Aşı olmuyorum olmayacağım, maske takmıyorum takmayacağım

Var olduğu iddia edilen virüsün kaynağı Çin. Bozuk ve hatta virüslü test kitlerini dünyaya kitleyen Çin. Çin virüsünün en az etki yaptığı(!) ülke Çin. Ve bütün dünyadan önce aşı üreten de Çin. Bu olmayan ve hatta akıbeti bile bilinmeyen aşılardan 40 milyon doz sipariş eden yine biz.
Var olduğu iddia edilen virüsün kaynağı Çin. Bozuk ve hatta virüslü test kitlerini dünyaya kitleyen Çin. Çin virüsünün en az etki yaptığı(!) ülke Çin. Ve bütün dünyadan önce aşı üreten de Çin. Bu olmayan ve hatta akıbeti bile bilinmeyen aşılardan 40 milyon doz sipariş eden yine biz.

Bunca şeyden sonra belirtelim ki, insanlara zorla taktırılan maskenin amacı; insanlığı hasta etmektir. Aynı şey, dezenfektan kullandırma için de geçerli. Cerrahi maske denilen şey, ameliyat sırasında sağlık personelinin hapşırarak hastanın yarasına mikrop geçmesini engellemek içindir.

Günümüzün biyoteknoloji ürünü aşı ve ilaçları konusunda pek çok kişinin kafası karışıktı. ‘Kovid-19’ adlı sahte Çin virüsü salgını sürecinde buna bir de maske eklendi.

Aylarca evlerine kapatılıp her gün yayınlanan bulaşma ve ölüm grafiği, ‘Bilim Kurulu’ adlı oluşumun beyin ütüleyen sözleri, medyanın kraldan çok kralcılığı ile ikna edilerek inandırılmış bir millete korona var mıydı yok muydu tartışması yaptırmanın bir mânâsı yok.

Çünkü tüm inanç ve ideolojilerden bağımsız olarak bilim ve onun bir ürünü olan ve dahi günümüzde hiçbir hastalığı yenememiş tıbbına bütün akıl ve bedenini teslim etmiş kimselerle hiçbir meseleyi aklıselim çerçevesinde konuşamazsınız. Size ilk söyleyecekleri şey, ‘biz bilime inanıyoruz, sen inanmıyor musun’ olacaktır.

Bu cümle ile söze başlayan insanlara, ‘bilim kimin hizmetinde, bilimi kullanarak sizi yönetmek isteyenler hakkında ne biliyorsunuz’ kabilinde sualler sormanın da bir mânâsı yok. Zira ne zaman böyle bir sohbetin içinde olduysak, susmaktan başka çaresi kalmayan taraf olduk.

Mesele Doğruyu, Hakkı Haykırmak

Herkes bilir ki, bilmediği halde bildiğini zannedene, okuduğu her şeye hakikatmiş muamelesi yapan kimselere laf anlatılamaz. İşte bu yüzden demişler ‘onlara anlatmak deveye hendek atlatmaktan zordur’ diye.

Mâlûmatfüruşluk ile bilginin, yalan ile gerçeğin, siyahla beyazın karıştığı zamanımızda herkesin her konuda bir kanaati var. İslam’ın hükümleri için dahi ‘bana göre’ diye başlayan kimselerin zemberekten boşalmış yay gibi olduğu bir zamanda kime neyi anlatabilirsiniz ki?

Ama mesele birisine bir şey anlat(ama)mak değil. Mesele doğruyu, hakkı haykırmaktır. Biz Müslümanlar zaferle değil seferle mükellefiz. Zafer ise Allah (c.c.)’a aittir. İşte bu yüzden inanan olsun yahut olmasın aşı, ilaç ve maske konusunda yapayalnız kalma uğruna bile bir kez daha doğruları kayda geçireceğiz.

