Arkadan vuranla vurulan!

Büyük oyun, Osmanlı’nın yıkılmasıdır. Osmanlı yıkılınca, merkez topraklarında dünya siyasetinde behresi olmayan bir devletin teşekkülü ile birlikte Osmanlı sınırları içindeki Arapların muhtelif “devlet”lere bölünmesi sağlanacaktır. İngiliz siyasetine hizmet edenler her ne kadar birbiriyle mücadele ediyorlarsa da iyi ilişkiler içindedir!
Büyük oyun, Osmanlı’nın yıkılmasıdır. Osmanlı yıkılınca, merkez topraklarında dünya siyasetinde behresi olmayan bir devletin teşekkülü ile birlikte Osmanlı sınırları içindeki Arapların muhtelif “devlet”lere bölünmesi sağlanacaktır. İngiliz siyasetine hizmet edenler her ne kadar birbiriyle mücadele ediyorlarsa da iyi ilişkiler içindedir!

Birinci Dünya Savaşı sürerken Osmanlı Devleti’ne karşı Arap isyanı, İslâm dünyasının birliğini tahrip eden en çok netîce doğuran harekettir. Osmanlı otoritesinin tarihten gelen gücü yanında, hilafetten kaynaklanan tesiri böylece sarsılmıştır. Buna rağmen, ilga edilmesine kadar Müslümanlar üzerinde en azından bir atıf merkezi olarak hilafetin yerini koruduğunu söyleyebiliriz. Osmanlı Devleti yıkılmadan ve hilafet ilga edilmeden böyle bir netîceye ulaşılamazdı.

Hilafet karşıtı hareket İslâm dünyasından mı kaynaklandı? Böyle bir belirti ortada yoktur. İslâm dünyası, hilafet otoritesine sembolik varlığının ötesinde bir bağlılık göstermiştir. Bu bağlılık bilhassa Hindistan gibi İngiliz sömürgesi ülkelerde yüksek seviyededir.

Osmanlı merkezini teşkil eden Türkler, hilafete karşı mı idi?

Teorik olarak böyle düşünenler vardır. Fakat bunun kuvveden fiile çıkarılması konusunda teşebbüsler olduğu hakkında bir bilgiye sahip değiliz.

Trablusgarp Savaşı, Libya.
Trablusgarp Savaşı, Libya.

Hilafetin ortadan kaldırılmasını kimler istiyordu?

En başta dünyanın en büyük sömürge gücü olan İngiltere! Sömürgelerinde kalabalık Müslüman nüfusa sahip İngiltere önce hilafetin gücünü sömürge Müslümanlarını yatıştırmak için kullanmak istemiş, bunun beklenen sonucu vermediğini görünce, yıkılması gerektiği düşüncesiyle Osmanlı Devleti ile birlikte hilafeti ortadan kaldırmayı 19. yüzyılın sonunda siyasî hedeflerinin başına yerleştirmiştir.

Hilafet korkusu; İngilizlerle ittifak yapan, sömürgelerinde kalabalık Müslüman nüfus bulunan, Ruslarda ve Fransızlarda da vardır.

Hilafetin en büyük düşmanı: İngiltere!

Şerif Hüseyin.
Şerif Hüseyin.

Birinci Dünya Harbi, İngiliz İmparatorluğu’nun İslâm dünyası ile ilgili siyaset stratejisinin neticeye ulaştırılmasına fırsat vermiştir. Bunun için Arap dünyasında, ajanları vasıtasıyla bir isyan zemini oluşturmak için harekete geçmiş, Şerif Hüseyin’in ihtiraslarını kullanarak sınırlı bir “Arap isyanı” çıkarmayı başarmıştır. Hüseyin’in İngiliz himayeli “Arap isyanı” çok yönlü sonuçlar doğurmuştur. Yahudilerin Filistin’e yerleşmesi, Osmanlı Devleti’nin Arap bölgeleriyle bağının koparılması ve nihayetinde hilafetin kaldırılması böylece mümkün olmuştur. Elbette bütün bu gelişmelerde İngilizlerin baskın rolü olduğunu unutmamak gerekir.

