Balkanlar Türkçeye sahip çıkıyor: Türkçe gönül dilidir

Balkanları ve Balkan Türklüğünü Makedonyalı
edebiyatçı, yazar Mümin Ali’yle konuştuk.
Balkanları ve Balkan Türklüğünü Makedonyalı edebiyatçı, yazar Mümin Ali’yle konuştuk.

Balkanlar tıpkı Anadolu gibi tarih boyunca bir geçiş güzergâhı olmuş, pek çok kavime ev sahipliği yapmış bir coğrafya. Türklerin bu topraklarda bilinen tarihi 5. yüzyıla dayanıyor. Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Peçenekler, Kumanlar ve Oğuzlar, Osmanlı hakimiyetinden asırlar önce buraları yurt edinmiş. Bugün Mora Yarımadası’ndan Hırvatistan’a kadar hangi taşı kaldırsanız orada bir Türk izi muhakkak bulursunuz. Balkanlar 1912’de elimizden çıksa da, 2 buçuk milyon soydaşımız hâlen orada yaşıyor. Balkanları ve Balkan Türklüğünü Makedonyalı Edebiyatçı, Yazar Mümin Ali’yle konuştuk. Zaman zaman duygulandıran keyifli bir sohbet oldu.

Balkan kelimesinden başlayalım öncelikle. Bugün ‘Balkan milletleri’ hatta bütün dünya bölgeyi anarken ‘Balkanlar’ diyor. Osmanlı öncesi Balkan Türklüğü ise pek bilinmiyor. Bölgeye adını veren Türkler kimdi, ne zaman geldiler ve ne oldular?

‘Yüksek dağ’ mânâsındaki Balkan kelimesi köken olarak Türkçe ama Osmanlıların 1352’den sonraki süreçte Rumeli topraklarına yayılmasıyla, siyasî süreçle kullanıma giriyor.

Osmanlı öncesi Balkan kelimesi bilinmiyor mu?

Bazı rivayetler olsa da kesin olarak ispatlanmış bir husus değil. Fakat Osmanlılar ile birlikte yayılıp yerleştiği konusunda ihtilaf yok, gayet net. Bunun yanında hâlen kullanılan “koca Balkan dağları” gibi isimler de mevcut. Uluslararası literatüre diplomatik kanallardan giriyor ve 18. yüzyıldan günümüze dünyada ortak bir kullanım alanı buluyor.

Ama Türklük Balkanlarda Osmanlı ile başlamadı, öyle değil mi?

Makedonya’da Yusuf Hamzaoğlu’nun Balkan Türklüğü diye yapmış olduğu bir çalışma mevcut. Burada Balkan Türklüğünün 5. yüzyıla dek indiğini toponim yani yer isimleri üzerinden görebiliyoruz. Kumanova gibi yerleşim yerlerinin, Boyan ve Boyana gibi özel isiler bize bazı bilgileri sunuyor. 14. yüzyıldan itibaren Gelibolu’dan başlayan ve yaklaşık 200 yıl süren fetihlerle Türklüğün Hırvatistan’a dek ulaşıp kökleştiğini söylemek mümkün. 14. yüzyıl niçin mühim? Çünkü artık rivayetleri aşıp yazılı kaynaklara buradan itibaren ulaşıyoruz. Sehî Bey’in Hişt-Behişt’i gibi yazılı eserler ile Türklerin varlığı tartışmasız gündeme girmiş oluyor.

Türkler varsa adalet de var

Devletin tuttuğu kayıtlar yok mu?

Elbette var. Fakat başka devletlerden farklı olarak Türklerin Balkanlardaki varlığını vergi almak ve orada asker bulundurmakla açıklayamayız. Adalet kavramı bu noktada öne çıkıyor. Adalet olunca sosyal huzur ve barış ortamı da kendiliğinden geliyor.

Bunu biraz açsanız...

Evet, halktan vergi alıyor ama bunu alırken bir şeyleri zorla dayatmaya kalkmıyor. Hristiyan toplumların kendi dinlerini yaşamalarına, kendi dillerini ve kendi adetlerini koruyup yaşatmalarına hiçbir şekilde mâni olmuyor. Bugün Balkanlarda Osmanlı mevzu bahis olduğunda olumlu-olumsuz söylemlerin arasında net olarak bilinen bir husustur bu. Zaten coğrafyada uzun süre hakimiyet sağlamasının arkasında yatan sebep de budur.