Her sözünüze ‘siz bilim adamı mısınız’ diye karşılık verenlere diyeceğimiz tek şey, ‘elhamdülillah değiliz’ demek. Çünkü önemli olan isminizin önüne ve sonuna hangi titrin/unvanın geldiği değil, sizin kim olduğunuz ve neyi ne kadar doğru şekilde bildiğiniz. Daha mühim olan iyiyle kötüyü, doğru ile yanlışı ayırt edebilme meleke ve ferasetine sahip olmanız. Bu ise Müslüman bir mide, Allah’a teslim olmuş bir akıl, sızı çeken bir kalp ile mümkün.

Karmaşıklaştırmak En Temel Silahları

Tezgâhları korona düzenlerinin işgal ettiği günlerde, milleti ikna için aynı şeyi bin kere tekrar ettiler. Tıpkı mermeri delen son damla olmayıp, damlaların sürekliliği örneğinde olduğu üzere.

Aşı ve ilaçlarla ilgili onlarca yazı kaleme aldık. Düzenli takipçilerimiz görüşlerimize zaten vakıflar. Onlar yalanlarını söylemekten bitap düşmüyorlarsa, biz hakkı söylemekten niçin yorulalım? Allah-ü Teâlâ Hazretlerinin izni ve keremi ile yorulmayacağız da…

Aşı denilen şey, bize anlatıldığı gibi karmaşık ve komplike bir şey değil. Mamafih bugüne kadar hiçbir tedavi edici ilaç geliştirememiş, aksine insanlığı ömür boyu aynı veya farklı ilaçları kullanmaya bağımlı kılarak soyan, hastalığını baskılayıp içten çökerten, ölünce de elinden geldiğini yaptığını savunan bilimin/tıbbın meseleleri karmaşıklaştırması en temel silahıdır.

Batının ve dünyanın geri kalanının aşı tarihi 150 yılı bile bulmazken, Türkiye 1500’lerin başından 1998’e kadar aşı üreten bir memleketti. 1998’de ‘aşı teknolojisinde geri kaldık’ diye kilit vurulan ve beyinlere çivilenen aşağılık duygusu yüzünden bir daha hayata geçirilemeyen kadim aşı üretiminde ne eksikli vardı da yeniden üretilemiyor? Beyinlerin kiraya verilmesi dışında aksine hiçbir eksiklik yoktu.

Batıya Âşık Bir Nesil Yetiştirilmekte

  • 1928 sonrasında Almanya’dan getirilen Yahudilerin şekillendirdiği Türk eğitim sisteminin tabutuna son çivi, 27 Aralık 1947 tarihinde imzalanan “Fulbright Anlaşması” ile çakılmıştı. İşte o gün bugündür yani yaklaşık bir asırdır bu ülkede tedrisat yapılmamakta, sadece Batıya âşık bir nesil yetiştirilmekte.

Bilim (doğrusu ilimdir) yaratılışa müdahale etmiyor ve insanlığa hizmet için varsa baş tacı edilir. Lakin zamane bilimi, önemli ölçüde insan yönetme şarlatanlığından başka bir şey değil. Nasıl ki, at sahibine göre kişnerse, bilim de öyle… Ne yazık ki, üniversite muallimliği olan akademisyenlik ‘bilim adamlığı’ zannediliyor. Temel sıkıntı, işkence yöntemlerinden genetik ifsada, bitki ve hayvanlara uygulanan ıslâh adlı zulümden insanların kısırlaştırılmasına dek sayısız kötülüğü insanlığa dayatmanın hakiki bilim zannedilmesidir. Mühim olan sahipliktir. Sen ona sahip misin, yoksa kullanışlı bir kölesi mi? Sahipsen onu hak için mi, bâtıl için mi kullanıyorsun?

Maske Neyi Maskeliyor?

İnsanlara zorla taktırılan maskenin amacı; insanlığı hasta etmektir.
İnsanlara zorla taktırılan maskenin amacı; insanlığı hasta etmektir.