Hüseyin’in “Arap isyanı”nın bize tercümesi, “arkadan vurma” mecazı ile ifade edilir. Araplar, Osmanlı düşmanla (İngilizlerle) savaşırken isyan etmiş ve bizi arkadan vurmuşlardır! İngilizler işin içinde olmasa idi, bu iddianın inandırıcılığı yüksek olabilirdi. İngiliz siyasetinin bu raddede vuranla vurulanı aynı istikamete sevk edebilme gücü üzerinde de düşünmemiz gerekiyor.

Kitap okumanın zararları!

Epeydir kütüphanemde duran bir kitabı bir vesile ile karıştırmaya başladım. Bir hayli şaşırtıcı bilgi ile karşılaştım. (Bunu “kitap okumanın zararları” faslından saymak lâzım galiba!)

  • “Hicaz demiryolunun tahribi nedeniyle Türk geri çekilişi her yerde aksadı, askerlerin yaya olarak yollara düşmesine yol açtı. Bedeviler ve silahlı köylüler, askerleri pusuya düşürüp soyuyorlardı. Muharebe hattı belirsizleşmiş, karışmış ve iç içe girmişti. Mağlûb Osmanlı Yedinci Ordusu’nun komutanı, sonraları modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal kuzeye doğru çekilirken, Arap ordusunun eline düşmekten kıl payı kurtulanlar arasındaydı. Kemal esasen Faysal’ın kıdemli Osmanlı subaylarıyla temasını sürdürme siyaseti çerçevesinde aylardır haberleştiği kişiler arasında idi. Kaçışına Faysal tarafından müsaade edilmesi mümkündür. Türkiye’nin imparatorluktan Arapların ayrılmasına kendisini hazırlaması gerektiğine inandığı bilindiği için Arap davasının yararlı bir müttefiki olması mümkündü: Mustafa Kemal, Araplar kendi başkentlerine yerleştirilir yerleştirilmez Türkiye’de hükümete karşıt olan her kesimin etrafında toplanacağını ve Anadolu’da Enver’e ve Alman müttefiklerine karşı saldırıya geçmek için topraklarından bir üs bölgesi olarak yararlanmak isteyeceklerini…[Faysal’a vaad etti.] Toros Dağları’nın doğusunda kalan tüm Türk kuvvetlerini birleştirmeyi başaracak olursa, bunun doğrudan İstanbul üzerine yürümesine olanak sağlayacağını umuyordu. Faysal daha sonraları Mustafa Kemal’in Türkiye’de denetimi ele geçirmesinin kuvvetli bir destekçisi olacaktı.” (Ali A. Allawi: Irak Kralı 1. Faysal. çev. Hakan Arabacı, İstanbul 2014, sf. 161-162)

Şimdi sükûnetle düşünelim:

Birinci Dünya Savaşı sırasında Araplar bizi arkadan vurdu mu? Bu, Şerif Hüseyin, Haşimiler ve onlara katılan sınırlı sayıda Arap için doğrudur. Bu çapulcu isyancılar, İngiliz desteği olmasa idi, başarılı olamazdı. Yani, asıl düşman İngiliz. İkinci sırada İngilizlere âlet olan ve ön planda görülen Hüseyin ve askerleri. Peki, bu kuvvetlerin kumandanı kimdi? Hüseyin’in 3. Oğlu Faysal!

İşte bu Faysal’ın “arkadan vurulan” kuvvetlerimizin kumandanı Mustafa Kemal ile araları çok iyi; savaşa, hatta ric’ate (bozgun halinde çekilme) rağmen haberleşiyorlar. Faysal, onu “Arap dâvasına yararlı bir müttefik” olarak görüyor. Daha ötesi: Arap ordusunun elinden kurtulmasına Faysal müsaade etmiş! Doğru mu? Bundan daha önemli bir şey var: Güya Araplarla çatışarak geri çekilen Mustafa Kemal Paşa, Araplar başarılı olur olmaz (başkentine yerleşir yerleşmez) onlara terk edilen toprakları üs olarak kullanacak ve toplayabildiği kuvvetlerle İstanbul üzerine yürüyecek! Yani bizi arkadan vuranların bizden ele geçirdiği toprakları üs olarak kullanarak, Osmanlı karşıtı bir harekât başlatacak!