Diğerini yok eden değil, birlikte yaşamayı tercih eden bir anlayış, bir tür simbiyotik hayat tarzı diyebilir miyiz buna?

Kesinlikle. Çünkü asimile etmiyor, yaşanabilir daha rahat bir ortam sunmuştur.

Toprak değil gönül fethi

Bu husus mühim. Diğer medeniyetlere baktığımızda, Roma böyle mi mesela? İtalya’da pek çok farklı kavim vardı; Etrüskler, Sabinler, Samnitler gibi. Roma hepsini zorla asimile edip izlerini bile bırakmadı.

Doğrusu Devlet-i Aliyye iken Osmanlı İmparatorluğu diyorlar. Fakat imperia dediğimiz şey sömürüyle çok alâkalı. Elde edilen toprakların yer altı, yer üstü ve beşerî kaynaklarıyla tamamen kullanılması, absorbe edilmesi. Osmanlı’ya baktığımızda bunu değil, “gazâ” anlayışını görüyoruz. Osmanlı kuru bir toprak fethi peşinde değil, “İ’lâ-Yi Kelimetullah” dediğimiz düstur ile ilerliyor. Fetih yapan diğer devletler gibi sadece orayı ele geçirme, siyasi bir egemenlik zihniyeti gütmüyor. Oradaki halkı İslam’a ısındırma gibi bir misyon söz konusu. Bu bağlamda dervişlerin devreye girdiğini görüyoruz. Toprak fethinden ziyade bir gönül fethi hedefleniyor. Gönül fethiyle birlikte oradaki halk ile Osmanlı arasında kalıcı bağlar kurulmuş oluyor. Boşnakların ve Arnavutların büyük kitleler halinde İslam’ı kabul etmelerinin ardında yatan sır da işte budur.

Sizin orada Torbeşler, Rodoplar’da Pomaklar...

Evet, onlar da var. Torbeş ile Pomak aslında aynı halk fakat farklı coğrafyalarda başka isimler verilmiş. İlginçtir, bu halk ile konuştuğumuzda bir kısmı kendilerinin tarih içerisinde dil açısından asimile olmuş, Slav dili konuşan Türkler olduklarını söylüyorlar.

Buna dair ciddi çalışmalar mevcut mu?

Kendi dillerini konuşuyorlar. Dil, bünyesinde hem Türkçe hem Slavca kelimeleri barındırıyor. Bazı Türkçe kelime köklerine Slavca eklerin veya Slavca köklere Türkçe eklerin getirildiğini gözlemlediğim oldu. Fakat bu konuda mukayeseli araştırmalar yapmadan net bir şey söylemek doğru olmaz. Kısaca birçok saha uzmanının söylediğinden hareketle, Balkanlar açısından konuşmak gerekirse, Müslüman olsun Hristiyan olsun Osmanlı’nın herkesi dininde, mezhebinde serbest bıraktığı rahatlıkla söylenebilir. Zaten serbest bırakmasa, asimilasyon veya sürgün politikaları uygulamış olsa farklı bir tablo ile karşılaşırdık.

Balkan ülkelerinin ders kitaplarında Türk imajı nasıl? Osmanlı öncesi Türk kavimlerinden bahis geçiyor mu mesela?

Osmanlı öncesi Türkler hakkında bilgiye pek rastlanmıyor. Genellikle Türk kavramı Osmanlı ile birlikte anılıyor.

Asparuh ve Kubrat kim?

Peki bu ilginç değil mi? Bugün Balkanlarda Bulgar dediğimiz milletin oluşumu Asparuh ile başlıyor. Asparuh’un babası Kubrat’ın da Hırvatlara adını veren kişi olduğunu ciddi şekilde dile getiren tarihçiler var. Her ikisinin de Türk olduğunu cümle âlem bilmiyor mu?

Yusuf Hamzaoğlu, Balkanlardaki Türk varlığını üç dönemde incelemiştir.