Bunca şeyden sonra belirtelim ki, insanlara zorla taktırılan maskenin amacı; insanlığı hasta etmektir. Aynı şey, dezenfektan kullandırma için de geçerli. Cerrahi maske denilen şey, ameliyat sırasında sağlık personelinin hapşırarak hastanın yarasına mikrop geçmesini engellemek içindir. Ameliyathane ve aletlerinin steril hale getirilmesinin gayesi de...

Peki, hasta olmayan birine neden maskeyi icbar ediyorsunuz? Bahane hazır, hasta olduğunu bilmiyordur. Karı-kocanın aynı yatakta yatıp, sokağa çıkınca fizikî mesafeye riayet etmedikleri için 3 bin lira cezaya çarptırılması ne kadar mantıklı bir işlem ise maske de o kadar akıllıca bir şey.

  • Diyorlar ki, ‘virüs havada asılı duruyor ve en çok gözden bulaşıyor.’ Yahu bu havada asılı kalıyor ve gözden bulaşıyorsa, neden herkesin gözüne maske takmıyorsunuz? Maske dediğiniz madde bir gün kullandığınızda yıpranan bir petrokimya ürünü. Sıcak nefesle parçalanan o maskenin ağız veya burun yoluyla vücuda giren minicik parçacıkları insanı kanser yapmaz mı?

Ayrıca saatlerce, günlerce karbondioksit solutulan insanın hangi uzvu sıhhatli kalabilir? Yoksa maske ve dezenfektanla gizlenen şey sağlığımızın daha da bozulması mı? Bunca baskı ile devlet, şirket ve şahısların bütçeleri tarumar edildi, korku ile akıl ve ruh sağlığı bozuldu. O halde dezenfektan ve maske ile geri kalan mı bozulmak isteniyor?

Pek çok Batılı aklıselim tabibe göre, yapılmak istenen tam da bu. Ayrıca Hollanda makamları, bu süreçte dezenfektan zehirlenmelerinin ve korona dışı akciğer yetmezliklerinin 4 kattan fazla arttığını açıkladı. Adamlar daha ne desin?

  • Aşı Tarihçemiz
  •  1500’lerin başında başlayan çiçek aşısı 1801’de daha de geliştirildi.
  •  Osmanlı 1885’de dünyada ilk kez çiçek aşısı uygulaması kanununu çıkardı.
  •  1887’de Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şahane’de ilk kuduz aşısı üretildi.
  •  1892’de çiçek aşısı üretim evi kuruldu.
  •  1927’de verem aşısı üretimine başlandı.
  •  1937’de kuduz serumu üretimine geçildi.
  •  1940’da kolera salgını yaşayan Çin’e hibe aşı gönderildi.
  •  1942’de tifüs aşısı ve akrep serumu üretimine başlandı.
  •  1947’de Biyolojik Kontrol Laboratuvarı kurularak BCG aşısı üretimine geçildi.
  •  1948’de boğmaca aşısı üretimine başlandı.
  •  Dünya Sağlık Teşkilatı 1950’de inflüenza aşısı üretimi yapan Türkiye’nin inflüenza laboratuvarını ‘Uluslararası Bölge İnflüenza Merkezi’ ilan etti.
  •  1965’de kuru çiçek aşısı üretimine geçildi.
  •  1983’de kuru BCG aşısı üretimi geçekleştirildi.
  • 1991’de devreye DPT girer ve ne olduysa o zaman başlar ve Türkiye’de 1998’de aşı üretimine son verilerek, memleketin şeytanî aşıcılar tarafından işgalinin önü açılır. Osmanlı’nın Bakteriyolojihane-i Osmanî’nın adı, Cumhuriyet devrinde Refik Saydam Hıfzıssıhha’ya dönüştürülür. Sonra kurum, Halk Sağlığı birimine bağlanır.

