Aliya’nın vefatından 20 yıl sonra Bosna ve Boşnaklar

Aliya’nın vefatından 20 yıl sonra Bosna ve Boşnaklar.
Aliya’nın vefatından 20 yıl sonra Bosna ve Boşnaklar.

Aliya İzzetbegoviç arkasında zengin bir fikri miras bıraktı. Onun batı düşüncesine, komünizme ve İslam’a âit görüşleri üzerine bugün çok sayıda konferans, sempozyum ve toplantılar düzenleniyor. Onun adını taşıyan enstitü ve araştırma merkezleri kuruluyor. “Yeryüzünün öğretmeni olmak için gökyüzünün öğrencisi olmak” ve “savaş düşmana benzeyince kaybedilir” gibi atasözü haline gelmiş sözleri günlük hayatımıza girecek kadar yaygın bir hâle gelmiştir. Aliya ile ne değişti sorusunun cevabı aslında yukarıda sıraladığımız olaylar dizisinin içinde yer alıyor. Ancak tek bir cümle ile ifade etmeye çalışırsak şunu söyleyebiliriz: Bir asırdır kendini ifade edemeyen milyonlarca Balkan Müslümanlarının sesini tüm dünyaya duyuran kahramanın adı Aliya İzzetbegoviç’tir.

19 Ekim 2003 günü bağımsız Bosna-Hersek devletinin mimarı ve Boşnak milletinin efsane lideri ebediyet âlemine göçtü. Aliya’sız geçen 20 yılda Bosna ve Balkanlardaki bazı değişim ve gelişmeler ciddi bir tahlile ihtiyaç duyuyor. Öncelikle şu tespit yapılmalı. Aliya merhum vefatından sonra da hem Balkanları hem de fikir dünyasını artan bir oranda etkilemeye devam etmektedir. Ebediyet âlemine göçmesinden sonra hakkında yazılan makale kitap ve üretilen belgesellerdeki ciddi artış tespitimizin kaynağını oluşturmakta.

Doksanlı yıllarda yaşanan kanlı olaylar sonrasında Balkanların siyasi istikrara kavuşturulması konusunda herhangi bir ilerleme sağlanamadığın söylemeliyiz. Sırbistan-Kosova ihtilafının çözümünde anlaşma yerine gerginliğin her geçen gün arttığını görüyoruz. Bağımsızlığı, BM teminatı altındaki Bosna-Hersek için de durum farklı değil. Bosna’nın varlığını hâlâ kabullenmek istemeyen iki sınır komşusunun her alandaki sinsi saldırıları ve engellemeleri ile mücadele etmek zorunda olan Bosna, kendi problemlerini çözmeye ve ilerlemeye imkân bulamıyor.

Balkanlara yönelik istikrar arayışlarını olumsuz yönde etkileyen diğer husus, Ukrayna-Rusya arasında patlayan savaş. Bu savaş sebebiyle Avrupa Birliği enerji krizine girmiş ve kendi iç problemleri ile boğuşması sebebiyle Balkanlara istikrar getirme çalışmaları ikinci hatta üçüncü plana düşmüştür. Benzer durum ABD için de geçerlidir.

Aliya ile Balkanlarda ne değişti?

20. asrın başlarında Osmanlı idaresinin bölgeden çekilmesiyle girilen dönemin en önemli özelliği Balkanlarda yaşayan Müslüman milletlerin varlıklarını ve maruz kaldıkları zulümleri ifade edememeleridir. Devletsiz kalan Müslümanlar uluslararası korumadan da mahrum kalmıştır. Ermeniler, Rumlar ve diğer bazı gayrimüslim milletler; ABD, İngiltere gibi güçlerin himayesini kazanırken Türkler, Boşnaklar, Arnavutlar; Yugoslavya, Bulgaristan ve Yunanistan’ın insafına bırakılmıştı.

Eski Yugoslavya’da azınlık konumuna düşen Müslüman milletler, gittikçe artan devlet baskıları altında nerede ise bir asır boyunca yaşamak zorunda kaldılar. Bulgaristan ve Yunanistan’daki Türkler için de durum aynı idi.

