştı.
  • Söz konusu gelişmeleri ikili arasında ‘basit’ bir bölge ve küresel rekabet olarak değerlendirenler de var, daha ciddi bir çatlağa yol açma potansiyeli olan bir ‘kopuş’ süreci olarak yorumlayanlar da…
  • Bunlardan hangisinin söz konusu olduğunu zaman gösterecek olsa da BAE ve Suudi Arabistan arasında özellikle bölge politikalarında bazı anlaşmazlıklar yaşandığı bir gerçek. Anlaşmazlık konuları arasında en önemlileri şüphesiz Yemen savaşındaki tutum ve İsrail ile normalleşme süreçleri. Nitekim BAE, İsrail’le normalleşme sürecini oldukça hızlı ve kapsamlı bir biçimde yürütürken, Suudi Arabistan dışarıdan gelen baskılara rağmen bu konuda oldukça ihtiyatlı kalmaya devam ediyor. Bu noktada İsrail’de yeni kurulan “ülke tarihinin en aşırı sağ” hükümetinin de Arap dünyasında mevcut veya potansiyel normalleşmeleri baltalayabileceğini ve yeni bölgeye dair anlaşmazlıklara sebebiyet verebileceğini de not edelim.
  • Toplantının en önemli gündemlerinden ve hatta belki de gerçekleşme nedenlerinden biri de ekonomisi tamamen çökme tehlikesi ile karşı karşıya olan Mısır’ın durumuydu.
  • Mısır parasının değeri tarihin en düşük seviyelerine düşerken, artan enflasyon oranları, rekor boyutlara ulaşan dış borç ve IMF’nin dayattığı sert koşullar, ülke ekonomisinin geleceğine dâir karanlık bir tabloya işaret ediyor.
  • IMF'nin, Körfez ülkelerinden Mısır'a 40 milyar dolarlık acil yardım sağlamalarını istediğine, aksi takdirde ülkenin çöküşünün çok yakın ve kaçınılmaz olduğuna dâir raporlar dolaşıyor.
  • Tam bu noktada Suudi Arabistan Maliye Bakanı’nın en son Davos’ta, Mısır ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu “kırılgan ekonomilere destek” vermeye devam edeceklerini belirttiğini not edelim.
  • Körfez içinde ayrışmazlık yaratan ve Abu Dabi zirvesindeki çatlağı açıklayabilecek bir diğer faktör olarak da Mısır konusunu sayabiliriz.
  • Bilhassa Arap Baharı akabinde gelen 2013 darbesi ile Sisi’nin yönetime geçmesini takiben uzun yıllar Suudi Arabistan, BAE ve Kuveyt’in başını çektiği Körfez ülkeleri, Sisi rejimine ekonomik anlamda adeta can simidi oldu.
  • Ancak son dönemde çıkan haberler, Mısır'daki ekonomik kriz nedeniyle Körfez ülkelerinin Sisi'ye verdiği desteği geri çekmeye başladığının göstergesi olarak yorumlanıyor. Sisi'nin mevcut meseleleri çözmekte yetersiz kalması, dahası soruna neredeyse kayıtsız görünmesi, Mısır'a büyük yatırımlar yapan Körfez ülkeleri arasında ciddi hayâl kırıklığına yol açmış görünüyor.
  • Söz konusu hayâl kırıklığının, ülkeyi yönetme konusunda güven kaybı ve mâlî açıdan kendilerine ‘yük’ olmaya başlaması sebebiyle Körfez liderlerini, Sisi rejimine desteği çekme noktasına kadar götürebileceği yorumlarını yapanlar bile var.
  • Destek bitebilir
  • Tüm bunlara ek olarak, Arap Baharı dönemi dinamiklerinin geride kalmış olması da (İhvan’ın eskisi kadar büyük bir tehdit olarak algılanmaması dâhil) Mısır’ın bölge için ehemmiyetini azaltmasa dahi Sisi rejimine yönelik kayıtsız-şartsız destek yaklaşımının gözden geçirilmesinde etken olabilir.
  • Körfez’de Mısır'ın fonlanmasına açıkça karşı çıkan sesler giderek çoğalıyor. Sisi rejiminin daha fazla finanse edilmemesine dâir seslerin son zamanlarda özellikle Kuveyt’ten yükseliyor olması, aynı zamanda Abu Dabi’deki zirvede neden Kuveyt’ten katılım olmadığını da açıklayabilir.
  • Son yıllarda değişen öncelikler ve güncellenen tehdit algıları sayesinde hız kazanan bölgenin normalleşmesi ve ‘kardeşlik’ havası şimdilik devam ederken, ülkeler arasındaki politika farklılıkları, irili ufaklı ayrışma ve çatlakları beraberinde getirebilir. Bu durum -Abu Dabi’deki gibi- bilhassa bölgesel konuların ele alınacağı toplantılarda temsil konusunda farklılıklar ortaya çıkarabilir. Bu nedenle önümüzdeki dönemde bu tür zirve ve toplantıların daha mikro düzeyde gerçekleşmesi ve herkesin aynı anda masada olmaması durumunun normalleşmesi beklenebilir.