- Osmanlı öncesi dönem

- Osmanlı dönemi

- Osmanlı sonrası dönem

Osmanlı öncesi Balkanlardaki Türk varlığıyla ilgili “Balkan Türklüğü” adlı eserinde Hamzaoğlu, okuyucuyla bazı tespitler paylaşmaktadır. Osmanlı öncesi Türk varlığı ile ilgili daha kapsamlı ve derinlemesine disiplinlerarası çalışmaların yapılması gerekmektedir. Üzerinde düşünülmesi, araştırılması gerektiği aşikârdır. Osmanlı dönemine gelince ders kitaplarında zaman zaman övücü, bazen de yerici ifadeler kullanılmaktadır. Bütün dünyada görülen türden bir politizasyon burada da hissedilmektedir. Tarih boyunca başka devletlerin egemenliği altında yaşamış milletlerin böyle refleksleri görülür, bu anlaşılır bir durumdur.

Üsküp.
Üsküp.

Ders kitapları objektif olmalı

Başka örnekler de var. Mesela Makedonya'daki bir kilisede Osmanlı Padişahlarını topluca gösteren asılı bir levha ile ilgili bir hikâye duydum. “Niçin bu levhayı astınız” deyince oradaki din görevlisinin “Osmanlı bizi kendi dinimizi yaşamada serbest bıraktı, bize dokunmadı” dediği söyleniyor. Bir de son zamanlarda Makedonya ve birçok Balkan ülkesinin Türkiye ile ilişkileri son derece iyi gidiyor. Ders kitaplarının gözden geçirileceğini duymuştuk. Yeni basılacak kitaplarda daha objektif yansıtmaların yapılmasını umuyoruz.

Balkan Türkleri bugün farklı ülkelerde dağınık olarak yaşamaktadırlar. Fakat çoğunluk olarak Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Kuzey Makedonya ve Kosova’da yaşamlarını ikame etmektedirler. Balkanlarda Türk varlığı Osmanlı öncesine ve hatta 5. yüzyıla dek dayandırılmaktadır. Bilhassa kuzeyden gerçekleşen göçlerle birlikte Avarlar, Kumanlar, Peçenekler gelmektedir. Osmanlı’nın Balkan siyasi egemenliği ile birlikte Oğuzlarla kaynaşmışlardır.

Ya Boşnaklar?

Tıpkı Pomaklar gibi bazı Boşnakların da Türklük iddiaları mevcut. Dil olarak Slavlaştıklarını ama inanç ve kimlik olarak Osmanlı öncesinde bile farklı olduklarını söyleyip Sırplar ile birlikte anılmak istemiyorlar. “Biz zaten Türk bakiyesiyiz” diyorlar. Buna ne diyorsunuz?

Genel kanıya göre Boşnaklar bir süre Bogomil inancına mensup olmuşlardır. Bogomillerin en temel özelliği, Türkler gibi tek bir tanrıya inanmaları. Hristiyanlıktaki teslis inancını benimsememişlerdir. İslam’ı bu yüzden daha kolayca kabul ediyorlar. Balkanlarda yaşayan diğer uluslar gibi kendine has özellikler taşıyan eski ve yerli kavimlerden biridir. Bazı Boşnak araştırmacıların ifadesiyle söyleyecek olursak, Boşnaklar kendilerine Türk derler ise de etnisite olarak değil, (İslam’ı Tercih ettikleri) Müslüman/Türk dinine mensup olduğu içindir. Bilindiği üzere Avrupa’da Türk eşittir Müslüman söylemi yaygındır.

Balkanlar ile Anadolu et ve tırnak gibidir

Üsküp 1392 yılında, yani İstanbul’dan 61 yıl önce fethedildi. Birçok Balkan şehri, bazı Anadolu şehirlerinden önce Osmanlı toprağı oldu. Osmanlı üç kıtaya yayılmış muazzam bir devletti. Ama her şeyden önce bir Balkan devletiydi diyebilir miyiz?

