Arada kalmanın cazibesi

Arada kalmanın cazibesi.
Arada kalmanın cazibesi.

Aradalık aynı zamanda geniş manâsıyla her şeyi ama daha anlaşılabilir seviyede bir şeyi hem isteyip hem de onun için gayret mükellefiyetini peşinen üstlenmekten vazgeçişin beraberinde getirdiği o arzuyla yoğrulu hafiflik de. İki farklı vaziyetin ortasında durduğunuzda tarafların ikisinin de iltifat ve ikramına mazhariyetinizi muhafaza etmekle kalmak, dilediğinizde istediğinizi tercihin tesellisiyle dârı bekaya göçmenin sürurunun da tadını doyasıya çıkarmak. Meselâ mümin olmanıza hacet yok, münkir olmanıza da. Orada, arada bir yerlerde durun, kâfi.

Ne içindeyim mekânın

Ne de büsbütün dışında

Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatı’nın şüphesiz en meşhur, öte yandan aynı zamanda pek meçhûl ‘beyti’... Üstelik hakkında onca şey yazılıp söylenmesine rağmen böyle bu.

Bir kere bu iki mısraa ‘beyit’ demek ne kadar caiz? Öyle ya, modern bir anlayışla, modern bir tarzda ve üstelik modern bir şekilde irad edilmiş bu mısralar; ancak zahiri bir bakış açısıyla ve yanlış bir teşhisle beyte benzetilebilir. Her tarafından modernlik sızıyor çünkü. İyi ama fena mı? Aksine, takdir edilecek bir muvaffakiyet.

Tanpınar, Modern Türk Edebiyatı’nda Necip Fazıl’la başlayan, kendi köklerinden kopmadan Batı şiir anlayışını da idrak ve ihsas etmiş bir hassasiyetle şiir söyleme teşebbüsünün en yetkin ikinci misali. Mâlum, Yahya Kemâl aruza sadakatini sonuna kadar muhafaza etti. Bu zaviyeden bakıldığında ne kadar takdir edilse az. Aynı zamanda hiçbir vakit Mehmet Âkif gibi davasına hizmet maksadıyla şiiriyetten taviz verme ihtiyacı hissetmedi veya Nâzım Hikmet gibi kurtuluşu soğuk Moskova gecelerinde ve hususen de müntehir şair Mayakovsky’nin şekli çıraklığında aramadı.

Yapı ve öz bakımından en fazla Necip Fazıl’a yakın düştü ama nasıl ki Yahya Kemâl kadim şiirimizin en son temsilciliğini tercih etmişse Necip Fazıl da hecenin son büyük prensliğinde karar kıldıkça aralarındaki mesafe arttı. Tarancı gibi o da şiirde Necip Fazıl’a yakınlığını, en fazla uzak akraba mesafesinde tutabildi. Modern edebiyatımızın şiirdeki şüphesiz en muhteşem ismi Ahmet Haşim ise tam mânâsıyla Frenkleşmeyi tercih etti. Ama böylelikle lisan ve tahassüs safhalarında alaturka edasını muhafaza ederken ifade safhasında dünya çapındaki ilk asri şairimiz makamını da hakketti.

Aradalık makamı

Bu zaviyeden bakarsak Tanpınar, asla Haşim kadar Batılılaş(a)madı ve asla Necip Fazıl gibi Anadolu kokmak istemedi. Bereket Nâzım Hikmet gibi ecnebi bir kapıya teslimiyeti de seçmedi. Daima aralarda bir yerde kalmayı tercih etti ve bunu bihakkın başardı da. Edebiyatta, sanatta, fikirde ve siyasette aradalık makamı. Muhtevada alaturkaya yakın, anlayış ve ifadede alafrangalığa. Ama eskinin bezirgânı vasfını daima muhafaza etti.

İyi ama arada kalmak ne demek? Aradalık fena bir şey midir yoksa müspet mi?

