Aşırı his kaybı
Her şey ama istisnasız her şey değişiyor. Değiştiriliyor daha doğrusu. Hak batıla çevriliyor; batıl, daha batıl hâline getiriliyor. Bu başdöndüren hız o kadar arttı ki artık baş bile döndürmüyor. Durup düşünmeyi kimse istemiyor. Herkes durup düşündüğünde birazdan durduğu yerde bazı şeyleri hissetmeye başlayacağının farkında çünkü. Kimse hissin ağırlığını taşımak istemiyor. Hissetmek en büyük düşman. Hissetmek yani icabında acı çekmek. Hatalarını, kabahatlerini kabûllenmek. Ve günahlarını. Hepimiz günahsız yaşamak ve öyle ölmek derdindeyiz. Hakikat seviyesinde değil, hayalen. Bunun için en cari yol da hız. Hepimiz hızla vicdanımızın sesini hissetmekten kurtulmanın derdindeyiz.
Geçen asırda eşya üzerinden ulaşılan hız, zamanımızda artık insanda, insanın üzerinde tatbik edilme safhasına geldi. Sıhhat, hastalık, şifa, iyileşme, fenalaşma; haz, şevk, pişmanlık, utanç... İnsanı kendisi kılan her ne kadar vasıf veya hâl varsa hepsi de hislerimizin üzerinden tarumar edilmekte. Hızla! Her bir şeyi hızla, hızıyla ölçer olduk.
Hız güzeldir. Hızlıysa güzeldir. En yeni putumuz. Yegâne olmasa bile en mühim kıstas hız. İyiyi ve münasibi hızıyla belirler olduk. Hız, makineler için bile zararlı hâlbuki. İnsan hızlandıkça, hızı arttıkça hazdan uzaklaştığını farketmiyor bile. Hatta hız varsa haz da var zannedecek bir hâle getirildi. Hâlbuki meşru veya gayrı meşru hazların hepsinin de birinci rakibi hız. Bir şey hızlıysa o şey gelir-geçer. Hızla.
Dünya artık daha hızlı dönüyor; insan artık daha hızlı dönüşüyor. Neye? Düşünüp soran pekaz. Ne yazık ki o azlardan bir tanesi olsun bizim memleketimize uğramamış; kısa süreliğine bir tatil için bile.
Herşey bir çırpıda
Herşeyi hızla yapıyoruz. Ve herşeyi hızla yaşadıkça farkına varmadan yaşamanın kendisinden uzaklaşıyoruz. Herbir şeyi bir çırpıda ama yalapşap yaşıyoruz ve gittikçe bunu yaşamak zannediyoruz. Bereket kimse durup da ince eleyip sık dokumuyor da başkalarını tenkid etmiyor. Neredeyse herkes hızdan memnun. Bir tek ruhunun huzurunun peşinde koşanlar hariç. Bir tek onlar müşteki. Bir tek onlar insanın aklına, hissine ve kültürüne bir kara bulut gibi çöken bu hız şeytanından mustarip. Bir tek onlar insanın kendini hızla uçuruma sürüklediğinden şüpheli. Bir tek onlar durup düşünmenin, duraklayıp hissetmenin derdinde.
Elbirliği etmişçesine herkesin hızdan yana tavır almasının sebebi de bu değil mi zaten? Yeter ki düşünmekten ve hissetmekten kurtulunsun. Anlamak ve hissetmek mesuliyeti, adeta pek mahdut bir ekalliyetin hak ve vazifesi kılınmış. Geri kalan herkes bu memuriyetinden ve onun acısından kurtulmanın tadını çıkarıyor.
Son dört asırdır hayrı da, şerri de Frengistan’da gördük. Oradan safha safha bütün dünyaya yayılanların ekserisi şerdi tabii. Başka bir ifadeyle Sanayi İnkılâbı’ndan beri gördüğümüz her ne varsa, aslen fena değilse bile neşet ettiği havza icabı, insanın başına belâ kesildi. Küfrün karakteri bu; elini hayra değdirse, o hayır ya kuruyor veya şerre dönüşüyor. Gelgelelim hızın sürati arttıkça o beldede çıkan aykırı ve müşteki seslerin de yavaşladığına ve hatta kesilmeye yüz tuttuğuna şahitlik etmekteyiz.
Memleket olarak biz hızdan gayet memnunuz meselâ. Ahalisinin müslüman olduğu iddia edilen öbür memleketler bizden bin beter.