Diyemeyiz, çünkü Anadolu ve Rumeli et ile tırnak gibidir, Osmanlı tarihi açısından ayrı değerlendirilmeleri çok zordur, neredeyse imkansızdır. Fatih kendisine Kayser-i Rum diyordu. Ona göre Osmanlı Roma’nın devamıydı, fakat şu var ki Roma’nın bir ucu Kahire idi. Türkiye Cumhuriyeti de ilan edilişinden itibaren Balkanlarla irtibatını canlı tutmuştur. Makedonya 1991 yılında bağımsızlığını kazanınca ilk tanıyan ülkelerden birisi Türkiye oldu. Bilhassa 2000 yılından sonra Türkiye ile Makedonya ilişkileri ekonomiden siyasete, kültürden sanata inanılmaz bir gelişme gösterdi. Yunus Emre Enstitüsü, Maarif Vakfı, TİKA ve Büyükelçilik vasıtasıyla güzel bir ortam oluştu. Geçmişteki olumsuzlukların yerini büyük umutlar ve beklentiler alarak, iki ülkenin menfaatine olan bir süreç oluşmuştur.

Göçlerle birlikte Türkler çok nüfus kaybetti

Tüm bölgeye yayılmış bir Balkan Türklüğü var dediniz. Kısa bir muhasebe yapsanız ne dersiniz?

1912-13 yıllarında gerçekleşen Balkan Savaşları neticesinde coğrafyanın elden çıkışı, peşinden Osmanlı’nın bölgeden çekilmesiyle yeni bir süreç başladı. Bu süreç Balkanlar’dan Türkiye’ye gerçekleşen periyodik göç dalgaları olarak adlandırılabilir. Göçlerle birlikte nüfus dengeleri de değişti. Peş peşe gelen bir felaketler silsilesi var. Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı, mübadeleler, İkinci Dünya Savaşı, komünizmin yıkılması ve peşinden Yugoslavya’nın parçalanması.

Makedonya’nın ulus devlet oluşu

Makedonya örneğini büyük bir ilgiyle takip ediyoruz. Ecdatlarının Makedonyalı İskender olmasıyla iftihar ediyorlar. Buna ne diyorsunuz?

Tarihe baktığımızda Büyük İskender,

- İskender Makedonî,

- İskender Yunanî,

- İskender Rumî,

bu üç şekilde karşımıza çıkıyor. Makedonî demelerinin sebebi Yunanistan sınırları içinde kalan Makedonya bölgesinden kaynaklanıyor. Artık nereli olduğuna siz karar verin.

Balkan tarzı sert milliyetçilik

Balkanlardaki ulus bilinci biraz keskin değil mi? Bu açıdan Makedonya-Bulgaristan ilişkilerini nasıl değerlendirirsiniz?

Bugün 11 farklı dilin konuşulduğu bir coğrafyadan bahsediyoruz. Komşu ülkeler olmalarına rağmen her ülke kendi özgün kültürünü ve dilini koruyup geliştirdi. Balkanları anlamak için her bir devlet ve millet için ayrı okumalar yapılması gerekiyor. Makedonya-Bulgaristan ilişkileri ise gergin. Şu an itibariyle aralarında çözülmesi gereken sorunların olduğu söylenebilir.

Balkan Türklüğü ne durumda?

Balkan Türkleri arasında irtibatı güçlendirmek için Türkiye olarak neler yapıyoruz veya yapamıyoruz?

Balkan Türkleri arasında zaten irtibat mevcut. Türkler Balkanların her yerinde. Türkler Makedonya’da dağınık şekilde yaşamaktadır. Kosova’da Türk nüfus belirli bölgelerdedir. Yunanistan’da Batı Trakya bölgesinde, Romanya’da Köstence bölgesinde, Türk nüfusunun en yoğun olduğu Bulgaristan’da ise ağırlıklı olarak Güneydoğu ve Kuzeydoğu bölgelerinde mevcuttur. Türkler aralarında irtibat için kullandıkları araçlardan en öne çıkanlar edebiyat dergileri ile yazılı-görsel basın mecraları olarak belirtilebilir. Bugün için sosyal medya ve internet ortamındaki haber siteleri sayesinde birbirimizden daha fazla haberdar olmaktayız. Tabii ki ortak sınır paylaşan ülkelerin arasında ilişkilerin daha yoğun olduğunu görüyoruz. Dernekler, kültür programları, şiir akşamları, organizasyonlar, paneller vasıtasıyla Balkan Türkleri irtibatlarını daha da güçlendiriyor. Daha iyisi olamaz mı? Elbette olur, potansiyel büyük çünkü.