Evvelâ aradalık ile tereddüdü birbirine karıştırmamak lâzım. Bir kere arada kalmak, tercih edememek değil, tercihte bulunmamanın imkânlarından istifadeye teşebbüs demek. Böylece bazen kendini kandırır kişi, bazen başkalarını; bazen de hem kendini,ş hem de başkalarını. Bereketli bir vaziyet anlayacağınız.

Necip Fazıl.
Necip Fazıl.

Aradalık her yandan gelecek kazanca ağuşunu açmak demek iken tereddüt ise bir med-cezir hâli. Arızi ve muvakkaten yaşandığında caiz, hatta yerine göre makbûl, aslileşmeye ve esasın yerine geçmeye yüz tuttuğundaysa külliyyen menfur.

Öte yandan arada durmak, bir tercihte bulunmamak ama her daim kazançlı çıkmak iştiyakı.

Modern insanın hülâsası

Bu beytin bunca tutmasının bir başka sebebi de modern insanı mükemmelen ve pek veciz bir sanatkâranelikle hülâsa edebilmesinde.

Arada durduğunuzda hem iki mecburiyetin ikisinin de mesuliyetlerinden kurtuluyorsunuz, hem de semerelerini devşiriyorsunuz. Bir koyup üç almayı yegâne hayat düsturu bellemiş Cumhuriyet insanı için bundan âlâ bir imkân veya fırsat tahayyül edilebilir mi! Her iki taraftan da pişen armutlar sizin ağzınıza düşecek. Ve siz bunun için bir bedel de ödemeyeceksiniz. Daha ne olsun!

Tarih boyunca insanı insan kılan mücadeleydi, gayretti ve bunların bereketli hasılasıydı... Hepsi de tarihin çöplüğüne süpürülmeyi hakkediyor.

Öte yandan hususen teslim mecburiyetindeyiz: Bu beyit de, şairi de şöhretlerini sonuna kadar hakketmede. Meselenin bu vechesinde hiçbir kusur veya eksiklik yok. Hakiki bir şairden bahsediyoruz çünkü.

Burada hem şiiriyeti, hem de fikriyatı, başka bir ifadesiyle hissiyatı da, zihniyeti de yansıtan asıl husus, şairin dışında kim olsa ‘zaman’ yerine ‘mekân’ı seçmekliği. Şiiriyeti azaltma, azaltma ne kelime, katletme pahasına bu beyitteki ‘zaman’ yerine ‘mekân’ı koyalım ve neticesine bakalım:

  • Ne içindeyim mekânın
  • Ne de büsbütün dışında

Güya daha anlaşılabilirleşti, değil mi? Aynı zamanda sefilleşti de.

Yahya Kemal.
Yahya Kemal.

Ne içinde, ne dışında

Şimdi de meramımı daha iyi tebellür maksadıyla pekiştirelim; buradaki ‘zaman’ın yerine başka nice kelimeyi koyduğunuzda da benzeri bir neticeye ulaşırsınız: Arada kalmışlık. Ne yârdan ne de serden geçememe hâli...

Fena bir hâldir bu. Burun kıvrılacak bir vaziyetten bahsetmiyoruz. Düşünsenize, yâri de seçseniz, seri de, yekdiğerinden vazgeçeceksiniz demektir. Çünkü karar vermek, bir şeyi tercih etmek kadar başka şeyden de vazgeçmek demek. Karar verdiğinizde tavır mecburiyetiyle ve kim bilir nice mesuliyetlerle karşı karşıya kalacaksınız. Ama ne birinin, ne de öbürünün yanında, yakınında veya şiirdeki ifadesiyle ‘içinde’ bulunmadığınızda harika bir vaziyettesiniz. Bir kere herkes sizi kendinden veya kendine yakın zannedecek; cazip bir imkân, değil mi? Siz de dilediğinizde istediğiniz tarafa geçip orada gönlünüzü eğlendireceksiniz. Ha, bu arada pek mühim bir fırsattan mahrum kalacaksınız: Taraf olmak! Ama bütün öbür imkânlarının yanında bu küçücük mahrumiyetin de lâfı mı olur canım!