‘Çin’e 40 Milyon Aşı Rezervasyonu…’

Türkiye’nin Pekin Büyükelçisi Abdülkadir Emin Önen
Türkiye’nin Pekin Büyükelçisi Abdülkadir Emin Önen

Bugün tıpkı 2009’da olduğu gibi henüz olmayan bir aşıyı sipariş etmişiz Çin’e, hem de 40 milyon. İddianın sahibi Habertürk yazarı Muharrem Sarıkaya. 14 Haziran tarihindeki “Çin’e 40 milyon aşı rezervasyonu…” başlık yazısında “Çin’den ilk partide 40 milyon doz aşı alınması için ilk girişim yapılmış, bu konuda olumlu bir yaklaşımla da karşılaşılmış” diyor Sarıkaya.

Sarıkaya yazısını, Türkiye’nin Pekin Büyükelçisi Abdülkadir Emin Önen’e dayandırıyor ve büyükelçinin ağzından şunları aktarıyor: “Görüşmelerimiz devam ediyor. Çin üçüncü fazı tamamlamak üzere… Çin üçüncü faz test için gerekli binden fazla sayıda gönüllü insan bulmakta zorlanmadı. Hong Kong’daki akademi, Singapur’daki enstitü ile çalışıyor. Onları da yakın takipteyiz. Zaten Dünya Sağlık Örgütü de aşı için 8 ay öngörmüştü, sanırım bu sürede aşı çıkmış olacak. Biz de yakın takipte kalıyoruz…”

Bu iddiaya yönelik hiçbir yalanlama gelmedi. Biz de Sağlık Bakanlığı’na, iddianın gerçek olup olmadığına dair suâller yönelttik henüz bir cevap verilmedi.

  • Var olduğu iddia edilen virüsün kaynağı Çin. Bozuk ve hatta virüslü test kitlerini dünyaya kitleyen Çin. Çin virüsünün en az etki yaptığı(!) ülke Çin. Ve bütün dünyadan önce aşı üreten de Çin.

Bu olmayan ve hatta akıbeti bile bilinmeyen aşılardan 40 milyon doz sipariş eden yine biz. Filmi 10 yıl evveline sarın, olmayan domuz gribi aşılarından benzer rakamlarda bağlantı yapan da biz.

Sizce de bu işte bir gariplik yok mu?

‘Novartis CEO’su Tehdit Etti’

Aşılar ve yan etkileri
Aşılar ve yan etkileri

28 Marttaki sayımızda“Erkekliği yok eden korona, çipli ilaç ve aşılar” başlıklı yazımızdan sonra, Sağlık Eski Bakanı Recep Akdağ bey aradı. Uzun bir sohbet etme imkânı bulduk.

Aşıları benimseyen Akdağ, kişi mahremiyetinin önemli olduğunu, bu nedenle çipli aşıları tasvip etmediğini belirtti. Türkiye’de aşı üretiminin kendi bakanlığından önce bitirildiğini, aşı üretmek için kendisine gelen projeleri desteklediğini, ancak netice alınamadığını söyledi. Üniversitelerin kalitesizliğinden dert yanan Recep Akdağ, Türkiye’nin bu üniversite sistemi ile aşı üretmesinin mümkün olmadığı kanaatinde. ‘Biz şöyle zannettik, üniversiteleri 28 Şubat zihniyetindeki adamların zulmünden kurtarırsak vazifemizi yapmış oluruz ama yanıldık’ diyor.

  • “Türkiye Batılı ülkelere bir ilaç veya medikal ürün satmak istediğinde, onlar Türkiye’ye gelip GMP’sine bakıyorlar, bazen bir yıl iki bekletiyorlar kasten. Biz de bir karar aldık, bundan sonra yeni ruhsat vereceğimiz her ürün için onların fabrikalarına gidip, GMP açısından uygun mu değil mi değerlendireceğiz. Bu onlara çok ağır geldi. Çünkü o ana kadar Türkiye, EMA ve FDA’ın onay verdiği hiçbir ürünün GMP’sine bakmamış. ‘Bunu neden başlatıyorsunuz’ dediler” diyen Akdağ, ABD Eski dışişleri bakanı M. Albright’ın yanında Novartis CEO’nun kendisine “uygulamanız bize 2 trilyon dolara mâl oldu” diyerek aba altından sopa gösterdiğini söyledi.