Türkçenin Balkanlardaki seyri nasıl?

Balkanlarda Osmanlı öncesi Türkçenin varlık durumu hakkında elimizde net veriler yok. Bir takım çalışmalar var. Fakat 14. yüzyıldan sonra, Osmanlı ile beraber Türkçenin bölgedeki yeri netleşiyor. Günümüze dek Türkler ana dillerini koruyup geliştirmişler ve hâlen kullanmaya devam ediyorlar.

Slav dillerinde eski Türkçe kelimeler üzerine çalışmalar var mı?

Osmanlı’dan beri Balkan halklarının dillerine Türkçeden kelime girişi söz konusudur. Sırpça’da 8 bin, Makedonca’da 4 bin, Arnavutça’da ise 5 bin Türkçe kelimenin olduğunu ve bunların büyük bir kısmının hâlâ kullanıldığını gösteren bilimsel çalışmalar mevcuttur. Bunların çoğu günlük hayatta kullanılan kelimelerden oluşmaktadır. Mesela bir arkadaşımızın çocuğu kreşe gidiyor. Uyku saatinde bir Makedon arkadaşı Makedonca ‘Day mi go yastukot (yastığımı verir misin?) derken Türkçe yastık kelimesini kullanıyor. 5 yaşındaki çocuk da arkadaşına ‘Sen Türkçeyi nereden biliyorsun’ diye soruyor. Dile yerleşmiş çünkü.

Dil canlı bir organizmadır

Günlük hayatta kullandığımız kelimelerin bir tarihi var. Bir tecrübeye dayanıyor. Bir kelime başka bir kelimenin yerine ikame edilmek istenebilir fakat günlük kullanımda oturmuş ve halk tarafından kabul görmüşse, o ikameyi kabul etmiyor. Bu bağlamda ‘Dil faşisttir’ denir. Yani dile dayatma yapmaktan ziyade dil kendini dayatır.

Ama dilden daha faşist bir yönetim böyle bir dayatma yapabilir. Örnekleri var bunun.

Evet ama toplumlar dilini ne pahasına olursa olsun korumaya meyillidir. Muharrem Ergin hoca dil ile ilişkin yapmış olduğu tanımda: “Dil canlı bir organizmadır” der. Yani sürekli değişir, gelişir ve bu devam eder. Zaman içinde bazı Türkçe kelimelerin yerine tercih edilen başka kelimeler olmakla beraber, Balkanlarda günlük hayatta Türkçe kelimelerin kullanımı yoğun şekilde devam ediyor.

Türkçe gönül dilidir

Ne dersiniz, Türk ülkeleri arasında ortak edebî bir Türkçe oluşturulabilir mi?

Bu konuda ortak çalışmalar yapılabilir. Türkçe dediğimiz dil, insanlığın gönül dili aynı zamanda. Başka dilleri, başka kültürleri zorla asimile etmeyen bir medeniyetin dili. “Gönüller yapmaya geldim” diyen Yunus Emre’nin dili.

Yücelciler ne istiyordu?

Türkçe için bedel ödemiş Yücelciler hareketini anmadan olmaz. Kimdi bu insanlar, ne istiyorlardı?

1945'de Makedonca resmi dil statüsü kazandı. Yücelciler de kendi millî değerlerini koruyabilmek, Türkçeyi ve dini gelenekleri yaşatabilmek için teşkilatmaya başladılar. 60 küsur kişiden bahsedebiliriz fakat bunların 4’ü maalesef idam edildi.1944 yılında çıkmaya başlayan Birlik gazetesinin ilk dört sayısını bu ekip çıkarmıştı, sonrasında kadro değişti tabi. Kendi dillerini, kendi kültürlerini yaşatmak için gayret verdiler. Yücelciler ekibi El Ezher’de, Belgrad’da okumuş entelektüel kişilerden oluşuyordu.

Yücelciler verdikleri mücadelede nasıl bir fark ortaya koydular?