Bugün piyasanın ebleh kemalistlerinin bu konulara kafa yormayacaklarından şüphemiz yok. Çünkü onlar düşünmezler, sadece inançlarını tahkim eden bilgilerle yetinirler.

20. Yüzyılın en mühim hadisesi: Osmanlının yıkılması!

Büyük oyun, Osmanlı’nın yıkılmasıdır. 20. yüzyılın dünya siyasetinde en sonuç doğurucu değişiklik budur. Osmanlı temsil ettiği arka planı ile yıkılmadan, İngiliz menfaatlerinin üst seviyede gerçekleşmesi mümkün değildir. Osmanlı yıkılınca, merkez topraklarında dünya siyasetinde behresi olmayan bir devletin teşekkülü ile birlikte Osmanlı sınırları içindeki Arapların muhtelif “devlet”lere bölünmesi sağlanacaktır. İngiliz siyasetine hizmet edenler her ne kadar birbiriyle mücadele ediyorlarsa da iyi ilişkiler içindedir! Kendi menfaatleriniz, İngiliz menfaatleri ile uyumluysa mesele yoktur!

Bizi arkadan vuranların fiilen başında bulunan bir şahsiyeti lânetler misiniz, yoksa bağrınıza mı basarsınız?

Sizin cevabınız mühim değil! Olayların akışından çıkan cevaba bakın.

Faysal ve Atatürk.
Faysal ve Atatürk.

Ankara'daki ‘Asil misafirler!’

1931 yılında Faysal, Irak kralı olarak Türkiye’ye geldi. Ondan 9 ay önce İngiltere’nin Irak Komiseri Hempres gelmişti. Irak, İngiliz mandası altındaydı ve Türkiye’ye gelen bu “manda kralı” idi. Ankara’da törenle karşılandı, onu karşılayanların başında bizzat Cumhurbaşkanı vardı!

Hiç olmazsa gerçekten müstakil bir devletin başkanı karşılansa idi!

Bu yüksek seviyeli karşılamayı, iki şahsiyetin geçmişteki münasebetlerine mi bağlayacağız?

“Efendim o bir devlet başkanı…”

Hangi devlet? İngilizlerin kurduğu uydurma bir devlet. Bürokrasisi İngilizlerden ve Hindulardan oluşan bir devlet! İngiliz ne derse onu yapmaya mecbur bir kral! Kral buysa âlem ne olabilir?

Faysal, Ankara’da neden bu kadar yüksek seviyeden karşılandı? O resmen İngiliz’in adamı idi. Ona riayet, İngiltere’ye riayet demekti!

Cumhurbaşkanı’nın tasvibini alan gazetelerin başında gelen Cumhuriyet’te Yunus Nadi “Kral Faysal Hz. Ankara’nın Misafiri” başlıklı başyazısında konuyu yeterince açık şekilde yazıyor. Türkiye’nin Osmanlıdan ayrılan devletlerle ilişkisinin en samimî ve ciddî olduğu devletin Irak olduğunu, bu ilişkinin önce mandater devlet olan İngiltere’nin göstermiş olduğu dürüstlükle başladığını belirtiyor. Cumhuriyetin manşeti de ilgi çekicidir: Ankara’da asil bir misafir.

İngiltere’nin Musul’u katakulli ile alırken gösterdiği dürüstlük elbette unutulmaz! Fakat asıl dikkat edilmesi gereken, İngiliz siyasetinin arkadan vurulanla arkadan vuranı canciğer kuzu sarması yapabilmesidir!