Dünya görüşünde, zevklerinde, tercihlerinde, hususen de inançlarında arada durmak.

Harika bir imkân, evet. İki farklı vaziyetin ortasında durduğunuzda tarafların ikisinin de iltifat ve ikramına mazhariyetinizi muhafaza etmekle kalmak, dilediğinizde istediğinizi tercihin tesellisiyle dârı bekaya göçmenin sürurunun da tadını doyasıya çıkarmak. Meselâ mümin olmanıza hacet yok, münkir olmanıza da. Orada, arada bir yerlerde durun, kâfi. Muhatabınıza göre sözlerinizin mündericatını ustalıkla değiştirebilin yeter ki.

Aradalık, Marunilik itikadının bir nevi ruhi tatbikinden ibaret.

İtikadda aradalık

Hiçbir yere ait ol(a)mamanın beraberinde getirdiği o her türlü mesuliyetten de, tasniften de azadelik... Düşünsenize, başkaları sizi ne öteye koyabiliyor, ne beriye. Sizden vazgeçemiyorlar da ama. Heyulâ gibi önlerindesiniz çünkü. Üstelik hangi mevkide bulunursanız oraya ait kabûllerden, ritüellerden, vazifelerden ve ortaklaşalıklardan sıyrılıyorsunuz. Ama hiçbir yere ait olamamanın boşluğundan, kasavetinden ve tekbaşınalık felâketinden de uzaksınız. Çünkü adımınızı atıyorsunuz, buradasınız; herkes size candan bir ‘Hoşgeldin’ çekiyor. Canınız sıkılınca oradan ayrılıp karşı tarafa geçiyorsunuz; gene ‘Hoşgeldin’lerle karşılanıyorsunuz. Gelsin izzetler, gitsin ikramlar. Kim istemez bunca kârlı vaziyeti!

Aradalık aynı zamanda geniş manâsıyla her şeyi ama daha anlaşılabilir seviyede bir şeyi hem isteyip hem de onun için gayret mükellefiyetini peşinen üstlenmekten vazgeçişin beraberinde getirdiği o arzuyla yoğrulu hafiflik de.

Şurası mühim: Münafıklık dini bir tabir. Evet, ama tıpkı birçok başka dini tabir gibi bu da hem ferdi hem de içtimai birçok mevzuda, kendi öz manâsını muhafaza etmekle birlikte kimi yan manâlar da kazanmış bir şekilde kullanılabilir. Öyleyse evvelâ bu tabirin sadece fertlere mahsus olmayabileceğini hesaba katmak lâzım. Kimi cemaatler de, aşiretler de, öbekler de, hatta ırklar da ve elbette cemiyetler de bu pek fena ruhi haslete pekâlâ bürünebilir.

Tanpınar’daki bu aradalık tavrının itikadda nereye denk geldiğini kurcalamaya hacet yok. Ama ruhi, milli, hissi, edebi ve en mühimi de onun oturtulmaya çalışıldığı ve ‘bendelerinin’ ısrarla onu orada tutmaya çabaladıkları makamla kendi meziyetlerinin de, hissiyatının da, fikriyatının da bir alâkası yok. Keşke Tanpınartaparlar, en azından ilk safha olarak Tanpınarseverleşebilseler. Belki ondan sonra edebiyatımızın bu mümtaz ismini doğru bir tarzda kıymetlendirebilirlerdi. Kendileri için de, kültürümüz için de hayli mühim bir kazanım bu. Fena mı olurdu, son üç asrımızdaki bunca sahte kahraman kadar, sakıncalı yanlış kahramanlardan birisi de yerli yerine otururdu.

Tanpınar da yattığı yerde dinince dinlenmeye başlardı.

Ahmet Haşim.
Ahmet Haşim.