Yücelcilerin başlattığı milli değerleri yaşatma isteği elîm bir neticeyle sonuçlanmış olsa da, onların mücadeleleri karşılığında bugün Makedonya’daki Türkler kendi dillerini, kendi kültürlerini yasal haklar çerçevesinde daha etkin bir şekilde yaşatabiliyorlar. Bugün yazı dili olarak İstanbul Türkçesini esas alarak eserler yazıp karalıyoruz. O dönemde kendi kimlikleri yaşatmak isteyenler Birlik Gazetesi etrafında devâsâ bir yazılı miras bıraktılar. Günlük haberler, hikâyeler, şiirler vb. dile getirilen bir edebiyat arşivi var. Şevket Rado, Necati Zekeriya, İlhami Emin, Fahri Ali, Fahri Kaya gibi isimleri anabiliriz. Yugoslavya dönemi Makedonya Türk edebiyatının önemli yazarları bunlar. Dönemin şartlarına uygun bir şekilde eserlerini inşa ettiler.

Makedonya’da Birlik gazetesi uzun yıllar yayın yaptı. Akabinde Sesler, Üçüncüler, Sevinç, Tomurcuk gibi süreli yayınlar oldu. Günümüz itibariyle Yeni Balkan gazetesi çıkıyor. Ayrıca Bahçe ve Kardelen çocuk dergileri yayınlanıyor.
Makedonya’da Birlik gazetesi uzun yıllar yayın yaptı. Akabinde Sesler, Üçüncüler, Sevinç, Tomurcuk gibi süreli yayınlar oldu. Günümüz itibariyle Yeni Balkan gazetesi çıkıyor. Ayrıca Bahçe ve Kardelen çocuk dergileri yayınlanıyor.

İade-i itibar yapılmalı

Peki Makedonya devleti iade-i itibar yaptı mı? Mezarları hâlen yok bildiğim kadarıyla.

Bununla ilgili birçok girişim yapıldı, hukuk çerçevesinde adımlar atıldı. Bir kültür evi, bir anıt yapılabilir, bir yere isimleri verilebilir.

Makedonya NATO’ya girmiş, AB’ye gün sayan bir ülke. Türkiye ile ilişkileri de uzun zamandır iyi. Makedonya’nın gelişme sürecini nasıl görüyorsunuz?

1940’lar ile bugünün devlet yapısı arasında ciddi farklar var. Her dönem kendi ortamını oluşturuyor. Makedonya bugün demokrasi ve özgürlük ortamını oluşturmak için ciddi çabalar sarf ediyor. Siyaseten çok zıt olan gruplar bile ortak gelecek adına bir araya gelebiliyor.

Köprü dergisi bir mektep

Sizin kitabı hiç konuşamadık. Bildiğimiz kadarıyla “Köprü Dergisi Ekseninde Makedonya Türk Edebiyatı” konulu akademik çalışmanız kitap olarak yayınlandı? Köprü Dergisi Makedonya Türkleri için ne ifade ediyor? Nerede duruyor?

Evet, “Köprü Dergisi Ekseninde Teşekkül Eden Makedonya Türk Edebiyatı” adında müstakil bir çalışmam yayınladı. Köprü dergisinin günümüz Türk edebiyatı için önemi büyük. 2000’ler itibariyle yayın hayatına başlayan ve günümüze kadar devam eden kültür, sanat ve edebiyat dergisi. Birçok edebiyatçının yetiştiği mektep vazifesi yanında Balkanlarda Türk edebiyatının yaşatılmasında mühim bir rol oynuyor. İlk önce 1944 yılında Üsküp’te Birlik Gazetesi çıktı ve 50’ler, 60’lar itibariyle Kosova merkezli Tan ile Çevren gibi süreli yayınlar çıkana kadar Kosovalı yazarlar da orada yazmaya başladı. Üsküp merkezli Birlik Gazetesi etrafında toplandılar. Süreli yayınlar Türklerin kendi edebiyatlarını, sanatlarını ve dillerini yaşatabilme ve geliştirmenin temel aracı oldu.

Tirajlar iyi mi? Gençler okuyor mu yoksa belli bir kesimin arasında mı dönüyor?

Dergiler okunuyor ama dergicilik kolay bir iş değil. Evet, orada yeni fikirler filizleniyor, yeni yazarlar ortaya çıkıyor, böyle bir getirisi var. Bununla beraber, her derginin yayınlanabilmesi için devamlılığı olan, iradeli, edebiyatsever, Türkçeyi seven bir kadroya ihtiyaç var. Ayrıca maddi imkân gerekiyor. Bu yüzden Balkanlarda birçok Türkçe derginin belli bir süre sonra kapandığını görüyoruz. Köprü dergisinin uzun süredir yayın hayatına devam etmesi bu açıdan çok değerli.

