Almanya seçimleri ışığında: Zeitgeist ve silik liderler çağı

Almanya seçimleri.
Almanya seçimleri.

Almanya’nın büyük laflar etmeyi bırakıp büyük hamleler yapacak bir lidere ihtiyacı var. Bağımsız Almanya, bağımsız Avrupa demek nihayetinde. Fakat ne Scholtz ne Merz ne de Elon Musk’ın pışpışlayıp durduğu Weidel bu çapta bir liderlik ışığı taşıyor. Almanya seçimleri, dünyanın ve bilhassa Avrupa’nın silik liderler çağını yaşadığını bir tokat gibi suratlara çarpıyor.

Almanların dünya literatürüne kazandırdığı ilginç kelimeler mevcut. “Schadenfreude” onlardan biri. Tam olarak “zarara sevinmek” mânâsına gelse de kişi kendi zararına sevinemeyeceği için “başkasının zararına sevinmek” olarak tercüme ediliyor. Bu tür kelimelerin belki de en havalısı şu meşhur “zeitgeist” kelimesi. Havalı olduğu kadar hayli mânâlı da bu kelime. Zeitgeist, mâlumunuz “zamanın ruhu” demek. Mucidi Alman filozofu Hegel olduğundan mıdır, her ortama cuk oturan böyle bir kelime bulmak pek kolay değil.

Hegel, kelimeyi Fransız İhtilâli ile başlayan yeni çağı teşhis babında kullandı. 1789 yılını takip eden 20-30 yıllık süreçte önce Avrupa, sonra dünya ölçeğinde büyük bir paradigma değişimi yaşandı çünkü. Zamanın ruhu fikirlere, hâdiselere, insanlara ve son olarak toplumlara öyle bir sindi ki, bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı, olduğu yerde öylece kalamadı.

Sessiz bir ihtilâlin ayak sesleri

Peki, “zeitgeist” kelimesi bugün için ne ifade ediyor?

Okullarda ev ödevlerini, işyerlerinde üretim faaliyetlerini her neye teslim ettiysek, günlük hayatımızın en ücra köşesine dek sızan her neyse, bir zamanların her derde deva aspirini gibi başımız her ağrıdığında nereye danışıyorsak, “zamanın ruhu”nu işte orada aramalıyız.

Fikirlere, hâdiselere, insanlara ve toplumlara nüfuz edip değiştiren, hiçbir şeyin eskisi gibi olmasına fırsat vermeyen, paradigmayı değiştiren “yapay zekâ” ihtilâli belki Fransız İhtilâli gibi gürültülü ve kanlı değil ama insanlığa tesiri bakımından onu fersah fersah geçeceği şimdiden belli. Sessiz bir ihtilâlin ayak sesleri daha şimdiden kürre-i arzı sarsıyor, inletiyor.

Silik liderler kervanına yeni bir isim

Fransız İhtilâli kralların başına belâ olmuş, monarşiler muhtemel halk hareketlerine karşı teyakkuza geçmiş, âdeta seferberlik ilan etmişti. Oysa şimdiki ihtilâl, yapay zekâ ihtilâli, sadece monarşileri değil bütün bir insanlığı gözüne kestirmiş görünüyor. Her işini yapay zekâya havale edip basit bir aritmetik problemini bile çözmekten âciz insan yığınları giderek artarken, toplumların lider seçme yeteneği günden güne köreliyor. Körelen zekâlar ve silik liderler çağındayız.

Hristiyan Demokratlar Birliği) lideri Friedrich Merz.
Hristiyan Demokratlar Birliği) lideri Friedrich Merz.

Almanya seçimleri yeni paradigmanın test edildiği süreçlerden biri olurken, Olaf Scholtz gibi politik kariyerin en üst basamaklarına ulaştığı halde geriye hiçbir iz bırakmadan silinip gidecek liderler kervanına bu kez bir sağcı isim, CDU (Hristiyan Demokratlar Birliği) lideri Friedrich Merz eklenmiş görünüyor.

Neden derseniz, Merz uzun yıllar Merkel ile parti başkanlığı için çekişmiş ve hep onun gölgesinde kalmış, baktı ki olmuyor, 20 yıl politik arenadan uzaklaşmış ve ancak Merkel politikayı bırakınca dönüp CDU’nun başına gelebilmiş düşük profil bir siyasetçi. Scholtz’dan sonra Merz’in gelişi, beterin beter ile yer değiştirmesi. Hangisinin daha beter olduğunu ise Merz’in görev süresi dolunca anlayacağız.

‘Mülteciler gitsin’ sloganı yetti

2025 seçimlerinin Almanya’da pek sürpriz yapmadığını söylemek mümkün. Scholtz’un beceriksizliği Sosyal Demokratları iktidardan edecekti, öyle de oldu. 630 sandalyeli Alman Federal Meclisi’nde Sosyal Demokratlar 206’dan 121 sandalyeye gerilerken, Hristiyan Birlik Partileri CDU-CSU ortaklığı 197 sandalyeden 208 sandalyeye çıktı. En dramatik artışı ise aşırı sağcı AfD (Almanya için Alternatif Partisi) gerçekleştirdi. Sandalye sayıları 83’ten 150’ye fırladı. Beklentiler de zaten bu yöndeydi.