Osmanlı zamanında asırlar boyu özgürce refah ve huzur içinde yaşamaya alışmış Müslümanlar için girilen bu yeni dönemde iki alternatif vardı. Birincisi, maruz kaldıkları devlet zulmüne tahammül etmek, ikincisi ise Anadolu’ya göç etmekti. Zulümden bıkan önemli bir çoğunluk vatanlarını terk ederek çareyi Anadolu’ya sığınarak kendilerine yeni hayatlar kurdular. Son asırda Balkanlardan Anadolu’ya sığınanların sayısı milyonlarla ifade edilmektedir.

Türkiye’nin Balkanlarla olan ilgisi süren göç dalgaları ile sınırlı kalmıştır. Hükümetler sürekli bir hâl alan Balkan göçlerinin sebepleri üzerinde herhangi bir politika geliştirme ihtiyacı duymamıştır. Aksine erken cumhuriyet yıllarında mübadele ile büyük bir göç hareketi yaşanmış olması Balkanlardan Anadolu’ya süren göçleri sıradan bir olay haline getirmiştir. Mübadele anlaşması her ne kadar Yunanistan ile yapılmışsa da Bulgaristan ve Yugoslavya’dan da Müslüman göçü kesintisiz sürmüş hatta hâlâ da sürmektedir.

1950’den sonra da Türkiye’nin konu ile ilgili bir politika geliştirmemesi sebebiyle Balkanlardan Türkiye’ye göçlerin adeta patlama yaparak arttığı gözlenmiştir.

Soğuk savaşın bitmesi Balkanları nasıl değiştirdi?

Türk kamuoyu Aliya İzzetbegoviç ismini ilk defa 1987 yılında İstanbul’da yayınlanan, ‘Doğu ve Batı Arasında İslam’ adlı kitabıyla duydu.
Türk kamuoyu Aliya İzzetbegoviç ismini ilk defa 1987 yılında İstanbul’da yayınlanan, ‘Doğu ve Batı Arasında İslam’ adlı kitabıyla duydu.

Soğuk savaşın bitmesi ile dünyamızın siyasi coğrafyası kökünden değişti. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile bağımsızlığa kavuşan Türk Cumhuriyetleri ve Yugoslavya’dan ayrılarak bağımsız devletlere dönüşen ülkeler sebebiyle BM’deki üye devlet sayısında ciddi bir artış yaşandı. Türkiye Cumhuriyeti artık istese de istemese de soğuk savaş yıllarının dış politikalarını devam ettiremeyeceğini kabullenmek zorunda kaldı. Doğu’da 90 yıl boyunca Türkiye’ye kapalı kalan yeni bir dünyanın kapıları ardına kadar açılmış, Balkanlardaki Müslüman milletler üzerindeki baskılar azalmış ve Türkiye ile yakınlaşmanın önündeki engeller kalkmıştı.

Türk kamuoyu Aliya İzzetbegoviç ismini ilk defa 1987 yılında İstanbul’da yayınlanan, ‘Doğu ve Batı Arasında İslam’ adlı kitabıyla duydu. Bu kitap yayınlandığı zaman Aliya ve dava arkadaşları, Komünist Yugoslavya rejiminin sakıncalı bulunan fikirleri yüzünden cezaevinde çile dolduruyordu.

Soğuk savaş yıllarında yazdığı bu kitapta İzzetbegoviç’in diyalektik materyalizme ve Batı düşüncesinin temellerine karşı öne sürdüğü eleştiriler, sadece kendi ülkesinde değil, fikir dünyasında da beklenmedik bir ilgi ile karşılaştı. Bu kitabın, İslam düşüncesi ile uğraşan kalem erbabını ve akademi dünyasını adeta uyandırdığını söyleyebiliriz.

Aliya nasıl bir çevrede yetişti?

Aliya’nın yetiştiği çevre hakkında kısa bir bilgi vermenin gerekli olduğunu düşünüyorum. 1878 Berlin Konferansı ile Avusturya-Macaristan idaresine verilen Bosna’da gelen yeni idare, Boşnakların ciddi bir direnişi ile karşılaştı. Boşnaklar gelen yönetimin geçici olacağı ve Osmanlı idaresinin yeniden bölgeye geri geleceği beklentisi içindeydi. Sultan 2. Abdülhamid de Bosna ile çok yakından ilgilenmiş ve Boşnaklara her çeşit maddî-mânevî desteği vermişti. Ancak Balkan harpleri ve 1. Dünya Savaşı ile Osmanlı dağılınca Boşnaklar İstanbul’un desteğinden mahrum tek başına kala kaldı. Hem Yugoslavya Krallığı hem de Komünist Yugoslavya, Boşnaklara hasım muamelesi yaptı. Bir taraftan asimile etmeye çalışırken diğer taraftan da onları Anadolu’ya sürgün etmeye devam etti.