Kısaca bazı örnekler verecek olursak; Makedonya’da Birlik gazetesi uzun yıllar yayın yaptı. Akabinde Sesler, Üçüncüler, Sevinç, Tomurcuk gibi süreli yayınlar oldu. Günümüz itibariyle Yeni Balkan gazetesi çıkıyor. Ayrıca Bahçe ve Kardelen çocuk dergileri yayınlanıyor. Yunanistan’da Saklambaç çocuk dergisi ile Fiyaka dergisi var. Kosova’da Türkçem, İmza ve Mamuşa dergileri mevcut. Bulgaristan’da Nöbettepe edebiyat dergisi ile çocuklar ve gençlere yönelik Mozaik dergisi çıkıyor. Tabii ki zikredilen yayınlar listenin tamamı değil. Bu yayınların hepsi Balkan Türkçesi açısından çok elzem bir rolü icra ediyor.

Bağ-lar dergisi yeni bir soluk

Bir de artık YTB tarafından Türkiye merkezli basılan ve Balkanlarda dağıtımı yapılan Bağ-lar dergisi var. Balkanlara özel, yerli yazar ve şairlerin ürünlerini yayınlayan 140 sayfalık hacimli bir dergi. 2022 Ağustos’ta ilk sayısı çıkan 3 aylık bir yayın. Bağ-lar, Köprü, Fiyaka, Nöbettepe ve Türkçem gibi yayınlar, Balkanlarda Türkçenin gelişmesi için çok önemli. Tanpınar’ın Abdülhak Hamit için söylediği o meşhur söz geldi aklıma, mealen aktarayım. “Biraz dağınık yazar çünkü gazete tedrisinden geçmemiştir.” Abdülhak Hamit’in çok kitabı var, süreli yayınlarda yazmış da biri. Ama görev almışlığı yok. Çünkü diplomat. Bir bakmışsınız Avrupa’da, bir bakmışsınız Hindistan’da.

Gelecekten umutluyuz

Balkan Türklüğü ve Türkçesi bir dönem kötü günler yaşadı ama şimdi iyi sayılır. 50 sene, 100 sene sonra tabloyu nerede görüyorsunuz? Eskiye dönülür mü, dönmemek için ne yapmak lazım?

Evet, zaman içerisinde göçler, kısıtlamalar vs. sıkıntılar yaşanmış. Yaşanmasaydı daha iyi bir konuma gelinebilirdi. Şunu sormak lazım: Balkanlar’da Türkçe’nin durumu bugün istenilen noktada mı? Ben kendi payıma “daha iyi olabilir” diyorum. Evet, eskiye nazaran çağın getirdiği imkânlarla, sosyal mecralarla gençlerimizin edebiyata, sanata ve diğer alanlara ilgi duyduğunu, Türkçe ile daha haşır neşir olduklarını söyleyebiliriz. Genel itibariyle baktığımız zaman Türkçenin ilerlediğini, iyi edebi ürünler yazıldığını görüyoruz. Bu da bize umut veriyor.

Türk dizileri etkili

Sosyal medya dediniz. Popüler kültür ne kadar etkili?

Youtube üzerinden yayın yapıyorum. Uluslararası bir konuğuma “Neden Türkiye’ye okumaya geldin” diye sormuştum. “Türk dizilerinden etkilendim ve Türkiye’de okuma kararı aldım” demişti. Gerçekten bugün dünyada Türk dizileri ciddi bir şekilde seyrediliyor, takip ediliyor. Makedonya özelinde söyleyecek olursam bunun çok olumlu yanları oldu. Yerel şivemizi elbette yaşatmamız lazım fakat düzgün Türkçe yazabilmek önemli. Bu yüzden dizilerin olumlu neticeler doğurduğunu söyleyebiliriz. Yan etkileri olmakla beraber, artıları daha fazla. Neticede azınlık olarak yaşayan gençlerin Türkçeye verdiği değer artıyor.