Kariyer plânlaması in, cennet hayali out
Her şey ama istisnasız her şey değişiyor. Değiştiriliyor daha doğrusu. Hak batıla çevriliyor; batıl, daha batıl hâline getiriliyor. Bu başdöndüren hız o kadar arttı ki artık baş bile döndürmüyor. Durup düşünmeyi kimse istemiyor. Herkes durup düşündüğünde birazdan durduğu yerde hissetmeye başlayacağının farkında çünkü. Kimse hissin ağırlığını taşımak istemiyor. Hissetmek en büyük düşman. Hissetmek yani icabında acı çekmek. Hatalarını, kabahatlerini kabûllenmek. Ve günahlarını. Hepimiz günahsız yaşamak ve öyle ölmek derdindeyiz. Hakikat seviyesinde değil ama hayalen. Bunun için en cari yol da hız. Hepimiz hızla vicdanımızın sesini hissetmekten kurtulmanın derdindeyiz.
İnsanın kendisi dururken başkalarını hesaba katmak artık ayıp. Şalvar veya fistan giymek kadar ‘çağdışı’ hem de. Aile efradını bile kâlbinin dışına atmak, yeni meyillerimizden. Kul hakkı, tıpkı helâl gibi ve tıpkı haram gibi epeydir tukaka. Bunlar ancak başkalarını itham maksadıyla kullanılabilecek tabirler.
Müslümanlar için artık kariyer plânlaması, Cennet talebini yıktı geçti. Göçüp gideceğini kimse aklına getirmek istemiyor. Ve öte dünyayı hatırlatan ne varsa ondan hızla uzaklaşmak hepimizin ortak meyli.
Sadece biz mi böyleyiz?
Ne Müslümanlar Müslüman gibi artık ve ne Hristiyanlar Hristiyan gibi. Herkes neyi iddia ediyorsa evvelâ onun kaidelerini çiğnemenin peşinde ve tahfifinin derdinde. Dünyanın her tarafındaki farklı milliyet, inanç ve kültürdeki insanlar, sanki gaipten bir ses duymuş gibi farklılaşmaya, her ne ise onun zıddı olmaya başlamış. Farkına vararak veya varmayarak herkesin en temel derdi -adını koyamasa da- evvelâ aslını red, sonra da inkâr.
Herkesin bindirildiği atlıkarınca
Zamanımızın insanlığının yegâne asgari müştereği, kan kusturan bir hızla başkalaşma. “Nereden nereye?” diye dönüp bakmaksızın bir şeyleri değiştirme arzusu herkesin başını döndürüyor. Bu bozulmaya meyletmeyen, mümkün mertebe karşı duran azınlıklar da artık bu başkalaşmaya direnmekten çoktan vazgeçmiş vaziyette.
Öte yandan, bütün bu boş şikâyetlere rağmen esas olarak herkes hâlinden memnun. Herkes kendini hâline indirgemiş vaziyette: carpe diem.
Koskocaman bir çığ, nasıl ki önüne çıkan ne varsa hepsini içine alıp yuvarlanıyorsa ve yuvarlandıkça içine daha büyük şeyleri almaya başlıyorsa aynen öyle bir hızla ve benzeri bir debdebeyle hızın ve insandan farklılaşmanın devasa çığına yakalanmış vaziyetteyiz. Ve bizi helâke sürükleyen bu yuvarlanmadan da bir haz devşirme peşindeyiz. Hepimizin elinde birer kazık; müsait bir yerde onu dünyaya çakmak derdindeyiz. Lâyemut’un varlığından şüphe ediyoruz ama kendimizin ölümsüzlüğünden şüphe etmeyi aklımızın ucundan bile geçirmiyoruz.
Günümüzde dünyanın neresinde yaşarsak yaşayalım, gizli bir el bizi hızla farklılaşmaya sürüklüyor. Eskiden meydan yerlerine kurulan atlıkarıncalar gibi var hızla döndürülüyor, farklılaştırılıyor ve hatta dönüştürülüyoruz. Atlıkarıncanın hızı arttıkça bizim de sahte hazzımız artıyor. Bir vakit sonra bu hıza da alışmaya başlayınca bu sefer aynı gizli el bizi daha hızlı, daha hızlı dönüştürüyor. İnsanlıktan çıkasıya!
Hepimizin en derinlerdeki talebi bu muydu yoksa?
İnsanlıktan kurtulmak. İnsanlıktan yani hissetmekten.
Aksi takdirde şöyle bir elif miktarı durup düşünseydik, az biraz hissetseydik, Gazze’deki bu katliama kâh susarak, kâh istifadenin peşine düşerek, kâh umursamayarak çanak tutar mıydık hiç?
Bizi içine yuvarlandığımız gayyadan çekip çıkaracak bir el, henüz ortalıkta görünmüyor. Ne ki bu vaziyet, o elin olmadığına delâlet etmediği gibi, gelmeyeceğine de işaret etmiyor.
O el gelecek!
‘Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.’
İnanırsak gelir.
İnanırsak.