Sağlık eski bakanı Akdağ, domuz gribi süreci ve aşı siparişleri ile ilgili olarak şunları söyledi: “Domuz gribinde biz çok miktarda aşı yapmayı planlamıştık, 3 milyon kişiye aşı yapabildik. Ancak dünyada bir aşı karşıtlığı gelişti. Türkiye’de ise Sayın Cumhurbaşkanımızın bildiğiniz grup konuşması yaşandı. Böyle olunca sözleşme yaptığımız diğer aşıları satın almadık. Toplamda 6 milyon doz aşı satın aldık, 3 milyonunu yaptık, 3 milyonunu da virüs mutasyona uğrar ve daha tehlikeli hale gelirse ücretsiz değiştirilmek kaydıyla rezerve koyduk. Aldığımız aşı yekûnu bu. ‘40 milyon doz’ firmalarla görüşmeleri yapılan dozdu, satın alınan doz değil…”

Domuz gribi aşılarına hâlâ inandığını belirten Akdağ, aşılar konusunda çok kararlı ve mutlaka yapılması gerektiği kanaatinde. Biz ise Akdağ’a katılmıyoruz. Çünkü aşı meselesi anlık değerlendirilebilecek bir mesele değil. Türkiye’nin Bakanını ‘tehdit’ edebilecek kadar cüretkârların ürettiği aşıları millete uygulamak ha!

  • Recep Akdağ, bizim tereddütlerimize yönelik şunları söyledi: “Ben, sizin tereddütlerinizi çok iyi anlıyorum, ortada bir alavere dalavere varsa buna hep birlikte bakalım.”

Aslında ortada bir alavere dalavere varsa değil, alenen var. Aşı prospektüslerine baktığımızda, maymun hücresinden insan DNA’sına, alüminyum ve cıva gibi ağır metallerden kanserojen formaldehitlere dek olmayan yok. Bir Müslüman bunlara nasıl rıza gösterebilir?

Kaldı ki, Sağlık Bakanlığı’nın aşı olmayan çocuklar ve aşı olanlarla ilgili ortaya çıkan karşılaştırmalı sıhhat, engellilik ve kısırlık tablosu var mıdır? Varsa lütfen yayınlasınlar.

Asıl Mesele, Kafa Yapısı Sorunu

  • Her salgın veya salgın oyununda ‘aşı yapıyoruz’ deyip, ardından 40 milyon doz ön görüşme yapmak, insanlığa aşıyı öğretmiş milletin çocuklarına yaraşır mı? Elbette aşıya toptan karşı değiliz. Ancak eğer bugünkü muhtevadaki, bırakınız nano aşıları, biyoteknoloji (rekombinand DNA) ile yapılan aşıları babam yapsa olmam.

Mesele sadece Türkiye’nin aşı yapıp yapmaması, aşı sipariş edip etmemesi de değil. Asıl mesele, kafa yapısı sorunu ve zamane gelişmelerini zararsız kabul edip balıklama dalmak. İnsanlığı kendileri ve goyimler diye tasnif eden, millî hasletleri hırsızlık olan, zulmü meslek edinmiş ve insanlıktan öç almak için şeytandan daha aşağılık fiilleri işleyenlerin teknoloji ve aşılarından medet uman Müslümanlar için söyleyecek hayırlı bir sözümüz de yok.

Ahir kelamımız şudur ki; maske takmıyorum takmayacağım. Aşı olmuyorum olmayacağım. Kimse zorla taktıramaz ve yaptıramaz.