“Zamanın ruhu”nu yapay zekânın temsil ettiği bir çağda, insan zekâsı günden güne gerilerken aşırı sağın “mülteciler gitsin” minvalindeki basit sloganlarının çabucak oya tahvili hiç şaşırtıcı değil. Kendi parti ajandalarına tamamen zıt profildeki bir liderin peşine takılıp sürüklenen bir seçmen kitlesinden fazlasını beklemek aptallık olurdu zaten.

Milliyetçi olarak caka satan aşırı sağın normalde Bismarck, Hindenburg ve Hitler gibi kahramanlığı yücelten ikonik isimleri örnek alarak en azından maço karakterli bir erkeğin etrafında kümelenmesi beklenirdi ama AfD bu mânâda klasik aşırı sağın çok uzağında.

‘Esmer olsun ama Ortadoğulu olmasın’

AfD lideri Alice Weidel ve Sri Lankalı partneri.
AfD lideri Alice Weidel ve Sri Lankalı partneri.

Liderleri Alice Weidel isminde bir kadın ve dahası, bu kadın bir lezbiyen. “Beterin beteri var” derler ya, Alice Weidel’in lezbiyen partneri ise Sri Lankalı esmer bir film yönetmeni. Güya Alman milliyetçisi Weidel’in, esmer partneriyle İsviçre’deki aile(!) evinde buluşmak için yılın mühim bir kısmını yurtdışında geçirdiği ise sır değil. Çiftin(!) iki de oğlu varmış.

Esmer var, esmer var tabiki. Meğer Weidel’in gıcık kaptığı ve “Remigration/Tersine Göç” mottosuyla ülkeden kovmak istediği göçmenler Sri Lankalılar, Hintliler, Vietnamlılar değilmiş. Ortadoğu esmerliği diye başka bir kategori varmış, Weidel işte bunlardan hoşlanmıyormuş. Nitekim verdiği röportajlarda Dortmund ile Hannover'in ortasında kalan 100 bin nüfuslu Gütersloh kasabasında doğduğunu ve burada Ortadoğulu göçmenler tarafından defalarca hakarete maruz kaldığını söylemiş. Ne tür hakaretlerden bahsettiği ise meçhul. Muhtemelen içindeki düşmanlık dışarı vurup kendisi hakaret etmiş, gereken cevabı alınca da asıl mağdurun kendisi olduğuna ikna olmuştur.

‘Almanya bağımsız olacak’

Seçimlerden zaferle çıkan Friedrich Merz, dünya kamuoyunun uzun süren koalisyon müzakerelerini beklemeyeceğini, pek yakında bir hükümet kurulacağını söylerken muhtemelen seçimin mağlubu Sosyal Demokratlara göz kırpıyordu. Zira daha önce seçimlerin neticesi her ne olursa olsun aşırı sağcı AfD ile koalisyona girmeyeceğini bilhassa belirtmişti. Sadece Alman kamuoyunun bu konudaki hassasiyeti değil, Avrupa’dan gelecek tepkileri de düşünerek yaptı bu açıklamayı.

Trump’ın gelişiyle ABD karşısında tekrar zor durumlara düşen Avrupa’nın içerden bir darbeyi kaldıracak tâkati görünmüyor, orası belli. Fakat Merz’in daha şansölye koltuğuna oturmadan yaptığı bir açıklama var ki, geleceğe dönük bir vaat olarak çoktan kayıtlara geçti bile.

Almanya'nın muhtemel yeni şansölyesi Friedrich Merz, Trump yönetimini sert bir dille eleştirerek, önceliğinin ABD'den "adım adım" bağımsızlığa ulaşmak olduğunu söyledi. Ve NATO’nun geleceğinin henüz belirsiz olduğunu ilave ederek belki de son dönemde sıkça gündeme gelen Avrupa Ordusu meselesine yeşil ışık yakacağının sinyallerini verdi.

Scholtz da büyük laflar etmişti

Bunlar güzel sözler. Selefi Scholtz da koltuğa oturmadan önce büyük laflar etmiş ama koca 4 yılı neredeyse sıfır icraatla tamamlayarak silik liderler klasmanında belki de bir rekora imza atmıştı.

Bakın şu sözler Scholtz’a ait: “Ukrayna, Moldova, daha sonra Gürcistan ve tabii ki Batı Balkanlar'daki altı ülke Avrupa'nın özgür ve demokratik kısmına aittir. AB'ye katılımları bizim çıkarımızadır.”

AB’nin lider ülkesi Almanya’nın Scholtz döneminde bu konuya dair net bir adım attığını gören, duyan biri var mı?

Ukrayna’nın durumu mâlum. Moldova, Gürcistan ve Batı Balkan ülkelerinde hatırı sayılır bir Rus nüfuzu halen mevcut. Bahsi geçen ülkelerde Rus nüfuzunu kırma adına Almanya liderliğindeki Avrupa’nın nasıl bir plana sahip olduğunu, daha doğrusu bir plana sahip olup olmadığını kimse bilmiyor.

Almanya’nın büyük laflar etmeyi bırakıp büyük hamleler yapacak bir lidere ihtiyacı var. Bağımsız Almanya, bağımsız Avrupa demek nihayetinde. Fakat ne Scholtz ne Merz ne de Elon Musk’ın pışpışlayıp durduğu Weidel bu çapta bir liderlik ışığı taşıyor.

Almanya seçimleri, dünyanın ve bilhassa Avrupa’nın silik liderler çağını yaşadığını bir tokat gibi suratlara çarpıyor.