Boşnaklar kimliklerini nasıl korudu?

1878’den 1990 yılına kadar geçen bu dönem içinde Boşnaklar Osmanlı’dan miras aldıkları İslam kimliği ve Osmanlı kültürünü yaşatmak için gizli-açık kesintisiz bir mücadele vermiştir. Kuşaktan kuşağa taşınan bu direniş kültürü zamanın değişen şartlarına göre geliştirilmiş ve neticede Boşnak milleti, Müslüman kimliğini muhafaza etmeye muvaffak olmuştur. Günümüzde Boşnakların sıkı sıkıya sahiplendiği bu kültür zenginliğini, Balkanlardaki diğer Müslüman milletlerde bulmanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Nitekim Balkanlarda Aliya ile kıyas edilebilecek fikrî ve siyasî başka bir lider bulamazsınız. Aliya gibi bir liderin Boşnaklar arasından çıkması da tesadüf değil.

Boşnakların İslam kimliğine ısrarla sahiplenmesi sebebiyle onları asimile edemeyeceğinin farkına varan Komünist Yugoslavya rejimi, 1971 yılında onların Müslüman kimliğini resmen tanımak zorunda kaldı. Dünyada Yahudilerden sonra dînî ve millî kimliği tek kelime (Müslüman) ile ifade edilen yegâne millet Boşnaklardır. 1993 yılında Saraybosna’da toplanan 1. Büyük Boşnak Kurultayında Boşnak isminin kullanılması ittifakla kabul edildi. Bu kabulün, İslam’dan kopmak gibi bir anlamının olmadığını bilhassa vurgulamak gerek.

Aliya ve arkadaşlarının başlattığı ve tüm Boşnak milletinin toptan benimsediği hareketin kökeninde, Boşnak milletinin 1.5 asır içinde geliştirdiği bu direniş kültürünün önemli olduğunu düşünüyorum. Aliya’yı mensup olduğu milletinden kopuk münferit bir filozof olarak tanımlamak yanlıştır. O zâten sadece bir fikir adamı değil aynı zamanda tüm Boşnak milletinin desteğini arkasına almayı başarmış bir siyaset ve devlet adamıdır. Sadece Boşnak milletinin de değil Müslüman olmayan bir kesim Sırp ve Hırvat ile Komünist Yugoslavya’nın asimile etmeyi başardığı İslam ve Hıristiyanlıktan kopmuş ateistlerin bir kısmının da desteğini almayı başarmıştır. Herhangi bir inanca, dine ve ideolojiye bağlı olmayan bu kitle, kendini bağımsız Bosna’yı savunan vatanseverler olarak tanımlamaktadır. Bu kadar farklı insanı Bosna Vatanseverleri Bayrağı altında toplama başarısı, Aliya’dan başka hiçbir siyasinin başaramayacağı bir gerçektir.

Zengin bir fikri miras

Aliya, arkasında zengin bir fikri miras bıraktı. Onun batı düşüncesine, komünizme ve İslam’a âit görüşleri üzerine bugün çok sayıda konferans, sempozyum ve toplantılar düzenleniyor. Onun adını taşıyan enstitü ve araştırma merkezleri kuruluyor.

“Yeryüzünün öğretmeni olmak için gökyüzünün öğrencisi olmak” ve “savaş düşmana benzeyince kaybedilir” gibi atasözü haline gelmiş sözleri günlük hayatımıza girecek kadar yaygın bir hâle gelmiştir.

Aliya ile ne değişti sorusunun cevabı aslında yukarıda sıraladığımız olaylar dizisinin içinde yer alıyor. Ancak tek bir cümle ile ifade etmeye çalışırsak şunu söyleyebiliriz: Bir asırdır kendini ifade edemeyen milyonlarca balkan Müslümanlarının sesini tüm dünyaya duyuran kahramanın adı Aliya İzetbegoviç’tir.